Soğuk savaş döneminde sosyalist bir ülkede olmanın da kimi yazarların hayatını güzelleştirmediğini, bilâkis muhalif yazarların çok zor günler geçirdiğini biliyoruz. Doğu Bloku'ndan birçok yazar ve sanatçı bu dönemde Batı'ya iltica etmek durumunda kalmıştı, aslında onların kimileri için canını zor kurtardı bile denilebilir. Bir tarih olarak 1940, Stalin Sovyetleri’nde birçok yazarın ölüm tarihidir, biraz dikkat edilirse görüleceği üzere... Dahası, birçok yazar sürgüne gönderildi, hapsedildi. Bir kısmı da yurt dışına çıkmasına bile izin verilmeksizin kendi ülkelerinde hatta hapse bile girmeden bir tuhaf dışlanmayla tecrit edildi.
Bunlar içinde tabii ki Mihail Bulgakov'un ayrı bir yeri var. 1926 yılında sahnelenen ilk oyunu Turbin'in Günlükleri hemencecik yasaklandı. Oysa onu 1925'te tefrika olarak yayımlanan Beyaz Muhafız'dan uyarlamıştı. Otoriter iktidarlar altında tehlikeli olan mizah değil asıl hicivdir, çünkü. Daha “ne oluyor,” diyemeden 1930'a doğru yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsamına aldı. Sonra hayatı boyunca ne kitap yayımlatabildi, ne de bir oyunu sahnelendi. Yurt dışına gitmek istedi, hatta Stalin'e mektup yazdı bunun için. Ya sanatını icra etmek istiyordu ya da gitmek... İzin verilmedi. Moskova Sanat Tiyatrosu'nda bir sahne arkası işi verildi. Ölmeyecek kadar bir gelir ve yazar olmasına getirilen örtük yasakla yaşadı, fazla da yaşamadı zaten. 1940’ta böbrek yetmezliğinden hayatını kaybetti, henüz 49 yaşındaydı.
Usta ve Margarita ölümünden bile yıllarca sonra ancak 1966–67 yıllarında, eşinin gayretleriyle Moskova dergisinde yayınlanabildi, tabii sansürün elverdiği kadarıyla. Kitaplaşması ise 1973'ü buldu. Müfredata ise ancak 1990'larda girebildi. Ortaya çıktığında büyük ses getirmesi de yazarının kaderini uzun süre değiştirmedi. Dünyanın geri kalanı gibi memleketi de yıllarca Mihail Bulgakov diye bir büyük yazarı yokmuş gibi davrandı. Sosyalist ülkelerde yazarlar kıymetlidir, ancak muhalif değillerse, özellikle hem muhalif, hem de sıkı yazar değillerse...
Aslında ömrünü geçirdiği Moskova'da yazar adına bir müze bir de tiyatro hazırda bulunuyor. Bu açıdan, devletin aslında Bulgakov gibi bir yazarları olduğunu kabullenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta Stalin'in aslında yazarın yapıtlarını çok sevdiği, oyununu birden fazla kere izlediği de söylentiler arasındadır. Ancak yazar adına yapılan anıt bir türlü yerleştirilemiyordu. On yıllık bir geçmişten söz ediyoruz. Gerekçesi inanılır gibi değil ama uğursuzluk kaygısı... Heccavların hayatları da hicivle besleniyor olsa gerek, ölümlerinden sonra bile...
Bulgakov evi direktörü Nikolai Golubev, bürokratik sürecin tamamlandığını ve yapılacak bronz heykelin Mayıs'ta yine Moskova şehir merkezine kurulacağını duyurdu. Belirttiğine göre sürecin sonuçlanmasında toplanan 2 binden fazla imza, yazarın satanist olduğu yönündeki yanlış inancı kırmada etkili olmuş. Zira yazar ömrü boyunca mistisizm batıl inançlarla uğraşmış. Golubev'in yorumu ise daha yalın. Ona göre, son derece karizmatik bir şeytan yaratan yazarın, günahları şeytanın değil insanların işlediğini söylemesini affedemiyor insanlar...
Usta ve Margarita'daki Profesör Woland'dan söz ediyoruz, elbette... Şu tuhaf adını vermeyen Şeytan'dan... Heykel, kitabın ilk sahnesinde Woland'ın yazar Mikhail Berlioz'e o gün kafası kesilerek öleceğini söylediği yere konulacak: “Patrik'in Göleti”nin güneydoğu köşesine.
Heykelin hikâyesi biraz çetrefilli. 1998'de yazar için bir heykel yaptırılmasına karar verilmiş ve açılan yarışmayı Nabokov'un Montrö'deki heykelini yapan Alexander Rukavishnikov kazanmış. Tasarladığı heykel konfigürasyonu, göletin kıyısında Usta ve Margarita'daki karakterlerle birlikte yürürken Hz. İsa'nın yüzünü seyreden Bulgakov'muş. Ancak “Patrik'in Göleti”nin kıyısına böyle bir heykelin konacağı fikri kamuoyunda tepkilere yol açmış. Bu heykel topluluğunun en tartışmalı parçasıysa, üzerinde şeytan ve yardımcılarının rölyefleri bulunan devasa bir gaz ocağıymış.
Heykel kompleksi aleyhine yayımlanan açık mektupla, şeytanın işaretlerinin Patrik'in Göleti gibi bir yere yerleştirilmesi kınanınca proje durdurulmuş. 2004'te belediye anıtı Moskova'nın bir başka bölgesi olan Sparrow tepelerine yerleştirmeyi düşünmüş, ancak bu kez de Ortodoks Kilisesi itiraz etmiş; orada gömülü olan veba kurbanlarının ruhları rahatsız olur gerekçesiyle...
Belediye çözüm için göletin yanındaki bir meydana Bulgakov'un adını vermiş. Yazarın kırık bir bankta oturur halde tasvir edildiği heykeli için izin çıktı. Ancak kompleksin diğer parçalarının akıbeti henüz belirsiz. Golubev, diğer parçaların da göletle yazarın evi arasındaki yola konulmasını istiyor, “Bulgakov Güzergâhı” olarak düzenlenmek üzere...
The Guardian
Anne Frank'in Günlüğü'ne Yayın Hakları Manevrası
Kızının günlüğünü yayına ulaştıran ve sözcüklerin kızına ait olduğunu sağlığında teyit eden Otto Frank, yayın haklarını elinde tutan vakıf tarafından kitabın ortak yazarı olarak tescillendi. Bu manevranın Otto Frank'ın yazarlığıyla ilgisi yok elbette. Karar, kitabın bu yıl gerçekleşecek yayın haklarının serbest kalışını Otto Frank'ın ölümünün yetmişinci yılı olan 2050'ye erteliyor.
Kitabın yayın haklarını şu anda elinde tutan Anne Frank Fonds, ilk hamle olarak kitabı kimin yazdığına ilişkin tarihi soruyu yeniden gündeme getirdi. Ve babanın metinlerin hayattayken kızı tarafından yazıldığı yönündeki beyanatına itiraz ederek Otto Frank'ı da kitabın ortak yazarı olarak tescil ettirdi.
70'ten fazla dilde, 30 milyonun üzerinde baskı yapan bu altın yumurtlayan kitabın yayın haklarının bir 35 yıl daha vakıfta kalacağını öğrenen yayınevleriyse, gelecek sene için planladıkları yeni baskı projelerini askıya aldılar.
Time
Cervantes Ödülü Fernando del Paso'ya
İspanya'nın en saygın ödülü olan Miguel de Cervantes Ödülü'nün bu yılki sahibi Meksikalı yazar Fernando del Paso oldu. İspanya Eğitim, Kültür ve Spor Bakanı Inigo Mendez de Vigo ödül duyurusunda, del Paso'nun, tıpkı Cervantes'in kendi döneminde başardığı gibi, roman türüne yaptığı katkılarını ve gelenekle moderniteyi özgün yapıtlarında başarıyla buluşturabildiğini vurguladı. Del Paso, 125 bin Avro değerindeki Cervantes Ödülü'nü kazanan altıncı Meksikalı yazar.
Euronews
Sürgündeki yayıncıya PEN Ödülü
İran asıllı Alman yayıncı Macit Muhit'e, sürgündeki yazarların kitaplarını yayımlamakta gösterdiği kararlılık için Almanya PEN Merkezi’nin Hermann Kesten Ödülü verildi. Kendisi de ülkesini terk etmek zorunda kalan yazar, edebiyatı asla bırakmadı.
Muhit, bundan tam 25 yıl önce sahte bir pasaportla Tahran'dan kaçarak Frankfurt'a gelmişti. İzleyen üç yıl boyunca bir mülteci merkezinde iltica başvurusunun kabul edilip edilmeyeceğini bilmeksizin yaşadı. Bu, aynı zamanda mesleğine devam etme fırsatı bulup bulamayacağını da bilmediği bir dönemdi. Mesleği onun her şeyiydi ve onun için İran'ı bırakmak zorunda kalmıştı. O tarihte ona Almanya'dan ne istediği sorulsaydı tek bir cevabı vardı: “Huzur!” Bütün istediği buydu.
