17 TEMMUZ, ÇARŞAMBA, 2024

“Bu Kitap Hayatımızın Her Katmanını Kapsayan Değişim Üzerine”

Doçent Doktor Serdar Nurmedov ile Büyük Sorunların Küçük Kitabı odağında bizi biz yapan duygularımız, düşüncelerimiz, değişimlerimiz, kabullerimiz, reddedişlerimiz, psikolojimizi oluşturan tüm etken unsurlar üzerine konuştuk.

“Bu Kitap Hayatımızın Her Katmanını Kapsayan Değişim Üzerine”

Serdar Nurmedov, “Değişimde; geçmiş deneyimlerimiz, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar ve kayıplarımız bu süreçte ister istemez gündeme gelir” diyor ve Büyük Sorunların Küçük Kitabı ile ilgili kendimizle yüzleşme garantisi verirken, elbette bunun zor olacağını da belirtiyor. Kendimize sormaktan kaçındığımız sorunları Serdar Nurmedov’a sorduk. Bilimi ve tıp alanını gözeten içtenlikte cevaplar verdi.

Serdar Bey, sohbetimize üniversite eğitiminizi Tıp üzerine yapmış biri olarak uzmanlaşmak adına Psikiyatri Ana Bilim Dalı alanını seçmenizdeki nedenleri konuşarak başlamak istiyorum. Psikiyatri ve psikoloji bilimleri insan ruhunu kazıdığı için, gerçekten merak edip, ilgilenmeyenler için tercih sebebi olmayabilir. Tam da bu noktadan sohbetimizi başlatacak olursak psikiyatri bilimini tercih edişinizi ve merakınızı konuşabilir miyiz?

Esasında benim psikiyatriyi seçmek gibi hiç niyetim yoktu. 6. sınıfa kadar genel cerrahi servisinden çıkmazdım. Hocalarla 4. sınıfta okurken ameliyatlara girerdim. Bir keresinde apandisit ameliyatının bir aşamasında müdahale yaptığım bile oldu. Çok heyecan vericiydi fakat okulun son senesinde varlığı ile onur duyduğum Hocam Prof. Dr. Çiçek Hocaoğlu günün birinde odasına çağırdı ve psikiyatrinin ilgilendiği alanlar ile ilgili bilgi verdi. Çok ikna ediciydi konuşması. Ben de o gün karar verdim psikiyatriyi seçeceğime. Bir branş olarak psikiyatrinin heyecan vermesi nedeni ile değil, yıllarca cerrahi servisinde adeta yatıp kalkan ve “asla cerrahi dışında bir branşta uzmanlık yapmam” diyen beni hocamın kısa bir süre içerisinde ikna etme kabiliyeti cezbetti. Düşünsenize, yıllarca çarpık düşüncelerinin eseri olarak ıstırap çeken bir insanın siz birkaç yönlendirme ile hayata bakış açısını değiştiriyorsunuz. Sihir gibi. İlgimi çekti. Heyecanlandırdı. Karar verdim.

Asistanlık eğitimine ilk başladığınız günden itibaren de bağımlılık konusuna ilginiz nedeniyle çalışmalarınızı bu yönde yürütmüşsünüz. Bağımlılık konusu ile ilgili merakınızı cezbeden sebepler nelerdi? Aslında şunu da konuşmak istiyorum: Bu sebepler sizin bu günlere gelme yolculuğunuzda etkili olmuş gibi geldi. Yani bağımlılık konusunda uzmanlaşmak istemeniz Kabul ve Kararlılık konularına doğru yolculuğunuzu başlatmış gibi, ne dersiniz?

Henüz Tıp Fakültesi’nde okurken oda arkadaşım o yıllarda daha yeni moda olan bir bilgisayar oyununu getirdi. Ben de o esnada sınava çalışıyordum. “Bir iki saat oynayayım sonra çalışmaya devam ederim” dedim. Dediğimde hiç unutmam, saat 16:00 civarıydı. Oyundan ertesi gün sabah 08:00’de kalktım ve dedim ki bu sağlıklı bir şey değil. Ama o dönem bağımlık nedir vs. bilmezdim, daha 4. sınıf öğrencisiydim. Yine de tedbiren bir daha o bilgisayarın başına oturmadım ve o günden beri hiçbir cihazımda yüklü oyun yok.

