26 EKİM, PAZARTESİ, 2015

Çocuklar İlkokula "Kitap Okunmuş" Olarak Gelmiyor

Bambaşka bir formasyondan gelip resimli çocuk kitabı yazarlığına demir atan Tülin Kozikoğlu ile yazmaya ve okumaya dair söyleştik. Tülin Kozikoğlu kendi yazarlık macerasını anlattı, yazar-çizer ilişkisine değindi, okul öncesi çocuklara kitap okumanın önemine vurgu yaptı ve yeni çıkacak kitaplarından bahsetti. Tülin Kozikoğlu bu alanda yazmak isteyenler için ise “Çocuklara bakmayın, kendinize bakın” diyor.

Çocuklar İlkokula

Resimli çocuk kitabı yazarlığına nasıl kaydınız? Bambaşka bir iş kolundan ve formasyondan geliyorsunuz.

Evet, çimento ve demir çelik sektörlerinde pazarlama alanında çalıştım. Aslında oldukça klişe bir hikâyem var. Anne olunca işi bıraktım. Kızımla birlikte çocuk edebiyatını keşfettim. Çocuk kitaplarını kızıma okurken baktım ki "kızıma okumak" kadar aslında "kendime de okuyorum". Kitaplarla aramdaki ilişki ortaokul yıllarında kuruldu. Öncesinde kitap okuyan bir çocuk değildim. Kitap okunmuş bir çocuk hiç değildim. Yani okumayı sökmeden önce kitaplarla tanışmış bir çocuk değildim. Dolayısıyla resimli kitaplarla tanışmam kızımın doğumuyla oldu. Ve o dünyaya hayran kaldım. Okudukça okudum ve böylece bir süre sonra da her annenin yaptığı gibi ben de hikâyeler uydurmaya başladım. Hikâyeyi "uydurmak"la "yazmak" arasında uzun bir yol olduğunu keşfetmem uzun sürmedi tabii. Bunun üzerine Bilgi Üniversitesi'nde Dr. Fatih Erdoğan'ın verdiği Çocuk İçin Yazmak isimli eğitime katıldım. Eğitimden sonra yazmaya devam ettim. Öykü "uydurma"ya kızım 3 yaşındayken başlamıştım, ilk kitabım yayımlandığında kızım 9 yaşındaydı. 

Farklı bir formasyondan geliyor olmanızın avantajları veya dezavantajları oldu mu?

Pazarlama geçmişimin çok faydasını görüyorum. Biliyorsunuz ki okumayla ilgili ciddi sorunları olan bir ülkeyiz. Sürekli "Çocuklarımızın daha çok kitap okuması için ne yapabiliriz?" diye düşünüyoruz, konuşuyoruz. Ben çocuk edebiyatındaki pazarlama faaliyetlerini bu derde çare olarak görüyorum. Muhteşem yemekler yapıp harika bir sofra hazırlıyorsunuz ve evinizde oturup bekliyorsunuz. Sonra da kimse gelip yemedi, tüm yemekler çöpe gitti diye üzülüyor, söyleniyorsunuz. İyi yemek yapmanız yeterli değil ki. Eğer telefon edip misafirlerinizi davet etmezseniz elbette kimse gelmez yemeklerinizi yemeye. Pazarlama faaliyetlerini bu davet telefonuna benzetiyorum. Siz istediğiniz kadar iyi kitap yazın, kitabınızı duyurmazsanız okunmaz. Bu durum resimli kitaplar için özellikle geçerli. Çünkü henüz ülkemizde resimli kitapların önemi bilinmiyor. Çocuklar ilkokula "kitap okunmuş" olarak gelmiyor.

Berna Gençalp ve Tülin Kozikoğlu ©Korhan Karaoysal

"Kitap okunmuş çocuk" derken, neyi kast ediyorsunuz?

