Yekta Kopan’ın yetişkinlerin dünyasına sığmayan çocukların gerçekçi, yaratıcı, oyunbaz ve distopyanın sınırlarında gezinen hikâyelerini anlattığı yeni kitabı Bana Kuşlar Söyledi üzerine bir yazı.
Yekta Kopan’ın son öykü kitabı Bana Kuşlar Söyledi, haziran ayında Can Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Yekta Kopan, okuru çabucak içine alan, akıcı bir anlatımla derin duygularda dolaştıran öyküleriyle, sevilen bir yazar. Bu son kitabındaki öykülerin de usta bir kalemin elinden çıkmış öyküler olduğunu görüyoruz.
Genellikle öykülerde çocuk bakış açısının hâkim olduğunu söylemek mümkün. Çocukların duygu ve düşünce dünyasının öykü türüne çok yakışan yanları var. Merak ve yalnızlık duygusuyla büyüklerin çetrefil dünyasını anlamlandırmaya ve kendi yolculuğunu devam ettirmeye çalışan her çocuk, içinde kopan fırtınalarla mücadele eden bir öykü kahramanı değil midir? Çocukların dünyasını iyi gözlemleyebilmek yetmiyor elbette güçlü bir öykü atmosferi kurabilmek için. Öykünün dengesi ve bütünlüğü sağlanmazsa çocuk bakış açılı yetişkin öyküleri okumak sıkıcı bir hâl alabilir. Yekta Kopan, gerçeküstü unsurlarla ve öykünün iç dinamiğini sağlayan olay örgüsüyle bu tür öykülerin nitelikli örnekleriyle buluşturuyor bizi.
Kitabın ilk öyküsü olan "Şarkısı Çocukluğun" distopik yanıyla dikkat çekerken, belki çok da uzakta olmayan “gelecek”e selam gönderiyor. Atmosfer ve anlatım açısından çok etkileyici, gerçekçi ve sarsıcı bir öykü. Babasından sonra annesinin de madende çalışmaya gitmesiyle yalnız kalan ve bilinmeyenlerin yaratığı korkularla baş etmeye çalışan on yaşında bir çocuğun ablasıyla birlikte hayatta kalmaya çalışırken yaşadıklarına tanık oluyoruz bu öyküde. Yazar, insanın köleleştirildiği bir düzende yaşamanın nasıl da anlamsızlaştığını anlatırken, ailenin ve direnişin önemini vurguluyor ve kurtuluşa doğru yola çıkma çabasında olan çocukların yolculuğunun nasıl sonuçlanacağını okura bırakıyor:
“Ablam bana yatak örtüsünden bir sırt çantası dikmişti. Kazak üstüne kazak giydik, atkılarımızı önce başımıza sonra boynumuza doladık, botlarımıza bezler sardık. Mataralarımıza su doldurduk, yiyecekleri ayrı bir çantaya koyduk. Kapıdan çıkmadan ablamın mutfaktaki büyük bıçağı çantasına attığını gördüm.” (s.31)
Yekta Kopan, bu kitapta topladığı öykülerinde aile ve çocukluk temalarından yola çıkarak aile içi iletişim kopukluklarını, aile bireylerinin iç ve dış çatışmalarını, ev içinde yaşananların ev dışına sarktığı mahalle kaldırımlarını, derin sessizlikleri, büyük gürültüleri, bazen insanın yüreğindeki boşlukları kaplayan karanlıkları, bazen de küçük bir gülümseyişten çoğalan umudu anlatıyor.
Ölüm döşeğindeki yatağında, dans etmeye olan tutkusuna tanık olduğumuz “Dancing Queen” bir anneanne yetişkinlerin dünyasında horlanan torununa, kimseye aldırmadan içinden geldiği gibi dans etmesini öğütleyerek, farklı yanlarıyla dikkat çeken bu kızın kendisine küsmesini engelleyecektir belki de:
“Sen de hep kendi çevrende dön. Hangi şarkıyla istiyorsan. Nerede istiyorsan. Sende kendi ABBA’nı bul. Aç kollarını, dön çevrende. Düşmekten korkma. Bir şekilde kalkarsın yine. Ama o sevdiğin şarkının bir notasını bile kaçırma. İçinden geldiği gibi dans et.” (s.51)
“Denizler Altında” adlı öyküde, ironik bir anlatımla tipik bir ailede olan biten garipliklerin ne kadar olağan karşılanabileceğine hınzır bir bakış atmak istiyor sanki yazar. Oldukça doğal bir olaymış gibi denizin altında unutulan ve yıllar sonra hatırlanan bir amcanın akıbetinin ne olduğuna dair duyulan merak “babanın cümlesine yerleşen bir virgül”e dönüşüyor.
“Uyku Koyunu” ilk satırlarında dramatik aile ilişkilerini anlatan bir öykü gibi görünse de okudukça dip sularda yüzen daha acı bir gerçeklik olduğunu fark ediyoruz. Yazar bu öyküde de dramatik aile içi meseleleri yalın ve güncel olaylarla anlatırken okurda oldukça derin bir etki yaratmayı başarıyor. Huzuru simgeleyen vazonun bir anda patlar gibi kırılıp saçılmasıyla, on beş yaşında intihar eden gerçek Teo’nun adını taşıyan altı yaşındaki ‘öteki’ Teo’nun bakış açısından, konuşulamayanların biriktiği gergin ilişkilerin inceldiği yerden koptuğu anlara tanık oluyoruz.
Yekta Kopan, Bana Kuşlar Söyledi adlı kitabında psikolojik yabancılaşmanın artmış olduğu çocukluk yaşantılarının kırılma anlarında odaklanarak, yalın ve akıcı bir dille, oldukça tanıdık olduğumuz duygu durumlarına başka ışıklar altında bakmamızı sağlıyor. Konuşan hayvanlar bu dünyanın masalsı yanında bizi beklerken hiç de masalsı olmayan gerçeklerle de yüzleşmemiz gerekiyor:
“Belki de bir canlının yüreği sadece çocuklukta dilediğince atıyor. Korkmadan, hesaplamadan, bütün mümkünlere inanarak. Büyüdükçe sadece kan pompalıyor kalp. Kendini bildiğin gün korkuyu da biliyorsun belki. Seninle ben… Biz ikimiz... Kendimizi bilmediğimiz zamanlarda kaybetmişiz o parçaları. Eksik kalmışız.” (s. 90)
Kısaca söylemek gerekirse Yekta Kopan, bu öyküleriyle içimizdeki çocuğa, kendi şarkılarıyla seslenen çocukların dünyasını anlatıyor. Bütün mümkünlere inanan çocukların dünyasına çağırıyor okurlarını. Her öykünün kendine özgü atmosferi içinde, gerçeğin sınırlarını zorlayan cesur çocuklar bulacaksınız Bana Kuşlar Söyledi’de. Yaz bitmeden okunacaklar listenize alın bence…
Kullanılan fotoğraflar Emre Yunusoğlu'na aittir.