Yıllar sonra psikiyatri asistanı olduktan sonra bunun bir psikiyatrik sorun olabileceğini öğrenince artık psikiyatri içindeki ilgi alanım da şekillenmiş oldu. Kendi çapımda kongreler, kurslar araştırmaya ve katılmaya başladım. Bağımlılık alanına girince “iyi ki” dedim. Çünkü bağımlılık alanında çalışmak çok öğretici oluyor. Hem sosyal hem psikolojik açıdan dünyaya farklı bir gözle bakma yetinizi geliştiriyor.

Ayrıca, her yerde söylediğim gibi, bağımlılığı olan insanlar bu dünyada görüp görebileceğiniz en zeki insanlar. Pratik zekalarını hep kıskanmışımdır. İşin içinde ağır kişilik patolojileri yoksa bu kişiler olabildiğince hassas ve merhametlidirler. Ben onları genelde bir çuval kömürün içinde kaybolan elmas olarak tasvir ederim. Biz, yani bu işin uzmanlarının görevi de bir çuval kömürü, tek tek her bir taşı itina ile ele alıp değerlendirmektir.

​2011-2015 yılları arasında bağımlılık alanında başka ülkelerde neler yapıldığını görmek için Rusya Federasyonu, İngiltere, Hollanda, Kırgızistan, Türkmenistan, Amerika Birleşik Devletleri’nde bulundum. Sonuç olarak edindiğim tecrübe şu oldu: İlaç tedavisi lazım evet, ama terapi ilaçtan çok daha önemli. Terapinin çeşitlerinin sandığımdan daha çok olduğunu ve her aşamada uygulanan terapi yaklaşımının da farklı olması gerektiğini öğrendim. Günün sonunda hastanın tamamen her bakımdan ve her açıdan değişimi tedavinin merkezinde ve tedavinin gündeminde değilse, bu tedavi tedavi değildir. Kabul ve Kararlılık Terapisi de tam olarak bunu amaçlar. Ve Kabul ve Kararlılık Terapisi'ne olan ilgim o günlerde ortaya çıktı. Çünkü Türkiye’de bu alan henüz yeni biliniyordu ve bu alanda yeni şeyler söylemek, yeni çözümler sunmak gerekiyordu.  

Büyük Sorunların Küçük Kitabı'nı yazmak üzere masanıza oturtan odak meseleniz ya da meseleleriniz nelerdi?

Ben bu kitabı yazmak için masama oturmadım. Aksine, hastalarıma Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni nasıl uygulayabilirim, sorusunun cevabını aramak için oturdum. Kaynaklar Batı menşeili ama terapi dediğin, kültüre, aile yapısına toplum yapısına uyumlu olmalı. Bugün John’un Nebraska’da yaşadığı bir sorun ve ele alma biçimi ile İspir’deki Serhat’ın sorunu ele alma biçimi bir değil. Kabul ve Kararlılık Terapisi bolca metafor kullanır. Metaforlar toplumun sosyo-kültürel yapısına uygun olmalı. Birkaç sene sayısını unuttuğum kaynağı hem tek başıma hem de psikolog arkadaşlarımla enine boyuna tartıştık, didik didik ettik. Yıllar sonra ortaya bir kılavuz çıktı. Böyle bir tedavi kılavuzunu yazmaya iten en önemli şey, genelde Batı menşeili olan terapi yaklaşımlarının bizim toplumu çok da dikkate almadan, Batı modeli bir topluma göre olması. O yaklaşımlar tercüme edildiğinde Türk kültürüne göre adapte edilmiyor. Ve bu sebeple terapi sürecinde bir yerde zorlanmalar, tıkanmalar ortaya çıkıyor. Türk toplumuna uygun olmayan ödevler, öneriler terapinin devamını nadir de olsa zorlaştırıyor. Biz de bu işin “bizcesi” olur mu? Olursa nasıl olur? diye düşünerek oturduk masanın başına. Her ne kadar, kitapta fark ettiyseniz olabildiğince sade dil kullanmaya çalışmış olsam da, bu kitabın arkasında devasa bir teknik, bilimsel ve akademik dayanak var. Kitap Relational Frame Theory, Functional Contextualism gibi birçok teoriye ve çok daha eskilerden gelen felsefeye dayanıyor. Sonuçta geniş kitlelerin böyle bir yaklaşımının olduğunu, böyle bir seçeneğin olduğunu görmelerini istediğim için çalışmalarımı kitaplaştırmaya karar verdim.

