Türkiye'de grafik roman ve çizgi roman alanında hem türün tarihini tanıtan kitaplar hem de özgün, güncel ve yeni eserler hazırlayan çok fazla isim yok. O isimlerden en önemlisi editör, yazar ve akademisyen Levent Cantek, çizgi roman alanındaki kitaplarına "Türkiye'de Çizgi Roman" adlı türün meraklılarının kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken eserle başladı. Grafik roman alanındaki dikkat çekici çalışması ise 2013'te "Dumankara Hayat Bir Yangındı" ile başladığı, 2014'te Berat Pekmezci'nin çizdiği "Emanet Şehir"le devam ettiği “Ankara Üçlemesi” oldu. Bu ay İletişim Yayınları'ndan işte bu serinin üçüncü ve son kitabı olan yine Berat Pekmezci'nin çizdiği "Uzak Şehir" yayımlandı. Serinin takipçilerinin merakla beklediği bu kitap, günümüz Ankarası'nda geçiyor ve kayıtsız bir masumiyetle, dünyanın değişmez kötücüllüğünün çarpışmasını anlatıyor.
"Uzak Şehir" seriden ayrı, başlı başına tek bir eser gibi ele alınıp keyifle okunabilir, ama biz daha derinden incelemek için Ankara Üçlemesi'nin başına dönelim. Bundan iki yıl önce yayımlanan serinin ilk kitabının başında, "Türkiye'de çizgi roman, mizah dergileri dışında üretilmiyor dense yeridir. Çizgi roman albümleri daha önce tefrika edilmiş yayınlardan derlendiği için bağımsız kitap tasarılarına ise handiyse hiç rastlanmıyor. Dumankara Hayat Bir Yangındı, bu bakımdan yepyeni ve benzeri olmayan bir çalışmanın ürünü," deniyor. 1916'daki Ankara yangınıyla başlayarak günümüze uzanan Ankara üzerine hikâyelerden oluşan kitaptaki 21 hikâye, 19 farklı çizere çizdirilmişti. Kitap, bu şehrin değişen yüzünü arka arkaya farklı çizgilerle gösterdi. Arkasından ise "Emanet Şehir" geldi. Bu kitaptaki tek hikâye, 1940'ların sonunda Ankara'da yaşanan değişime odaklanıyordu. Başkarakterimiz, Garip akımı şairlerine benzer tarafları olmakla birlikte, doğru yoldan çıkmaya müsait, yalan dolana, içkiye, aylaklığa meyilli başarısız bir yazar, Şekip'ti. Kitap gidenlerin ve gelenlerin, kurtulanların ve kurtulmaya çalışanların, içinde debelenenlerin, hemen herkesin üzerinde eğreti duran Ankaralı olma halini inceliyordu. İkinci Dünya Savaşı, çok partili rejime geçiş sancıları, komünist avcılığı, tedirgin, ürkek, idealist, arzulu, hayatta kalmaya mecbur insanları yaratıyor ya da onları yutuveriyordu. Grafik romanın doğasından gelen sinematografik anlatı bu kitapta bir film noir atmosferinde kendini gösteriyordu. Arka arkaya yakılan sigaralardan gelen çakmak seslerini, ümitsizce tutulan notlardan çıkan daktilo tıkırtılarını duyabileceğiniz kadar gerçekçi biçimde genç ve yetenekli çizer Berat Pekmezci tarafından çizilmişti.