Bizde "kitapsever" yetiştirme konusunda iki yanılgı olduğunu düşünüyorum... İlki çocuklara ancak okumayı söktükten sonra kitap alınması. Oysaki okumayı sökmek oldukça zorlu bir süreç. Çocuk o güne dek sadece oyun oynuyor. Onca yıldır "gönlünün götürdüğü yere giden" çocuk, ilkokula başlayınca birden ona "Şimdi şu sandalyede 40 dakika oturacaksın, şu şekillerin her birine birer ses denkleştireceksin ve o sesleri ve şekilleri bir araya getirerek kelimeleri, kelimeleri bir araya getirerek de cümleleri oluşturacaksın" deniyor. Ve sonra da o zorlu süreci ona yaşatan nesneyi, yani kitabı sevmesi söyleniyor. Niye sevsin, nasıl sevsin? Öte yandan bir de okula başlamadan önce yıllarca annesi-babası tarafından kitap okunmuş bir çocuk düşünün. Kitap, ebeveyni çocuğun yanında kılar çünkü kitap oyuncaktan farklı olarak okumayı bilmeyen çocuğa ancak bir yetişkin tarafından ulaştırılır. Oyuncağı çocuk tek başına oynar ama kitabı okuyamaz. Ebeveyni tüm konsantrasyonuyla ve mutlu bir şekilde yanında kılmayı başaran bu nesne elbet çocuğun zihninde çok güçlü bir nesne olarak yerini alır. O çocuk okula başladığında kitabı çoktan seviyordur zaten. Geriye sadece o sevdiği nesneyi fethetmek için okumayı sökmek kalmıştır. Çocuklarımızı kitapsever yapmak istiyorsak rol model olmak yetmez. Yani kendimizin kitap okuması yeterli değildir, çocuklarımıza kitap okumamız gerekir. Özellikle okula başlamadan önce resimli kitaplarla tanışan çocuğun ileride "okur" olma ihtimali yükselir. İkinci yanılgı ise okulöncesinde çocuğuna kitap okuyan ebeveynlerin okumayı sökmüş çocuğa "Tamam artık, sen okuyabiliyorsun. Haydi, kendin oku" diyerek kitap okuma seanslarına son vermeleri. Çocuğun okumayı sökmesinin ona ceza olarak geri dönmesi. Ben okumayı söktükten sonra da anne-babaların çocuklarına ergen olana dek her gün kitap okumaya devam etmelerini öneriyorum. Tıpkı birlikte dizi film izler gibi, bir roman da her akşam bir bölümü okunarak bitirilebilir. 

Bir resimli çocuk kitabı yazarı olarak resimlenmiş kitap ve resimli kitap arasındaki farklar hakkında neler söylemek istersiniz?

Okul öncesi çocukları için hazırlanmış, resim-metin dengesi sağlam kitaplara "Resimli Kitap" denir. Resim-metin dengesi derken, resimle metnin eşit yer kaplamasından bahsetmiyorum. Resimle metnin hikâye anlatıcılığında eşit rol oynamasından bahsediyorum. Biz yazarlarda hikâyenin tamamını anlatma eğilimi vardır. Oysa resimli kitap yazarları egolarını bir kenara koyup hikâyenin bir kısmının anlatılma işini çizere bırakmak zorundalar. Bir örnek verecek olursam: "Bu Ne Tatlı Şey Böyle?" isimli kitabımın kahramanı Loli kardeşini kıskanıyor ve eve gelen misafirler bebeğin yanına gidip "Bu ne tatlı şey böyle!" dedikçe onlara "Haklısınız" diyor. Okur, yazarın söylediklerine inanacak olsa Loli'nin kardeşini tatlı bulduğunu düşünebilir. Oysa orada gerçekleri çizer söylüyor: Loli "Haklısınız" derken başından çıkan düşünce bulutunda elindeki pastayı kardeşinin yüzüne atıyor, ya da elma şekeriyle kardeşinin kafasına vuruyor. Resimli kitaplarda, burada olduğu gibi, çizer öykü anlatıcılığında sorumluluğu yazarla paylaşıyor. Oysa resimlenmiş kitaplarda 3–5 sayfada bir resim olur ve görsel sadece hikâyede anlatılanı tekrarlar, görselleştirir. Bu yüzden resimlenmiş kitaplar yazarıyla anılır, çoğu zaman çizeri hatırlanmaz. Oysa resimli kitaplar iki isimle anılır, anılmalıdır. Yazar ve çizer... Biri annesiyse diğeri babasıdır kitabın. Resimli kitaplar okulöncesi için yazılsa da ben çocuklar büyüdükçe o kitapların "Artık büyüdün" diyerek kaldırılmasını doğru bulmuyorum. Bence resimli kitaplar her yaşta okunabilir. Tıpkı evimizin duvarındaki bir tabloyu yaşımız ilerledikçe indirip yenisini koymadığımız gibi resimli kitaplar da her daim hayatımızın içinde olabilir bence. Ne de olsa her yaşta, hepimizi mutlu etmeyi başarıyorlar.