Hemen ardından şu konuları da biraz açmak istiyorum: Üçüncü nesil psikoterapi olarak bilinen Mindfulness ve Bilinçli Farkındalık kavramlarının bu çağın insanı adına ne türde ruhsal unsurlara tekabül ediyor olmaları? Çağdaş psikiyatri adına dünyada çok konuşulan kavramlar ve buradan yola çıkarsak eğer sizin ele aldığınız Kabul ve Kararlılık konularını kapsıyorlar mı?

Eğer Bilinçli Farkındalığı ya da diğer adı ile Mindfulness’ı tanımlamak gerekirse, zihnimizin tamamen burada ve şimdi olma yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Nerede olduğumuzun ve ne yaptığımızın tam olarak farkında olarak, çevremizde olanlar karşısında aşırı tepki vermeden veya kaygılanmadan, bunalmadan ya da öfkelenmeden bilinçli bir şekilde hareket etme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Bilinçli farkındalık, her birimizin tabiri caizse “fabrika ayarları”nda var ve zaman içerisinde geliştirebileceğimiz temel fıtri özelliğimizdir. Bilinçli farkındalık aynı zamanda psikolojik sağlamlık öğretisidir. Yalnız burada sağlamlıktan söz ederken taş gibi sert yapıdan değil, esnekliğin getirdiği sağlamlıktan söz ediyoruz. Bilinçli farkındalık kavramı, bu çağın insanının ruhsal unsurlarına birkaç farklı şekilde tekabül edebilir. Örnek vermek gerekirse, stres ile baş etme, duyarlılık, empati, farkındalık, kendini olduğu gibi kabul edebilme ve ruhsal gelişimi örnek verebilirim. Aslına bakarsak, Bilinçli Farkındalık değil, Kabul ve Kararlılık Terapisi Bilinçli Farkındalığı kapsar. Yani Bilinçli Farkındalık, Kabul ve Kararlılık Terapisinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Kabul; neyi, ne, nasıl kabul? Kararlılık; nasıl ve ne ölçüde? İnsan zihnini çözebilmemiz adına içinde çok fazla soru ve yorum barındıran iki kavram. Üstelik yetişkin olsak bile çocuk zihnine sahip bir toplum olduğumuz için Kabul ve Kararlılık kavramlarını olması gerektiği gibi algılamak istemiyoruz, öyle değil mi? Bu konuyu kitap boyunca tüm ayrıntılarıyla adım adım ve çok güzel ele alıyorsunuz, bu yüzden burada da konuşmak istedim.

