Yazar Melida Tüzünoğlu ile yazarlık, edebiyat ve kitapları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik...
Baştan söylemeliyim. Her şeyden önce 'yeni'liğini 'ilginç' şeyler yazarak sürdürüyorsun. Böylece hep 'yeni' kaldığını düşünüyorum. Bunu nasıl yanıtlarsın bilmiyorum ama, böyle hem ilginç kitaplar yazmayı hem de yeni kalmayı nasıl başarıyorsun?
Gündemi ve günceli takip ediyorum; yazıları, kitapları, filmleri, tasarım dünyasını, modayı ve diğer yandan arkeolojik haberleri, evrim ve uzayla alakalı gelişmeleri ve saire. Karman çorman bir alıcı gibi beynim; her şeyi merakla öğrenmeye çalışıyorum. Bir konuya ya da bir olumsuzluğa takılıp kalmıyorum. Yabancı kaynakları okuyorum. Aldığım her türlü bilgiyi, sıkı bir sosyoloji eğitiminden geçmiş biri gibi değerlendiriyorum. Sorular soruyorum. Yazarken de, hiçbir trende bağlı kalmadan, mümkün olduğunca özgür şekilde yazmaya çalışıyorum. Tabii ki çok farklı alanlardaki yenilikleri inceliyorum ama bu bende o şeye uygun bir yazma eğilimi oluşturmuyor. Cimri Cömert’te dozu asgari düzeyde de olsa, meydan okumayı, anlamların yerini değiştirmeyi seviyorum. Sevdiğim şeyi yapıyorum; kendi isteğimle. Bana verilen bir ödev yok, ‘sonuca götüren mübah yollarda’ da yürümüyorum. İçerik tartışmasının artık banalleştiğini ve biraz da form tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu form nedir? Dilin kendisidir, elbette. Çok hikaye seven bir toplumuz, bense dili seviyorum. Türkçe mükemmel bir dil benim için, hiç bayatlamayan sürekli açılan bir hamur.
Kısa sürede dört kitap yayımladın. İlk kitabın olan ve İdefix tarafından da 'en iyi ilk roman' seçilen Ambulansla Dünya Turu(April) 2011'de yayımlandı. 2012'de Annem Bir Robot Doğurdu (April) ve 2014'de Ve Size Müthiş Bir Yemek Hazırladım(YKY) yayımlandı. Son olarak da Cimri Cömert(April) 2016'da. Beş yılda dört roman, hayli yüksek bir oran. Hepsi de “konvansiyonel edebiyata tepki niteliği taşıyan metinler”. Bildiğim kadarıyla roman dışında da metinler yazıyorsun. Söylemek gerekirse, Cimri Cömert, ilk üç kitabından hayli farklı, onlar 'konvansiyonel edebiyata tümüyle karşı' metinlerken, burada daha olağan, daha bildik iki durumdan, iki karakterden yola çıkarak yazdığın, kolay okunan ama çok etkileyen, unutulmaz bir kitap var. Düşündüren, güldüren bir yapısı da var...
Cimri Cömert, karakter üzerine bir metin. Roman yazmanın birçok biçimi var, zaman, mekan, algı ve benzeri bir noktadan hareketle yazılabilir. Bu kez karaktere yoğunlaşan ama dilin de karakterlerle direndiği bir şey yazmak istedim. Roman cimri ya da cömert olmak, ekonominin ilişkilere etkisi üzerine tabii ilk bakışta; fakat siyah beyazlar ve iyi kötüler kategorize edilemeyecek kadar çok faktöre bağlı. ‘Edebi metin analitik olabilir mi?’ sorusunun yanıtını da aradım. Kıssadan hisse anlayışının çok eskilerde kaldığını düşünüyorum; herkesin deneyimi, okuması ve tercümesi farklı. Cimri Cömert’i yazmak, okumak kadar kolay olmadı doğrusu. Moliere’in Cimri’sini ya da Raymond Carver’ın Fil’ini okurken hissettiğimiz ve düşündüğümüz şeyleri, o güçlü ve somut zekayı burada da görebiliyor muyuz? Benim için önemli olan bu. Okunduktan sonra hatırlanmayacak şeyler yazmaya başlarsam, bitişim olur. Hatırlanacak şey hikaye olmasın; başka, benzersiz bir şey olmalı: bir nükte, yazıya dair total bir hissiyat ya da bir ses.
Nedense Cimri Cömert'ten sonra bir de o kitsch görsellerdeki “veresiye satan/peşin satan” ve “ağlayan çocuk” karakterlerinin yer aldığı romanlar da yazsa ne iyi olur diye düşündüm. Çünkü senin 'karşıyapıt'ların diyelim, klişeleri de ti'ye alan, eleştiren, mizah duygusu yüksek, sarkastik, eleştirel dili de sıkı kitaplar...