Resimli çocuk edebiyatı çok özel bir alan. Sizin de dediğiniz gibi metin tek başına var olmuyor. Çizerlerle nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz? Çizerleri nasıl seçiyorsunuz?

Bazen öyküyü yazıp 2–3 yıl o öyküye uygun çizer arıyorum. O durumda bir dolu çizerle iletişime geçip öykümü okuduktan sonra bir-iki sayfa örnek çizmelerini istiyorum. Bazen öyküyü yazıp yayınevine yolluyorum ve editörüm çizer öneriyor. Bazen öyküyü yazarken aklımda bir çizerin çizimleri uçuşuyor. Doğrudan o çizeri arıyorum. Bazen bir çizerin çizimlerini görüp hayran kalıyorum. "Keşke bana bir kitap çizse" diyorum. Bir iki yıl içinde o çizerin tarzına uygun bir öykü çıkınca iletişime geçiyorum. Bu güne dek dört farklı çizerle çalıştım. Bu yıl resimlenecek, çizerleri seçilmiş dört farklı proje daha var. Yani çizer bulmak her seferinde farklı bir öykü içeriyor. Çizerleri nasıl araştırıyorum derseniz, en çok diğer çizerlere sorarak. Öykümü yollayıp "Bu öyküye uygun çizebilecek bir arkadaşın var mı?" diye soruyorum. Behance'de gezinirken beğendiğim çizerlerin beğendiği çizerleri inceliyorum. Facebook'ta “Çocuk Kitabı Çizerleri” adında bir sayfa var. Bence artık o sayfa da yazarlara çok yardımcı oluyor. 

©Korhan Karaoysal

Daha önceki bir röportajınızda çocuğunuzla oynadığınız oyunların size ilham verdiğini söylemişsiniz. O zamandan bu zamana çocuğunuz büyüdü. Şimdi ilhamınızı nereden alıyorsunuz?

Sadece bir kitap serimden bahsetmiştim "oyundan ilham aldığımı" söylerken. Aslına bakarsanız ben ilhamımı en çok kendimden alıyorum. Sorun-çözüm ilişkisi ilgimi çektiği için kendi yaşadığım sorunlar en büyük ilham kaynağım dersem abartmış olur muyum bilemiyorum. Ben nerede zorluk yaşıyorsam ona kafa yoruyorum ve sonra da o sorunun özüne inip çocuk zihnine uygun şekilde dillendiriyorum. Birçok kez kendim için yazıyorum galiba. Yazı yazmanın sağaltıcı bir yanı var benim için. Öykü yazmak isteyenler bazen soruyorlar bana, "Ne yazalım?" diye. Onlara da bunu öneriyorum: "Çocuklara bakmayın, kendinize bakın" diyorum. Çocuklara bakıp, "Onlar ne ister? Onlara ne iyi gelir?" diye düşünerek yola çıkılan öyküler çoğu zaman tepeden bakan öyküler oluyor bence. Samimi ve gerçek bir şeyler yazmak isteyenler kendilerinden yola çıkarlarsa daha sağlam adımlarla ilerlerler. 

Yazdığınız kitaplar için özel araştırmalar yapıyor musunuz?