Kabul kavramı hem açıklaması hem anlaşılması ve de kabul edilmesi oldukça zor bir kavram. Belki de sırf bu kavramı daha etraflıca ele almak için ayrıca bir kitap yazılmalı. Dilimizde kabul kavramı çaresizliğin ve ümitsizliğin sonucu boyun eğme olarak algılanır. Bir pasif eylem olarak anlaşılır. Oysa, tam tersi, kabul olabildiğince aktif bir eylem. Çünkü kabul kavramı, kaçınma kavramının zıddıdır. Kabul aynı zamanda nafile değişim çabalarından vazgeçmek anlamına gelir. Kabul vaz geçmek değildir. Kabul, vazgeçmekten vazgeçip kaçındığımız konuları konuşabilmektir. Kabul kavramı bahsinde yine dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. O da her şeyi kabul edeceğiz diye bir şey yok. Eğer bir şey bizi değerlerimiz doğrultusunda belirlediğimiz hedeflere doğru giderken ilerlememizi sağlayacaksa, yani bizim için kabul etmenin işlevsel bir yönü varsa onların kabul edilmesinden söz ediyorum. Örneğin, sağlıkla ilgili değerleri doğrultusunda sağlığına dikkat eden birisinin diş ağrısı ile gittiği diş hekimi, dişine dolgu yapmadan önce analjezik iğne yapmak ister. İğne acı verir. Refleks olarak kaçınırız, hoşumuza gitmez. Ama sağlıklı olmak uğruna acısına rağmen kabul ederiz o iğneyi. Çünkü o acının bir anlamı vardır. Sağlıklı olma değerleri uğruna giden yolda bir engel çünkü. Bir başka örnek de size kötü davranılan bir ilişki içerisinde iseniz, buna kendinize zarar vererek ya da kendinizi yıpratarak katlanmak ilişkinin bu hâlini kabul etmek yerine ortaya çıkan tüm acı ve ıstıraba yer açarak (kabul edilen şey, buradaki acı ve ıstırap), aynı zamanda değerleriniz doğrultusunda bu ilişkiyi bitirmektir kabul etmek. Yani ilişkiyi değil, ilişkinin verdiği acı ve ıstırabı kabul edip, gereği ne ise onu yapmaktır kabul etmek.

Bilinç, akıl, zihin, psikoloji, ruhsal olana dair her şey dipsiz bir kuyudur, bitmez tükenmez bir kazı alanıdır desem, katılır mısınız? Aslında sormak istediğim ve sizinle konuşmak istediğim mesele; insan ruhu tam anlamıyla iyi edilebilir mi? Özellikle çağdaş terapi yöntemleri inanılmaz gelişmeler gösterdi ama insanlar hâlâ tam olarak iyileşememekten, beklentilerinin karşılığını görememekten şikayetçi. İnsan iyileşebilir, her şeyiyle mükemmel hâle getirilebilir bir varlık mıdır?

Ruhsal alana dair ögeleri herkesin betimlemesi farklı olabilir. Ben daha çok keşif olarak betimlemek isterim. Kazımaktan ziyade, denizin derin sularına dalmak, gün ışığının bile ulaşmadığı karanlık kısımlara ışık tutmak olarak betimlerim. Elbette, yeterli ekipman ve deneyim olmadan çok derinlere dalarsak vurgun yeme ve boğulma riskimiz var. Tam anlamı ile iyi olmanın ne olduğunu tanımlamak lazım. Çünkü bu da çok subjektif bir şey. Mutlak ve sürekli “iyi olma” hâlinin peşinde koşmanın kendisi burada ve şimdi “iyi olma”mıza engel bir durum. İşte o “tam olarak” iyileşememe “iyileşme”nin önünde bir engel. Öte yandan beklentilerin karşılığını görememenin sebeplerini de iyice netleştirmek lazım. Çok şey mi bekliyoruz? Beklentilerimizin gerçekleşmesi için kendimiz yeterince çaba sarf ediyor muyuz? Beklentilerimiz etrafımızdaki insanlardan mı? Ayrıca, beklentimiz gerçekleşmedi diye üzülmenin bizi beklentilerimize yaklaştıracak mı? İşte hem kabul hem kararlılık kavramları tam olarak burada devreye giriyorlar. Öte yandan insan her şeyi ile mükemmel bir varlıktır. Elbette herkesin inanışı kendine ve fakat toplumun büyük bir kısmı adına konuşmak gerekirse, İslam’ın bu konuda öğretisi nettir. Tin süresi 4. Ayette “İnsanı en güzel biçimde yarattık” deniyor. Bu ayet, Allah'ın insanı en mükemmel ve en güzel biçimde yarattığını ifade etmektedir. İnsanın bedeni, akli yetileri, duyguları ve ruhsal yapısıyla kusursuz bir şekilde yaratıldığına inanılır. Buradan yola çıkarak, insanın “iyileşmesi” belki de “fabrika ayarları”na geri dönüp bir bakması ile mümkündür. Yıllar içerisinde edindiğimiz hırs, haset, öfke, nefret gibi bizi “iyi” olmaktan alıkoyan özelliklerimizden uzaklaşarak.

Kitabın en önemli konularından biri değişim, değişebilmek. Ayrıntılarıyla bahsediyorsunuz ama şu soruların üzerinden konuşursak eğer; değişim şart mı, değişemiyor olma sebeplerimiz ve öyle bir çağda yaşıyoruz ki sonu gelmeyecek olan değişimlerin bize ne kadar hizmet ediyor oluşu? Sürekli değişim içinde olarak değişim bize değil de biz değişime hizmet ediyor olabilir miyiz, mutsuzluk bu yüzden bitmeyen ve bir türlü kırılamayan bir döngüye dönüşmüş olabilir mi?

Hani şu klişe laf vardır; değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Baktığımız zaman hakikaten değişim, var olmanın adeta en temel ihtiyacı gibi duruyor. Bu bir nevi insanın değişen dünyaya karşı adaptasyon sürecidir. Nasıl ki, değişen ve gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda cihazlarımıza güncellemeler gelir, biz de değişen dünyaya ayak uydurmamız için sürekli bir değişim sürecinde olmamız gerekiyor. Değişimden söz ederken kişiliğimizin, karakterimizin değişiminden söz etmiyoruz. Biz yine biz olarak kalıyoruz. Değişen şey baş etme yöntemlerimiz, güncel ihtiyaçlara karşı güncel çözümler geliştirme becerilerimizdir aslında. Bu açıdan bakıldığında biz değişime hizmet ediyor olmuyoruz. Mevcut değişime ayak uydurmuş oluyoruz, güncelleniyoruz. Mutsuzluğun kaynağı değişim değildir, aksine değişime direnmektir.

Mükemmel hayat yoktur ve bunu insan çok iyi bilir, hatta dilimize pelesenk ederiz bu yorumu. Bu noktada psikiyatri ve psikoloji bilimi yanında son derece popüler bir hâl alan kişisel gelişim uygulamalarından bahsetmenizi rica etsem ne söylemek istersiniz? Bir yandan herkes başvurdu ve neredeyse herkesin bir kişisel gelişim uygulamalarına baş vurmuşluğu var, bir yandan da yadsındı sürekli. Hiç mi faydası olmadı, kişisel gelişimin insan psikolojisine destekleyici unsurlarından hiç mi bahsedemeyiz? Bir karşılaştırmaya gidersek eğer, ne söylemek istersiniz?

Kişisel gelişim önemlidir. Gereklidir fakat kişisel gelişim için başvurduğumuz kaynakların neler olduğunu iyi bilmemiz lazım. Biz Doğu toplumu mensubuyuz. Bizim toplumsal, sosyal, ailevi dinamiklerimiz ile Batı toplumuna mensup bireylerin toplumsal, sosyal, ailevi dinamikleri aynı değildir. Örneğin, Batı toplumunda bireyselcilik ve sekülerlik ön plandadır. Oysa Doğu toplumunda kolektivizm ön plandadır. Yani aile, topluluk ve grup çıkarları bireysel çıkarlardan önce gelir. Aynı zamanda Doğu toplumunda din, örf, adet ve gelenekler, sosyal yapı üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Ayrıca, Batı toplumunda ekonomik gelişmişlik ve bireysel refah daha ön plandayken, Doğu toplumunda sosyal dayanışma ve toplumsal uyum daha önemlidir. Bu bağlamda baktığımızda kişisel gelişim üzerine yazılan kitapların büyük bir kısmı Batı toplumunu göz önünde bulundurarak, Batı toplumu mensuplarına yönelik olarak yazıldığını görüyoruz. Belki onlar için son derece etkili ve yararlı olabilirler. Doğu toplumuna mensup, Doğu toplumunun değerlerini benimsemiş olan bireylere tam anlamı ile hitap etmediğini söyleyebilirim. Bu sebeple faydası da sınırlıdır. Tam etkili olması için kişisel gelişimin “bizce”sini inşa etmeliyiz.