Bu kez yine aynı çizerin ve Cantek'in elinden çıkma bir hikâye var elimizde: "Uzak Şehir". Kitap günümüz Ankarası'nda lüks bir sitenin tepesinde başlıyor, arka sokaklarda unutulmuş küçük ve eski mahallelere, batakhanelere, Gezi Olayları sürecinde Ankara'da yapılan eylemlere uzanıyor. Kitabımızın başkarakterlerinden biri; en uzun ve detaylı anlatılanı Volkan... Kendi kendini inandıramasa da çevresindekilerin gözünde temiz yüzlü bir çocuk o. On yıl önce babasını kaybetmiş, annesi ve kız kardeşinin sorumluluğu omuzlarında, ruhunu öldürecek rutin bir işe girmektense, kolay parayı bulabilmek için ufak tefek hırsızlıklar yapmaya başlıyor. Kafasında ona geçmişle ilgili anlatılanlar, babasının öğütleri, annesinin beklentileri var. Cantek, kitapla ilgili olarak Radyo Sputnik'e verdiği röportajında, "Bu bir suç hikâyesi aslında. Politik nitelikleri olan muhalif bir kenar mahallede geçiyor, tabii ki ben hardcore siyasi hikâyeler anlatmıyorum. Hatta özellikle böyle bir ortamın ortasında bu işlerle hiç ilgilenmeyen birisini anlatmayı tercih ederim. Yani arka fonda, siyaset vardır, koyulaşma vardır, bir muhalefet, kirlilik, yozlaşma vardır, ben orada sınıf atlamaya çalışan birisini anlatmayı tercih ederim. Onlar onun yanında akıp gider biz de böylelikle onunla birlikte izleriz," dediği karakteri Volkan hikâyede tam da böyle bir taşıyıcı. Hem babasının geçmişten gelen öğütleriyle yaşadığı çevrenin tarihsel arka planını anlatıyor hem de cesaretiyle girdiği suç dünyasını gözlemlememize yarıyor. Annesinin "Bu dünyayı yaşatan iyiliktir," diyerek, oğlunu gidişatını bildiği yoldan döndürmeye çalıştığı sahneyle, Volkan'ın babasını gördüğü rüya sahneleri, grafik romanın en duygulu bölümlerini oluşturuyor. Babası için "Dürüst bir insandı ama yoksullarla paylaştığımız eşitlikten başka şey bırakmadı bana," diyen Volkan, yitip giden geçmişin dertleri sırtında, düzene uyup, parayı bulup, annesi ve kız kardeşini rahatlatıp, uzaklara gitmeyi isteyen masum bir ruh aslında.
İşte o masumiyet karmaşık ve karşılıklı kumpasların kurulduğu bir dizi suça bulaşıyor. Bir hayat kadınının, Lili'nin ağzından dinlemeye başlıyoruz bu kez hikâyeyi. Onun anlattıkları bu kez Ankara'nın erkek bakışlarıyla bakılan, erkek elleriyle örülü, erkek aklıyla çalışan düzenine çeviriyor gözlerimizi. Kumpaslarda kullanılan, tüm bunlardan kurtulmak ihtimali için elinden geleni yapan biri. Volkan'ın üstüne oturmayan mesleği hırsızlık gibi onun mesleği fahişelik de mecburiyetle, kimin söylediği belli olmayan, 'kısa sürede para bulup, kurtulmak' vaadiyle başlamış. Ancak hayat plan dinlemeyecek kadar kısa... Son bölümlerde ise hikâyeyi peşinden takip ettiğimiz karakterler doğrudan yozlaşmışlığı, kaypaklığı ve daha çürümüş, karanlık taraflarını tarif ediyor insan ruhunun. Suç ayağa dolandıkça filler tepişiyor çimenler eziliyor.
"Bu dünyayı yaşatan iyilik" ölgünleşen karakterler arasında kaybolup giderken, hikâyede yalın ve doğal kullanılmış sokak ağzı, Gezi Olayları, dizi isimleri, kıyafetlerin özenli çizimi bize tüm bu olanların işte şimdi burada ve gerçekten olduğunu söylüyor.
Kitabın son kısmında Levent Cantek'in ilhamını aldığı geceyi anlattığı bir bölüm var. Berat Pekmezci'nin koparıp duvara asılası eskiz sayfalarına geçmeden önce burada durup soluklanıyorsunuz. Cantek, Gezi Olayları sırasında bir gece bir taksi camından Ankara'nın yeni düzeninde ve kentin değişen yapılanmasında hareketlenen, kımıl kımıl toplanan yeraltı dünyasını görür gibi oluyor. Sonra o dünyanın içinde beylik laflar, hayata dair büyük feylosofluklarla kimliklerini ona açan karakterlerin peşine düşüyor. Bunca beylik lafın edilmesinin sebeplerini ararken yaptığı araştırmalardan da elimizde tuttuğumuz "Uzak Şehir" çıkıyor.
Şüphesiz “Ankara Üçlemesi” Türkiye'de yaygın olmayan bir türün yani grafik romanın yerel bir hikâyenin kanatlarında kitapçı raflarımıza gelmesini sağladı. Böylece de bu türde üretmek isteyenlerin zihnini açtı. Ancak esas olarak 'daha çok Ankara' için bir açık kapı bu üçleme. Levent Cantek ilk kitabın önsözüne Metin Altıok'un Ankara için söylediği şu cümlesiyle başlamıştı: "Herkes göz ucuyla bakıyor yok sayarak sana." Olmamış, yaşanmamış sayılan hikâyelerin, orada hiç yaşamamış sayılan insanların, üstü örtülü, katman katman sözleri Ankara. Ve bu yangınla başlayıp suç hikâyesinin tek kurşunuyla sonlanan alev alev üçleme de biz okurlarına o yok sayılmış kentin kapısını aralıyor, sonra da aralık bırakıyor.