Performans kaygısı olmayan, çeşitli kriterlere göre puan alma derdi olmayan, ünlü ve zengin olma psikozuna girmeyen insanların mizah duygularının ve gözlem yeteneklerinin kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Benim bir gruba, sınıfa ait olma endişem yok, o yüzden bağımsız ve özgürüm.
Bir defa Cimri Cömert çok cömert bir kitap, her bakımdan. Senin çok iyi gözlemci olduğun da muhakkak, dilin tadını çıkardığın da. Ayrıca bazı iyi şairler ve postmodern romancılar gibi sen de listeci ve sayıp dökmecisin. Cimri Cömert'in daha girişinde başladığın 'sandalye antolojisi' roman boyunca sürüyor. Onlara fiillerden isimler vermeyi de düşünüyorsun, hem de cins değil özel isimler. Sanki yalnızca nesnelerden oluşan ve eşyaların birbirleriyle konuştuğu, sustuğu, tartıştığı filan bir roman yazabilirmişsin gibi geliyor bana...
En iyi listeci Bilge Karasu bana göre, bir anda yıldırım gibi liste düşer kitaba, yakar yıkar. Bir de Şeyler’i yazan Georges Perec. Çok çok iyi koku alıyorsunuz, şimdi yazacağım kitapta hiç insan olmayacak. Tamamen nesneler.
Cimri Cömert'teki cimri karakteri, Moris, daha ilginç bulduğumu söylemeliyim. Cömert olan Mert ise daha sık rastladığımız ya da öyle sandığımız bir tip. İlkine değil, ikincisi olmaya pek çok erkeğin can attığına da eminim. Ne tuhaf ilki abartılmış ama daha gerçek geliyor, ikincisi ise doğal olmasına karşın ilki kadar gerçek değil gibi...
Açıkçası abartılı olanla gerçek olan çok iç içe geçmiş durumda hayatımızda; pijamayla sokağa çıkmak eskiden abartılı bir şeydi belki ama son birkaç yıldır bir sürü tasarımcının koleksiyonunda pijama sokak ve gece kıyafeti olarak binlerce dolara satışa sunuluyor. Ya da çok komik şekilde, kadınların toplumsal ortamda sigara içmesi ya da alkol alması bir bağımsızlık ve ‘erkeklik’ göstergesi olabiliyor. Cimrinin kurduğu sıkı, cömertin sunduğu gevşek ilişki biçiminin ikisinin de kadına etkisi düşünüldüğünde, olağan dışı durumlar görüyoruz. Kadın birinde atomize oluyor; diğerinde devleşiyor. Sürekli küçülüyor ya da devamlı büyüyor, kasları yetmiyor, yetişemiyor; hastalanıyor yani bir bakıma. O beden, o ruh o kadar eğilip bükülmeyi kaldırmak zorunda değil. Erkeklerin arzusu iktidar, kadınlar da kurbanlaşmaya müsait.
Ece Çelik kitapla ilgili yazısında (Radikal Kitap, 12 Ağustos 2016 Cuma), Simge'nin bu cimri ve cömert iki erkeği kah Freud'un anal ve oral dönem açıklamalarıyla, kah Michel Foucault'dan söylem analiziyle tahlil ettiğini söylüyor. Biraz bu saptamadan söz eder misin?
Psikanaliz okumalarında karşılaştığımız konular; Freudyen teoriye göre libidinal enerjiyle dünyaya geliyoruz. Gelişimimizde çeşitli süreçler geçiyoruz; oral yani ağızla ilgili früstrasyonlar yetişkinlikte daha ham ve gerçekçilikten uzak ve sürekli ağız tatmini arayan kişilikler gelişmesine; anal dönemin ise ya da basit deyişle bebeğin tuvalet eğitimi sürecinin gelecekte kişiliğe kompulsiyon olarak, temizlik, para konularında takıntı olarak geri dönmesine sebep oluyor. Tabii çok kabaca böyle. Freud’un ve Lacan’ın fallik dönem okumaları çok ilginç ve hatta artık onları iyice edebi buluyorum. Şimdilerde daha çok beyin, hormonlar üzerine okumalar yapıyorum. Bir seratonin hormonunun insanın hayatına etkisi o kadar büyük ki... Aslında her şey, her türlü teori ve önerme birbirine bağlı ama durumu çok karmaşıklaştırmayalım en iyisi.
Bundan sonraki 'ilginç' kitabının ne olacağını şimdiden şiddetle merak ettiğimi söyleyerek bitiriyorum. Belki söylersin...
Yeni metin az önce de söylediğim gibi eşyalar üzerine olacak. Biraz daha açarsak, eşya ama mobilya değil. İnsanların çok sevdiği, çok haşır neşir olduğu, çok ihtiyaç da duyduğu şeyler üzerine yazacağım. O kadar heyecanlıyım ki yazacağım şeyden korkmaya başladım.