Bazı testler yapıyorsunuz kitap içerisinde. Kontrol testi mesela. Ve tabii ki iş dünyası, beyaz yakalılar, mavi yakalılar … Toplumun tüm psikolojik yükünü bu grup taşıyor diyebilir miyiz? Bu anlamda kitap en çok toplumun çalışan bu kesimi için (plaza insanı) faydalı olacaktır der misiniz? 

Kitap aslında toplumun her kesimine hitap etmesi amacı ile derlendi. Toplumun tüm yükünü belirli grubun taşıdığını söylersek belki yanlış olur. Çünkü bir insan sadece yönetici, memur, işçi değil. Aynı insan aynı zamanda anne, baba, eş, evlat, dosttur. Bir insanın birden fazla yönü vardır. Bu kitap bir insanın birden fazla yönü, toplum içinde birden fazla rolü olduğunu vurgular ve bu roller arası geçişin esnek olmasını salık verir.

Bazı testler de mevcut kitabınızda; soru cevap ve açıklamalar şeklinde ilerleyen. Bunlardan biri yas tutma üzerine mesela. Kitabınızı edinecek okurlar için bu testlerden de biraz bahsedebilir misiniz?

Bu kitap hayatımızın her katmanını kapsayan değişim üzerine. Değişimde; geçmiş deneyimlerimiz, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar ve kayıplarımız bu süreçte ister istemez gündeme gelir. Bu sebeple kitabın son bölümü yas ve kayıplarımıza ayrılmıştır. Kitaptaki bu testler kayıp ve yasımızı anlamak, tanımlamak, kabul etmek ve üstesinden gelmek içindir. Bu sebeple önce kayıplarımızın listesini çıkarmamız gerekecek. Çünkü bazen hiç ummadığımız bir şeyin bile bizim bugün yaşadığımız sorunları tetikleyebiliyor. Bunun farkına varmak lazım. Sonra tespit edilen kayıpları teker teker tanımlar ve somutlaştırırız. Somutlaştırılan bu kayıpların bizde ne kadar hasara sebep olduğunu da tespit ettikten sonra bu kayıp ve yasın ne kadarının çözülüp çözülmediğinin listesini çıkartırız. Çünkü geçen yıllar içerisinde çoğunun üstesinden gelmiş olabiliriz. Geriye kalan bir şey var mı diye kontrol ederiz. Üstesinden gelemediğimiz bu hasar bu kayıp ve yas hayatımızın hangi alanını olumsuz etkilemiş olabileceğinin envanterini çıkartır ve kitabın bu bölümüne kadar işlenen adımlardan da destek alarak üstesinden gelebilmek için baş etme yollarını inşa ederiz.

Son dönemde neler üzerine çalışıyorsunuz? Ve elbette başucu kitaplarınız neler, elinizin altından hiç eksik etmediğiniz kitaplar hangileridir?

Son dönem ilgimi çeken ve üzerinde kafa yorduğum en önemli konu kişiler arası ilişkiler. Batı kültürünün hâkim olduğu günümüzde Batı toplumunun norm ve değerlerinin yurdum insanına olan olumlu ve olumsuz etkileri. Toplumu oluşturan yapıtaşlarının yerinden oynatılmasına bağlı gelişen sosyal düzensizlik, rol karmaşası ve insani değerlerimizin yozlaşması. Tüm bunların ebeveyn-çocuk ilişkilerini, eşler arası ilişkileri, arkadaşlık, dostluk gibi kavramları nasıl etkilediğine dair konular son günlerde en çok üzerinde düşündüğüm konulardır. Bunun üzerine çalışıyorum.

​Elimin altından hiç eksik etmediğim kitaplara gelecek olursak, tabii ki mesleğimle ilgili kitaplar. Dünya klasikleri ve hemşerisi olmakla onur duyduğum büyük şair ve düşünür, bu sene doğumunun 300. yıl dönümünü kutladığımız Mahtumkulu’nun şiir kitapları. Bazen saatlerce düşünüp bir türlü ifade edemediğim duyguları iki satırda özetlemiş olduğunu görmek muhteşem bir duygu.

0
2581
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage