Çıktığı ilk günden beri dikkat çeken, dergiciliğe farklı bir bakış açısı katan ve “evvela samimiyet!” mottosu ile okurları arasında samimi bağlar kuran Ayı Dergi’den Dilara Özçelik ve Özgür Akkaya ile dergi fikrinin ortaya çıktığı ilk günden bugüne gelişen süreci konuştuk.
Dergi fikrini ilk kim ortaya attı ve çıkış sürecine gelene kadarki çalışmalar ne kadar sürdü?
Özgür Akkaya: Dergi fikri Mart 2015’te ortaya çıktı, aslında başka bir arkadaşımla dergi çıkartıyorduk "Bodrum Kat" isminde, o dergi bitince yeni bir dergi çıkarma hevesi hep vardı. O zaman yeni bir dergi yapalım, hem de farklı olsun, dedik Dilara ile. Üzerine çok fazla düşündük ve ilk sayıyı elimize aldığımızda Ağustos 2015’ti. Dilara ile beraber hep ortak çalıştık. İkinci sayıdan sonra ağır abimiz Fırat Halisdemir bize katıldı. Tasarımı Yalçın Ece, redaksiyonu Caner Almaz yaptı. Tabii adını sayamayacağımız çok daha fazla emekçi var bünyemizde. İlk başta bir ekip kurarak başlamadık, zaman içerisinde bir ekip oluştu. Kervan yolda dizildi.
Ayı ismi ilk olarak edebiyat dışı gibi gelse de kapaklar ile okuru kendinize çektiniz. İsmin ‘ayı’ olmasında etkili olan neydi?
Dilara Özçelik: Biz zaten ayı figürünü çok seviyoruz. Ama o dönemde Özgür’ün iki yaşındaki yeğeni Özgür’ün arkasından ‘dayı’ diye değil ‘ayı’ diye dolaşıyordu ve bu bize çok sempatik geliyordu. “O zaman derginin adı neden ayı olmasın?” diye düşündük ve bu şekilde gelişti.
Ö.A: Derginin isim babası iki yaşında bir çocuk.
Dergilerin kapak tasarımları tartışılan bir konu. Özellikle ölü edebiyatı üzerinden dergiler çok fazla eleştiri alıyor. Ayı Dergi’de ise ilk dört sayının kapağında ayı görseli vardı, böyle devam edecek mi yoksa arada farklı görsel fikirleri de var mı?
Ö.A: Kapak fikrini genelde ben sunuyorum daha sonra oylayıp hep beraber karar veriyoruz. Hepsinde nihayetinde ‘ayı’ olacak. Farklı olsun diyorduk, farklılıklardan biri de bu. Çünkü yıldık artık. Acıtasyon, ölü edebiyatı, gerçekten yıldık. Evet, insanlar bunu seviyor ama hep insanlara bu dayatıldığı için seviyorlar ve bu başından beri böyle devam ediyor. Herkes ilk başta bir hayvan figürü ya da bir çizim koysaydı böyle devam edecekti. İnsanlar “var olan tuttu, biz de onu yapalım” diyerek devam etti. Onlarla kızgınlık ya da tartışma gibi bir durum yok. Popüler edebiyat yapıyor, dediğimiz dergiler evet ölü edebiyatını kullanıyorlar. Bu ne zamana kadar devam edecek bilmiyoruz, o zamana kadar kim ekmeğini yerse afiyet olsun.
Birçok kültür-sanat ve edebiyat dergisi olmasına rağmen ücretsiz dergi yoktu. “Ayı bu açığı kapattı, ücretsiz yayın yapıyor” derken ücretliye döndü. Bu süreci anlatır mısınız biraz?
D.Ö: Bunun iki sebebi var aslında ve ikisi de duygusal. Biz ücretsiz olunca herkes bir tane alır ve başka birisine verir, o da bir başkasına, böyle böyle sesimizi duyururuz diye düşündük. Ama kendi çalıştığımız yerlerden birine gittiğimizde ücretsiz çıkan dergimizin kahve altlığı olduğunu gördüğümüz zaman canımız yandı. Böyle olmamalıydı yani o dergiyi okusa, incelese, hakkını verse; çünkü hakkı verilmek gibi bir kaygımız var. Gerçekten o dergiyle istediğini yapabilirsin, sonuçta çoğu dergi çöpe gidiyor bugünlerde ama böyle hissedince, emeğinin karşılığını görmeyince böyle bir hissiyata kapıldık. İkinci tamamen duygusal kısma gelince de biz şöyle düşünmüştük: Evet, okurlara ücretsiz bir hizmet vermiş olacağız ama tabii ki maddi kısmın karşılanması gerekiyor sonuçta hepimiz ücretli çalışanlarız. Reklamlardan bir umudumuz vardı fakat reklamlar dilediğimiz gibi gitmedi ve dolayısıyla Ayı Dergi bir daha ya hiç çıkmayacaktı ya da ücretli olarak çıkmaya devam edecekti. Anket yaptık Twitter’dan.
Ö.A: Aslında bütün geleceği okur belirledi o aşamada. Bir anket yaptık, Ayı Dergi ya ücretli çıkacaktı ya da bitecekti. O ankette sonuç ‘bitsin’ diye çıksaydı biz bitirecektik, bu duruma kendimizi hazırlamıştık. Yani gerçekten doğrucu bir anketti o, nitekim okuyucu “bitmesin ve ücretli olsun” dedi ve Ayı’nın devam etmesine karar verdiler.
Ünlü olmayan bir yazar kadrosuna sahipsiniz ve buna rağmen okurlar tarafından çok seviliyorsunuz, bunu nasıl sağladınız?
D.Ö: Ünlü yazarların da geçmişte ünlü olmamasından doğuyor aslında. Bu anlamda bir okul olmak daha güzel bir şey. Bundan on yıl sonra birisinin kitabını aldığında “ya bu Ayı Dergi’nin ikinci sayısında çıkmıştı sanki” diyebilecek olmak benim için büyük bir keyiftir.
Ö.A: Ya zaten Orhan Pamuk tanınıyor, biliniyor yani alan almış, okuyan okumuş. Bir yerlerde yazabiliyor. İşte karşı sokaktaki çocuk da yazmak istiyor, belki daha yetenekli, niye onun yazısı yayınlanmasın? Niye hep onlar geride kalsın? Kalmasın abi. Ünlü-ünsüz ayrımı kime göre-neye göre? Bana göre Ayı Dergi’de yazan herkes ünlü.
D.Ö: Ünlülere de karşı olmak gibi bir durum değil tabii ki. Aslında ilk sayıda da ikinci sayıda da ünlü diye tabir ettiğimiz isimler yer aldı ama çoğunluk bilinmeyen okur/yazarlardan oluşuyor. Her ayın başında bine yakın maili, başka insanların yazdıklarını okumak başka bir keyif.
Derginin belli bir yayın süresi aralığı yok. Bu özel bir tercih mi yoksa imkânlar dâhilinde devam ettiği için mi?
Ö.A: Biz dergiyi çıkartınca keyif almaya çalışıyoruz. Belli bir süreye sıkıştırınca, zaten imkanlar da yok, o zaman iş zevkten çıkıyor, “aa hadi şunu da yapalım, bunu da yapalım”a dönüyor. Onun için belli bir süre aralığı yoktu.
D.Ö: İlk etapta var diye düşündük ama sonra zaten belirli mesleklerimiz ve onların getirisi stres olunca “Ayı Dergi keyif vermeyecek herhalde” kafasına düştük. Ama daha sonra “redaksiyon ne zaman biterse, yazıları ne zaman toparlarsak, tasarımı ne zaman hazır olursa çıkarırız” diye düşündük. 4. sayıdan sonrası içinse farklı anlaşmalar yaptığımız için artık rutine bağlı olarak her ay Ayı Dergi raflarda yerini alacak.
Ayı’nın ilk sayısı görme engelliler için seslendirildi. Seslendirmek kimin fikriydi ve devam edecek mi?
Ö.A: En başta ben çok istemiştim. Hatta birkaç radyo ile görüşmüştük ama bir iki öykü okunduktan sonra havada kaldı, nedense bir iletişimsizlik oldu. Birkaç hafta önce de Mehmet Furkan Dut adında bir arkadaşımız Twitter’dan iletişime geçti dergiye katılmak için, radyo programı yaptığından bahsedince ben de ona projeyi sundum. “Hadi yapalım” dedik. Aradan bir hafta geçmeden “hazır” dedi. Seslendirmesini, müziğini, düzenlemesini vs. her şeyini hazırlamış, gönderdi. Bize de paylaşmak düştü. Fikir bir şekilde benden çıktı ama emek kesinlikle Mehmet Furkan’ın.
Peki, gelen tepkiler nasıl oldu?
D.Ö: Hiç kötü tepki almadık, tüm tepkiler çok güzeldi. Keşke daha fazla kişiye ulaşsak, görme engelli tüm insanlara ulaşabilsek, başka projelere de önayak olsa bu. Ama tepkilerin hepsi çok güzeldi.
Ö.A: Tepkilerin hepsi 'teşvik edici' şekildeydi. Şimdi ikinci sayıının da ses kaydı bitmek üzere.
Popüler olmak, bir kesimin dertlerini dile getirmek, para kazanmak, fikir savunmak vs. vs. sebeplerle çıkan birçok dergi var. Peki, Ayı Dergi’nin derdi nedir?
Ö.A: Öncelikle “popülerliği sevmiyorum” diyen yalan söyler. Popülerlik sevilen bir şeydir. Ancak popüler olmadan önce neydin, popüler olduktan sonra neysin? Önemli olan bu.
D.Ö: Tabii ki kendi sesimimizi duyurmak. Çünkü çok seslilik gerçekten muhteşem bir şey. Zaten her kafadan, her düşünceden bir derginin olması çok güzel.
Dergiler arasındaki rekabet olgusuna nasıl bakıyorsunuz peki, rakip olma gibi bir derdiniz var mı?
Ö.A: Bizim için rekabet diye bir durum yok. Başka dergilerle rekabetimiz yok hatta iş birliklerimiz var. Keza her sayıda bir fanzini, bir dergiyi tanıtıyoruz. “Bakın bizi okuyorsunuz ama onları da okuyun” diyoruz. Diğer dergilerden birçok isimle bir araya geliyor, sohbet ediyoruz. Rekabet içinde dergi varsa işte asıl onlar ticari, belki de onlar edebiyatı hiç etmeye çalışanlar.
Birçok derginin atölye ya da kafe tarzı oluşumları varken siz "Müsvedde" adıyla yayınevine dönüştünüz, yayınevi olma sürecini biraz anlatır mısınız?
D.A: Aslında Müsvedde’nin Ayı Dergi ile çok alakası yok. Ayı çok farklı bir şekilde ortaya çıktı, Müsvedde çok farklı bir şekilde ortaya çıktı. İkisi de farklı projelerdi sadece ikisinin de ofisi ortak olduğu için Ayı için gelenler Müsvedde’ye de gelmiş oluyor. Müsvedde aslında bizim geleceğimiz, Ayı biraz daha gönül işimiz. Yani ikisi arasında birazcık mantık evliliği ve aşk evliliği gibi bir fark var. Müsvedde bizim işimiz artık ama Ayı bizim canımız.
İlerleyen zamanlarda okur buluşmaları olacak mı?
D.Ö: Çok istiyoruz!
Ö.A: İki-üç kez planladık ama hep hava koşullarından kaynaklı iptal oldu. Radyo Gusto üçüncü yılını kutlarken orada bir buluşma yaptık ama okur buluşması çok şart değil, adresimiz belli, gelen okurlarımıza her zaman kapımız açık.
‘Ayı olun ama ayılık yapmayın’ mottosuna sahip olan Ayı Dergi, son olarak okurlarına ne söylemek ister?
Ö.A: Söylemlerimiz bir şekilde motto oldu fakat söylemlerimizin asıl amacı kalıpları kırmaktı. Okurlara gelince: Canınızı yeriz.
D.Ö: Biz böyle mutluyuz, okurlarımızı da çok seviyoruz.