Bazen kısacık bir resimli kitap için aylarca düşünüyorum. Kafamın bir köşesinde dönüyor. O konuyla ilgili bazen bir kitaptan bir cümle, bazen bir filmden bir cümle, bazen bir çay sohbetinden bir cümle yakalıyorum. Onları biriktiriyorum. Bu birikimle bir gün öykünün sonu beliriveriyor kafamda. Sonu belirmiş öykü benim için artık bilgisayar başına geçilecek öykü oluyor. Nadiren de sadece öykünün sistematiğini belirleyip oturuyorum klavyenin başına. Sadece sistematiği belirlenmiş öykülerde daha çok araştırma yapmam gerekiyor. Mesela tasarruf konulu bir öykü yazdım. Bir de noktalama işaretleriyle ilgili bir öyküm var. Her ikisi de resimleniyor şu sıra. Her ikisi için de o konularda yazılmış öyle çok kitap inceledim ki. 2014 ve 2015 yazlarında Amerika'da birer ay kaldım ve kütüphane ve kitapevlerinde ne bulduysam okudum. Bir iki kitap okursanız "taklit etme" riskiniz olur ama kırk elli kitap okuduysanız kafanız bulanıyor ve sonunda kendi öykünüzü bulma ihtimaliniz artıyor. Bir de Ayasofya kitabım var ki onun için aylarca sadece okudum ve not aldım. O başvuru kitabı olduğu için bambaşka bir araştırma türü gerektiriyor tabii. 

Biraz da yarattığınız başkahramanlardan bahsedelim istiyorum. Saf iyi ve saf kötü kahramanlar değil sizinkiler… 

Evet, genellikle bir zaafı olan kahramanlar seçiyorum. Zaafı var ama bu zaafı aşacak gücü de var. Çoğu zaman benim öykülerimde kahramanlar zaaflarını aşmanın yolunu bir yetişkinden öğrenmiyorlar. Ya yaşadıkları olaylar içinde kendileri bulup çıkarıyor yöntemi ya da yaşam kahramanın zaafları aşmasına yol açıyor veya destek oluyor. 

©Korhan Karaoysal

Yazdıklarınızın tiyatro oyunlarına da kaynaklık ettiğini öğrendim. Yazdıklarınızı sahnede izlemek çok heyecan verici bir his olmalı...

Evet, çok çok heyecan verici. Önceki yıl Meraklı Gezginler serisinin ilk kitabı, Yemeğini Arayan Tırtıl sahnelendi. Geçen yıl üç kitabı birlikte sahneledi bir okul. Bu yıl da Leyla Fonten'den Öyküler serisini toplu halde oyunlaştırıyorlarmış. Harika... Başka ne diyebilirim ki!

Şu ana dek okuyucularla buluşmuş olan kitaplarınızın çoğu seri…

Evet, ama bu yıl seri olmayan kitaplarım da çıkacak. Bu güne dek seri yazdım çünkü bir üst öykü altında toplanmış öyküler fikri hoşuma gidiyor. Ayrıca kızımla resimli kitapları okurken serileri seviyorduk. Bir kahramanla dost olduktan sonra onun hayatına daha derinlemesine, daha uzun süreli misafir olmak gibi seri okumak. Yazar olarak da pratik. Bir kalıp oturttuktan sonra o yolda ilerlemek yazarın işini kolaylaştırıyor. Belki biraz basite kaçmak. Ama zaten ben de amatörüm... Henüz beş yıllık yazarım. Dediğim gibi bu yıl tek kitaplar yılım. Ehilleştikçe serilerden uzaklaşacağım belki de, kim bilir. Fakat bu bir kural değil asla. Yazmaya doyamadığım bir konu veya bir kalıp olursa, hemen seri yazmaya geri dönerim. Ayrıca yayınevlerinin de hoşuna gidiyor seriler; satışı çok daha kolay. Eski mesleğim, pazarlamacı tarafım belki de bana seri yazdırdı bu güne dek, bilemem. Satışı artırdığı kesin. Tabii iyi bir yazarsanız seri yazarak satışı artırıyorsunuz. Siz iyi öykü yazamıyorsanız, ister beş kitaplık, ister on beş kitaplık seri yapın, kimse kitaplarınızı almaz. Seriden satın aldığı kitabı sevecek ki ikinciyi de, üçüncüyü de almak istesin okur. Bu arada, şunu da söylemeliyim: siz iyi bir yazarsanız, sadece kendi kitaplarınızın değil, diğer yazarların da kitaplarının satışını  artırıyorsunuz. Kaliteli ürün üreterek rakibinin ürününün pazarlamasına destek veren tek sektör edebiyat bence. Örneğin buzdolabı üreticisiyseniz ve kaliteli bir buzdolabı ürettiyseniz müşteri sizin ürününüzü aldığı anda rakibiniz bir satışı kaybetmiş olur. "Buzdolabı çok iyiymiş, gidip bir buzdolabı daha alayım" demez. Oysa siz iyi bir kitap yazarak çocuğu kitapsever yapıyorsunuz.  Sizin kitabınızı okuyup keyif alan okurda yeni bir kitap okuma isteği uyandırıyorsunuz.  İyi kitapla buluşan çocuk, tıpkı hiç doymayan bir canavar gibi, bir tane daha bir tane daha kitap istiyor. Belki önce sizin (kitabını beğendiği yazarın) diğer kitaplarını okuyor ama daha sonra başka yazarların kitaplarına eli uzanıyor. 

