Norveçli yazar Hilde Østby’nin yaşadığımız çağda yaratıcılığın izlerini sürdüğü, değerini hatırlattığı çalışması Yaratıcılık Hakkında Bir Kitap üzerine bir yazı.
Norveçli yazar Hilde Østby’nin yeni kitabı Yaratıcılık Hakkında Bir Kitap, 2024’ü geride bırakırken KAPLUMBaA Kitap etiketiyle okurlarla buluştu. Kitap, Østby’nin kendi yaşamına dair önemli bir olayla başlıyor. Yazar, kızını anaokuluna bıraktıktan sonra nehir kenarında bisikletle giderken taş köprüye çarpıp başına darbe alıyor. Dikkat çekici olansa, kazadan sonra Østby’nin zihninde durmak bilmeden uçuşan yaratıcı projeler, kitaplar ve araştırmalar: “Kafama aldığım darbe beni normalden daha yaratıcı ve istekli yapmış olabilir miydi?” (s. 5)
Yaşadığı kişisel bir deneyim sonrasında yazar, yaratıcılığın ne olduğunu bilimsel ve kültürel bir konu olarak ele alıyor ve mühendislikten edebiyata, modadan iş dünyasına birçok farklı bağlamda araştırmalar ve görüşmeler sunuyor. Örneğin 1888 yılında doğan Baird’in “kablosuz görüntü” hayaliyle yola çıkarak televizyonun icadına olan devasa katkılarını söz konusu eden Hilde Østby, onun bu yoldaki başarılarına ve başarısızlıklarına değinerek yaratıcılığın bazen de koşullarla el ele yürüdüğünü ifade ediyor. Yine de bazı şeyler koşullardan bağımsız, sadece saf bir merak ve tutkudur.
Kitap düşen bir uçaktan kurtulmak için tasarlanmış bir paraşüt üzerine çalışan Reichelt’i hatırlatıyor. Kendisi bu paraşütü denemek için Eiffel Kulesi’nden atlıyor ve büyük bir hızla yere çakılıp hayatını kaybediyor, çünkü paraşüt açılmıyor. Peki Reichelt’in böylesine bir tutkuyla yapmak istediği şey neydi? Neden kendi hayatını yapmak istediği şey uğruna feda etmeye bu kadar istekliydi?
Belki de yaşadığımız çağ için sorulacak en önemli sorulardan biri budur: Uğruna hayatımızı riske atabileceğimiz, her gün ve her saat düşündüğümüz bir şey var mı? Eiffel Kulesi’nden yere çakılacak kadar ileri gitmesek bile -ki genellikle buna gerek yoktur- zamanımızı, ilgimizi ve enerjimizi harcadığımız bir şeyler bulabilir miyiz? Her şeyin hızla aktığı bu çağı; her gün değişen gündemi, duyguları, yaşamları düşündüğümüzde, tüm bunların yaratıcılığımızda nasıl bir etkisi olacağını kestirmek gerçekten zor. Ama yaratıcılık için hiçbir zaman geç değil.
Hilde Østby, Norveç’in tek “yaratıcılık profesörü” olan Erik Lerdahl ile konuşuyor ve belki de yaratıcılığın en keskin özelliklerinden birini; tüm o değişen, hızla akıp giden şeylerin arasından bizi sınırlayan, belli bir yerde tutan “şey”lere tutunmanın önemini dinliyor. Lerdahl’a göre sınırlamak ve bu çağın hızına direnip belli bir konuya odaklanmak: “Birçok yaratıcı insanın kullandığı bir yaklaşımdır. Kendilerini, kendi yarattıkları bir krize iterler ve böylece yeni çözümler bulmanın yolunu zorlarlar. Bu yaklaşım cesaret gerektirdiği gibi oldukça rahatsız edici olabilir. Hali hazırda bildiğimize ulaşmak güvenli ve rahattır. Dolayısıyla, eski kalıpları ve bilindik hipotezleri değiştirmek, çok daha fazla çaba gerektirir. Hint mitolojisinde hem yok eden hem de yaratan tanrı Shiva vardır. Yıkım, yaratıcı sürecin bir parçasıdır. Yeni bir şey inşa etmek için önce yıkım şarttır.” (s. 155)
Yaratıcılık profesörü Lerdahl ayrıca, “her insanın yaratıcı bir kas geliştirebileceğini ve yaratıcılığın iyi bir yaşamın kaynağı olduğunu” düşünüyor.