Türkiye’nin dergicilik birikimini bir adım öteye taşımayı amaçlayan; kendi deyimleriyle "yaşama kültürü" dergisi olan ONS’u Genel Yayın Yönetmeni Mesut Varlık’tan dinledik.
Geçtiğimiz Kasım ayında Sevengül Sönmez’in davetiyle, yeni kurulacak bir derginin tanıtım toplantısına katıldım. Galata Kulesi’ne bakan bu küçük ve insanı hemencecik kucaklayan mekânda bir masanın üzerine dizili hediye kitaplar, defterler (sonradan, bunları yayın ekibinin misafirler alabilsin diye çalıştıkları yayınevlerinden ya da evlerinden getirdiğini, bu hediyeleşmenin böyle mümkün olduğunu öğrenecektim) ve gözlerinde pırıltıyla yeni gelenleri heyecanla karşılayan Mesut Varlık... Benim gibi konudan ilk kez haberdar olanlar, uzundur bu hayali dinleyenler ve yayın ekibi olmak üzere, çoğunu akademisyenlerin oluşturduğu kalabalık bir grup vardı ortamda. Varlık, upuzun bir sunum yaptı. ONS, “yaşama kültürü” adını alınca değinmediği konu, parmak basmadığı mesele kalmıyordu elbette. Ardından sıfırıncı sayıyı elden ele dolaştırdık, herkes önerisini, düşüncesini anlattı... O akşam bu heyecana şahit olduktan sonra dergiyi elime aldığımda düşündüğüm şey şu oldu: Mesut Varlık bir rüya görmüştü ve o rüya gerçekleşti! Mart başında okurla buluşan ONS’u ve iddiasını Varlık ile konuştuk…
Kapağında Frida Kahlo, Oğuz Atay, Müslüm Gürses’in olmadığı bir dergi çıkarmışsınız. Şu dönemde sizin de kulağınıza çılgınlık gibi gelmiyor mu?
Hem yerel hem dünya çapındaki kültürel figürlerin, bu çılgınca hız içerisinde sabun köpüğü haline getirilmelerini ayrıca konuşmak gerek. Saydığınız isimlerin ve dahasının yaşamlarımızdaki anlamının içi boşaltılıp geriye köpükten birtakım grafik çalışmaları bırakılıyor. Ne mutlu ki Türkiye, dergicilikte bir yere geldi. Böyle bir yere geldi. Böyle böyle gelinen yerden nereye varacağımızı hepimiz birlikte belirleyeceğiz.
Belki biraz çıldırmakta fayda olabilir?
Çılgınlar gibi çalışan, çılgınlar gibi yorulan, çılgınlar gibi hesap-kitap yapmakla hayatı geçen insanların çağında yaşıyoruz. Çıldırmak yerine, bu çılgın insanlar, kendilerine kalan vakitlerinde de çılgınlar gibi etkinliklere gidiyor, arkadaş buluşmaları, kitaplar, dergiler, yeni plaklar, aile sorunları, gündem takipleriyle çılgınca yaşıyor. Hayatımız düpedüz jonglörlükle geçiyor. Sabır dağı olsa patlar! Patlamıyoruz! Oysa çıldırmak iyidir; insana kendisini hatırlatır. Her çıldırmanın ardından, nasıl bir insan olduğumuzla yüzleşiriz. Denizin dibi kalktı bir kere, hikâyenin devamını ben de merak ediyorum...
ONS’un kapağında ise hep duvar resimleri olacak. Duvar resimleri, yaşama kültürümüzün en ortaklaşa deneyimlediğimiz ve en dinamik parçalarından. Dergiler, sokaklarda gezer: ONS’un kapağında, Lizbon’daki bir binanın duvarındaki resim, şu anda memleket sokaklarımızda gezinmekte.
ONS’un hikâyesi ne zaman başladı?
Yaklaşık iki yıl önce kafamdaki “bir dergi kurmak” fikriyle başlıyor. Çıkarmak değil, kurmak; çünkü tek başına yapılabilecek bir şey değildi. Kültürel açıdan nefes alamadığımı hissediyordum. Bunun paniğiyle de etrafıma bakındıkça, dört bir yanım kitaplarla çevriliydi. Güvende ve huzurluydum ama hâlâ nefes alamıyordum.
Kültür dergilerinin de sadece edebiyatın, sanatın değil; düpedüz kültürel kodların/yaşamın kan damarları olduklarını, oksijen pencereleri olduklarını kendi okur deneyimiyle bilen sanırım son nesillerden birine mensubum. Üstelik beğeniyle takip ettiğim dergilerin sayısının yıllar içerisinde nasıl da azaldığına hayıflandım. Dostlarımızla özel sohbetlerimizden de farklı bir sonuca varılmıyordu. Geçen yüzyıl başlarında insanlığın kafasına dank eden “Biz niye bu hale geldik?” sorusu aklımın köşesinde kalmış olmalı ki bir boncuk dönmeye başladı zihin tasımda. Zaman içerisinde eş-dost muhabbetlerinde kısık ateşte pişti ve geçtiğimiz sonbahar itibariyle mektuplaşmalar, görüşmeler, sancılar, bekleyişler, kıvranışlar derken bugüne geldik.
Peki, ana başlıkları nasıl belirlediniz? Yayın ekibinde akademiden ve yayın sektöründen güçlü isimler görüyorum, Vedat Ozan, Ayşe Çavdar, Handan İnci… “Popülist olmadan popüler olabilen” dergi hayalinize onları nasıl inandırdınız?
ONS, koca bir dergi açlığından doğduğu için, o açlığa uygun bir zenginlik ve genişlikte bir içerik menüsü hazırlamak gerekirdi. Üstelik bunların bütünüyle hareketli bir içerik yapısında buluşması gerekiyordu.
Cevat Çapan’ın “Dünyanın Şiiri” ve Vedat Ozan’ın Kurt Cobain’in kokusu ile Ymir’in kutsal teri arasındaki ilişkiye odaklanan ilk yazısıyla “Koku” köşeleri, sabit olarak yer almasını arzuladığımız ilk köşeler. Bu sayının dosya başlığı olan “Bilim” köşesinde ilk ağızdan, Nature Medicine’ın kapak dosyası yaptığı, kenevirin bilim dünyasını sarsan hafıza yenileyici özelliğini ortaya koyan makalenin yazarı, Önder Albayram’dan geniş çerçeveli bir dosya-yazı yer aldı. Ayşe Çavdar, Handan İnci, Serhan Ada, Funda Lena, Seçil Türkkan, Ethem Baran... Hakikaten, liste halinde saymayı garipsediğim isimlerden oluşuyor ilk sayımız.
Böyle bir akış mantığından da anlaşılacağı gibi, zengin ve hareketli bir içerik yapısına, her sayı çıktıkça, sahne sahne şahit olacağız. Geniş bir yelpazeden gelen sesleri, daha geniş bir yelpazeye duyurmak gayreti…
Ortaya çıkan ile aylardır konuşurken insanlara anlatmaya çalıştığımız içerik arasında ciddi bir örtüşme olduğu için, ikna ettiğimi söylediğiniz insanların bizlere güvenini de bir yandan boşa çıkarmamış olduk, sanırım ve umarım. Okur-içerik-yazar üçgeni, dergiciliğin sac ayakları olarak yerini bulma sürecinde, önümüzdeki sayılar da böyle böyle oluşacaklar...
Bahsettiğiniz gibi güncel siyasetten bilime, kültür politikalarından denemeye kadar birçok konu var. Ama yine de en baskın içeriği edebiyat oluşturmuş. Bu minvalde mi devam edecek?
İlk sayımız, bu konuştuğumuz içeriğin ilk ortaya çıkan ürünlerinden oluşuyor. Bir tür güldeste! Tıpkı kapağındaki duvar resimlerinin birbirlerinden farklılığı ama buluşurluğunda olduğu gibi. “Anısına” sayfamızda Ursula K. LeGuin’i “Kimin Umurunda Büyük Amerikan Edebiyatı?” yazısıyla uğurladık, “Dünya”nın entelektüel gündem konularından “CIA Destekli Edebiyat Dergileri” hakkında bir yazı, “Proust Anketi”ne Ethem Baran ve Gündüz Vassaf’ın konuk olması ve daha fazla nedenlerden ötürü, edebiyatın baskın durduğu intibaı anlaşılabilir. Fakat ONS, bir ürün-dergisi değil, doğrudan bir kültür-sanat-edebiyat dergisi de değil; bir yaşama kültürü dergisi olarak hemen her sayısında ilgisi, tansiyonu farklı olabilir. Bir okur/luk deneyimi yaşayacağız. İçine doğduğumuz kültürün içine doğan bir yaşama kültürü dergisinin hangi yollardan geçeceğini hep birlikte göreceğiz. Üstelik bu zengin ilgi alanları, doymaz merakı ve yaşama arzusuyla...
ONS’un bir özelliği de, The New York Review of Books ve Açık Radyo gibi yayın mecraları ile ortak yayına başlamış olması. Nasıl dahil oldular?
Yeni sesler duymak isteyen bir dergi olarak elbette eski programcısı olduğum Açık Radyo ile birlikte yayın yapmak aklımıza gelen ilk fikir oldu. Böylece sanırım 23 yıllık birikim içerisinde ilk kez “Radyo” olarak bir dergi yayınında düzenli yayına da geçmiş oluyor Açık Radyo. ONS’un ses tonunda da “deneyimli bir radyomanik” tını duyuluyor. Öte yandan, kitap eleştirisi alanında konumuz arka-kapak+basın-bülteni formülü ile nadiren karşılaştığımız sıkı metinler arasında sıkışıp kalıyor. Kapının The New York Review of Books’a çıkması da böyle oldu. Dünyanın en iyi kitap-kültürü dergilerinden biri de ONS ile ilk kez düzenli Türkçe yayına geçmiş oldu. Dünya literatürünü takip etmenin ve kitap eleştirisinin bir çıtası, en azından ONS için olması gerekirdi. Ayrıca “Eleştiri” başlığımızın ilk yazarı olan Yalçın Armağan’ın “Halkın Dostları’nın Talihsizliği” yazısı, edebiyat eleştirisi ile kitap eleştirisi arasındaki yaman çizgiyi vurgulayan bir yazı. Her sayımızda, umarım sayıları daha da artacak...
Giriş yazınızda da “Kültürel kuraklığımıza nefes aldırmak için yola çıktık!” diyorsunuz. Nasıl bir boşluk gördünüz, biraz açıklar mısınız? Ne demek kültürel kuraklık?
Anlamını neredeyse hepimiz gayet iyi biliyoruz: “Hiç bu kadar birbirimizi duymazdan geldiğimizi hatırlamıyorum.” Bu, içimizden de olsa kurduğumuz, bir kültürel kuraklaşma cümlesidir. Sanki ülke sınırlarımız kapalıymış da dış dünyadan haber alamıyormuşuz gibi sadece kendi aramızda dertlenir ve dertleşir hale geldik. Bu kapanma veya kapalılık etkisi, kültürel beslenme pratiklerimizi de doğrudan etkiliyor elbette.
Bu kuraklaşma, kısırlaşma sürecinden ancak ve ancak başka seslere, dünyalara ufkumuzu açarak çıkmak mümkün olabilir. Sosyal hareketlerle ilgilenen biriysek, Londra’da kendilerine Craft Guerillas diyen, örgü-dikiş-nakış ile kadınlı erkekli, ayrımcılığa karşı bir hareketle tanışabiliriz. Bedelli askerlik isteyenlerin kim olduklarıyla ilgilenen bir haber-yazıya kulak verebiliriz? Gülten Akın şiirinden açılan söz Cevat Çapan’ın dünya şiirinden Türkçeye en iyi şiir çevirileri seçkisine kadar varabilir mesela! Arka Sokaklar dizisindeki “buralı” mahalle-aile kodları hakkında bir yazı ile dünyanın ekolojik gündemi aynı dergide buluşabiliyor. Fena mı? Hepimiz odalarımızdan çıkıp biraz nefes alsak? Birbirimizin söylediklerini, ilgi alanlarını en azından şöyle bir bakmaya, duymaya, öğrenmeye değer bulsak...
Sizce ne sebep oldu bu kuraklığa? Zeminde nasıl bir kayma yaşandı?
Üzerinde bir miktar güvenle hareket edilebilecek bir zemin ne zaman vardı, hiç emin değilim? Bu konuda pesimist olmak için yeterince nedenimiz var, sanırım...
Toplu bir silkinmenin yaşanabileceğine dair umudunuz var mı peki?
Şahsen, tutunduğum başka umut yok. Gelecekten başka neye umut bağlayabileceğimi bilmiyorum. Bir menteşe zamanındayız; her şey dönüşüyor. Sürekli olarak her şeyden şikâyet etmekten sıkıldım artık. Her şeyin yüklü kısmı değişebilen, dönüşebilen şeylerden oluşuyorsa niye sadece şikayetlenmekle yetinen milyarlarca insanız?
Yaşamak, insanı törpüleyen bir şeydir ve zaman içerisinde de hepimizin bazı yönleri körleşir. Amenna, ama bu derginin çıkmasına katkıda bulunan ve destek olan insanların yaşlarına bakılsa, ortalaması kırk yaşın altında çıkmayacaktır. Demek ki, körleşmesine dayanamadığımız yönlerimizde buluştuk biraz da ONS’ta. Körleşmesine dayanmak istemediğimiz yönlerimiz; atmaya devam eden, canlı damarlarımız. Zihnimizi zinde tutan yönlerimiz. “Suni teneffüse kalmadan, kendi başımızın çaresine bakabiliriz, pekâlâ” duygusu.
Derginin ve yayınevinin isim annesi, eşiniz Çiğdem. Nasıldı o süreç? İnsanın çocuğuna isim vermesi gibidir herhâlde?
Evet, İmtiyaz Hanım’la ve yakın çevremizle isim konusunda aylarca konuştuktan sonra, yayınevi ve dergi ismi arasında doğrudan bir ilişki olmasında hemfikir olduk. Bir destek birliği sayesinde mümkün olabilen bir dergi-yayınevi kuruluşundan bahsettiğimiz için, o an itibariyle bir karar vermem gerekiyordu. İsim koyma meselesini tüm destekçilere açıp ortak karar çıkarmaya çalışmak mı; konuyu “ben artı bir”e kapatıp, açıklanabilir ve ikna edilebilir, anlamlı bir şey mi çıksın, diye iki soruya çevirince, kendi cevabımı vermiş oldum tabii. Bütün bu sürecin en başından beri beni çeken Çiğdem’i yine gözüme kestirdim ve o da gerçek bir kelime oyuncusu olduğu için başladık birlikte araştırmaya.
Ve fakat dergi-yayınevi-ismi-arasındaki bu ilişki ne olacaktı, nasıl bir ilişki mümkün olacaktı konuları üzerine de aylarca uzun uzun konuştuktan sonra bir prensip ortaya çıktı: Biri diğerinden doğabilsin ve kendi başına da manası olabilsin. Ve o andan itibaren her kelimenin içinden bir şeyler doğurtmaya çalıştık. Neyse ki ben o zamanlar hangi kelimeyi doğurtacağım diye kafa-göz bırakmadığım kelime saçmalarımı hatırlamıyorum, ama Çiğdem onları hâlâ unutmaya çalışıyor sanırım!
Yine bu konuları konuştuğumuz, haftanın yedi akşamından birinde, karşımdaki konsolu gözüme kestirdim. Üzerinde orta-lise yıllarımda kullandığım daktilo, saksıda çiçekler, birkaç biblo, Çiğdem’le evlilik fotoğrafımız… Kitap eksik! Konsol Kitapları ismi böyle çıktı. Çıktığı anda tabii Çiğdem durur mu, içinden ONS’u doğurtuverdi Konsol’un… Bizce altın değerindeki ONS sanırım bir kız çocuğu ve bu kızın büyümesini hep birlikte izleyebilelim ümidindeyim...
Ne tür bir yayıncılık yapacaksınız Konsol Kitapları’nda?
Konsol Kitapları, Mart 2018 itibariyle ilk yayın olarak “Mevsimlik-Kitap” konseptini ONS adıyla okurlarıyla buluşturdu ama henüz bunu çaktırmak istemediği için gizli bir tür yayıncılık yapıyor! Şaka bir yana, şu anda bütün önceliğimiz, odak noktamız, ONS’un üç sayıdan sonra da sağlıkla yayın hayatına devam edebilmesini sağlamak. Üç sayı çıkma sözüyle yola çıktık. Yani artık sonraki sayıların çıkabilmesi için “Tam ve Öğrenci Bilet" uygulamalı abonelik, ilan, vs. halinde seferber olmuş durumdayız. “Kitap” meselesini ayrıca konuşmak için en azından bir yıl bekleyelim bence.