İşte çeyrek yüzyıl sonra Frankfurt Havalimanı'ndan sadece yarım saat uzaklıktaki Darmstadt’ta devam ettirebildiği mesleği için Almanya PEN Merkezi Başkanı Josef Haslinger'in elinden ödülü ve 10 bin Avro tutarındaki para armağanını aldı: Yayıncılık için.
Eski Almanya PEN Merkezi Başkanı Hermann Kesten (1900–1996) adına düzenlenen ödül, 1985'ten bu yana çeşitli nedenlerle zulme uğramış yazarlara verilen bir başarı ödülü. Hesse eyaleti Bilim ve Sanat Bakanlığı'nın sponsorluk desteği verdiği ödülün önceki sahipleri arasında Günter Grass, Anna Politkovskaya ve Liu Xiaobo da bulunuyor.
Bu yılın ödülü ise sürgün koşullarında yürütülen başarılı bir yayıncılık faaliyetine verilmiş oldu. Macit Muhit “Sujet” adını taşıyan yayınevini 2008'de Bremen'de kurdu. Sözcük hem Fransızcada hem de Farsçada “özne” anlamına geliyor. Muhit'in çok sevdiği bir yayıncılık teması da var: “Özgürlük”. Bu sevgi, yayımladığı her kitabın özgürlük üzerine olmasını gerektirmiyor. Suje'nin asıl sağladığı yayımlanma özgürlüğü; o olmasaydı, o yazarların kitapları muhtemelen okunmayacaktı.
Başlangıçta Sujet'de memleketinde yasaklanan İranlı yazarları yayımlamayı düşündü. Birçok İranlı yazar onun gibi 1979 devrimi sonrası sansür ve baskılar nedeniyle İran'ı terk etmek zorunda kalmış, yaşamlarını Almanya'da sürdürüyordu. (Muhit daha 18'indeyken memleketinde Gabriel Garcia Marquez'in başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık'ın 3 binlik baskısının yakılarak imha edildiğine tanık olmuştu.) İşte bu sürgündeki yazarların kitaplarını Sujet yayımlıyor, bu yazarlarsa ikinci vatanlarında yazdıkları yapıtlarıyla yerel kültüre katılma olanağı buluyorlar. İran edebiyatından örnekler Almanca, Alman edebiyatından örnekler ise Farsça yayımlanıyor. Dahası, Muhit önümüzdeki dönemde Suriye vb. ülkelerden gelen yeni sürgünlere de kucak açmaya hazırlanıyor.
Deutsche Welle
Edinburg'ta “Güzel Kitap” Sergisi
Kitap, içeriği kadar nesne olarak biçimiyle de estetiğin sahnelerinden biri olagelmiştir. İskoçya'nın Edinburg kenti, milli kütüphanesinde bugünlerde aslında hemen her yayıncılık bölgesinde ya da büyük kütüphanelerde düzenlenebilecek bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Book Beatiful” (Güzel Kitap) adıyla düzenlenen sergide yer alan kitaplar arasında ta 15 ve 16. yüzyıldan kalma eserler de yer alıyor. Küratörler, tam da bekleneceği üzere sergiyle birlikte kitabın nesne olarak sanat eseri olabileceğini belirtiyor. İşte bu yapıtlar arasında Francesco Colonna'nın 1545 basımı La Hypnerotomachia di Poliphilo'su da var, Geoffrey Chaucer'ın yapıtlarının 1896 baskıları da... Kütüphanede bulunan en eski basılı kitap 1460 tarihinde Hollanda'da yayımlanmış bir dini kitap.
Kitapların kapakları bugün de başlı başına bir uzmanlık alanı olmakla birlikte bilindiği üzere yayıncılığın ilk zamanlarında kapak tasarımı başlı başına bir sanat dalıydı. Çeşit çeşit derilerin, süslemelerin kullanıldığı kimi kitaplar, bugün de koleksiyoncuların olduğu kadar kitapseverlerin de ilgi odakları arasında yer almayı sürdürüyor. Dolayısıyla 13 Mart'a kadar sürecek serginin sadece İskoçya ve İngiltere değil, dünyanın her yerinden kitapseverin ilgisini çekeceği tahmin ediliyor.
BBC