Tülin Kozikoğlu ©Korhan Karaoysal

Kitap yazmanın dışında çocuklara yaratıcı yazı dersi veriyorsunuz. Bu nasıl bir ders? 

Çocuklara yaratıcı yazı öğrettiğim bir ders. Teknolojiyle birlikte yazı hayatımıza öylesine girdi ki... Geçmişte sözlü olarak hallettiğimiz birçok iletişimi artık yazılı olarak yapmak durumunda kalıyoruz. Hem gündelik hayatta hem de iş hayatında. Dolayısıyla ben yazının şahikasını yaşadığını düşünüyorum. Çocuklarımıza kendilerini yazıyla etkili bir şekilde ifade etmeyi öğretmek zorundayız. Yazı yazmayı beceremeyen artık yol alamayacak. Bu tespitten ve ziyaret ettiğim okullardaki öğretmenlerden aldığım talepten yola çıkarak Amerika'da University of Pittsburgh'de "Çocuklara Yaratıcı Yazı Nasıl Öğretilir?" konulu, 140 saatlik bir eğitim aldım. Beş yıldır çocuklara yaratıcı yazı atölyesi yapıyorum ve öğretmenlere de bu eğitimi nasıl vereceklerini öğrettiğim bir ders veriyorum. Böylece eğitimimi alan öğretmenler de benim uyguladığım teknikleri derslerine entegre edebiliyorlar. Ben yazı yazmayı ikinci bir dilde konuşmaya benzetiyorum. Nasıl başka bir dilde konuşmaya çalışırken söylemek istediklerimizi tam olarak söylemekte zorlanırız, iletmek istediğimiz mesaj süzülerek karşı tarafa geçerse, sözlü olarak aktardığımız bir hikâyeyi (veya günlük bir olayı) yazmaya kalktığımızda da söyleyeceklerimiz bir elekten geçmişçesine süzülür.  Bu benzerlikten yola çıkarak, çocuklara ikinci dil öğretilirken uygulanan metodlar gibi, yani oyunlarla öğretiyorum yazı yazmayı. Yazarlık sırlarımı paylaşıyorum... Fakat bunu çok ciddi, teknik bir iş yapar gibi değil de güle oynaya, hoplaya zıplaya yapıyorum. 

Yetişkin edebiyatı ile aranız nasıl? Hiç yetişkinler için yazmayı düşündünüz mü? Hiç resimsiz kitap yazmayı düşünüyor musunuz? 

Yetişkinler için yazmayı hiç düşünmedim. Bazıları doğuştan yazardır. Ben sonradan, öğrenerek yazar oldum. Çocuk kitabı yazmayı öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum. Oldukça zorlu ve uzun (hatta bitmeyen) bir eğitim. Bu hayata ancak bunu sığdırabilirim. Yetişkin edebiyatı yazmayı öğrenecek vaktim yok. Kapasitem de yok. Kaldı ki öğrenmeye ilgim de yok. Okumak yetiyor. Öte yandan, resimli kitap dışında çocuk kitabı yazar mıyım? Evet, o olabilir. Şu anda elimdeki resimli çocuk kitabı projelerine ancak yetişebiliyorum. 

0
13515
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage