Paola Peretti’nin kendi hayatından esinlenerek, dokuz yaşında görme yetisini kaybeden Mafalda’nın ilham veren hikâyesini anlattığı kitabı Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe üzerine bir yazı.
Acı, keder ve mutsuzluk, öznesi çocuk olunca başka bir etki yaratıyor üzerimizde. Savaşın ortasındaki bir çocuk ya da depremde yıkılmış bir evin enkazından çıkan oyuncak bebek görüntüsü daha derin iz bırakıyor.
Niçin böyle bu?
Muhtemelen hepimizin ruhunun derinliklerinde yaralı bir çocuğun olmasından. Nihan Kaya, İyi Aile Yoktur kitabına şu cümleyle başlamakta ne kadar haklı: “Çocukluk bir cehennemdir.”
Paola Peretti’nin kendi hikâyesinden yola çıkarak kaleme aldığı gençlik romanı Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe’de bize içimizdeki cehennemi; örselendiğimiz yerlerimizi hatırlatan ve bunların yeniden sızlamasına neden olan hikâyelerden. Kitabı okurken sık sık gözlerim yaşardı. Üzerine düşününce bu anlarda aslında benim değil içimdeki çocuğun gözlerinin yaşardığını fark ettim.
Bazen bir film, roman ya da tiyatro oyunu vesilesiyle içimizdeki çocukla yeniden bağ kuruyoruz. Bu durum kimi zaman yaranın kabuğunu kaldırıp yeniden kanatmaktan başka işe yaramıyor; kimi zamansa yalnızlık hissimizi gidermekle ya da bize benzeyen bir başkasına şefkat duymakla o eski yarayı bir parça da olsa onarmamıza yardımı oluyor.
Yarayı yeniden kanatmak dışında bir etkisi olmayan hikâyelerin ortak özelliği yaratıcılarının o yaraya “çalışması” sanıyorum. Yani aslında (pek çok Hollywood yapımında olduğu üzere) bu eserlerin yaratıcıları da insanların içinde kanamaya hazır eski yaraların olduğunu biliyorlar ve izleyiciyi/okuru tavlamak için bu duyguyu sömürebiliyorlar. Bu tür bir motivasyonla üretilmiş eserler alıcısını duygulandırıyor, ağlatıyor, etkiliyor ama bu duygu, yaratıcı bir şeye nadiren dönüşüyor. Sanatsal bir yaratıma dönüşmekten söz etmiyorum, kişinin ruh dünyasında bir dönüşüme, bir iyileşmeye yol açmasını kast ediyorum ki kişinin içsel dönüşümü de en az bir sanat eseri yaratmak kadar değerli.
Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe, duygulara ulaşmak ile onları sömürmek arasındaki o ince çizgide yer yer tökezlese de esas olarak bu tarafta kalmayı başarmış, şifa veren bir kitap.
Mafalda, dokuz yaşında ve altı ay içinde görme yetisini tümüyle kaybetmesine neden olacak bir hastalığı var. Romanın ilk cümlesi bu bilgiyle okunduğu an dramatik bir anlam kazanıyor: “Bütün çocuklar karanlıktan korkar.”
Ömrü boyunca o karanlığa gömüleceğini bilen Mafalda’nın son ışık kırıntılarını değerlendirdiği ve kendini karanlığa hazırladığı altı aylık zaman diliminde geçiyor roman. Mafalda’nın “özrü” başta onu giderek yalnızlaştırmış gibi görünüyor. En yakın arkadaşı artık onunla oynamak istemiyor mesela. Sınıf arkadaşları dersi kaynatmak için sıralar arasında birbirlerine notlar fırlatırken Mafalda bu ortak eyleme dâhil olamıyor. Mafalda kendini dışlanmış hissediyor. Ve onun kendini dışlanmış hissettiği her anda benim de içimdeki küçük kızın gözlükleri buğulanıyor.
Başka nerelerde buğulanıyor gözlük camlarım?
Mafalda mutfağın kapısında biraz daha bekleyip düşünce gücüyle annesinin ona doğru dönmesini sağlamaya çalıştığında.
Onun için önemli tek şeyin; bir sorunu olduğunda ve sıcak, yumuşak bir şeye dokunmak istediğinde kedisinin etrafta olmasını istediğini söylediğinde.
Doktor Olga, ona yakın bir zamanda tümüyle karanlıkta kalacağını söylediğinde; Mafalda “Bazı haberler insanın yanında sarılabileceği bir kedi varken verilmeli” diye düşündüğünde. Ve o gün gelip çattığında, Mafalda artık tümüyle karanlıkta olduğunu anladığında… “Bütün çocuklar karanlıktan korkar ve ben de korkuyorum. Çünkü benim için karanlık, oyun için gözlerime taktığım ve bir daha çıkaramadığım bir fular gibi.”
Mafalda’nın hikâyesi bana başka başka şekillerde karanlıkta kalan, belki de bırakılan demeliyim, tüm çocukların hikâyesi gibi geldi. Bazen insan sevilmediğini hissettiği için kalır karanlıkta, bazen ötekilerden farklı olduğu ve bu yüzden dışlandığı için, bazen onu koruyacak ebeveynlerden yoksun olduğunda, bazen istismar edildiğinde… Karanlık aslında bir çocuk söz konusu olduğunda yaşanabilecek tüm travmaların metaforu gibi biraz da. O yüzden Mafalda’nın “somut” karanlığı, bize içinde kaybolduğumuz ve neden orada olduğumuza bir türlü anlam veremediğimiz bütün o diğer karanlıkları hatırlatıyor.
Ama aynı zamanda da bize o karanlığa bakma cesareti de veriyor. İşte kitabın şifa veren ve kendini diğer “duygu sömürüsü” yaratımlardan ayıran da bu yönü.
Bu hikâyenin başlangıcında Mafalda için üzülmemize izin veriyor yazar. Hatta bir parça bu üzüntüyü ağlak olmayan ama şiirsel diliyle bilinçli olarak yaratıyor. İlk 20 sayfada kâğıt mendillerimizi hazırlıyoruz. Fakat sonra bir şey oluyor. Yazar, Mafalda’nın o kadar da yalnız olmadığını, kedisi Ottimo Turcaret’in yanı sıra onu çok seven bir ailesi olduğunu gösteriyor bize. Şimdi hayatta olmasa bile yaşarken onunla çok sıkı bir bağ kuran babaannesinin Mafalda’nın iç dünyasında hâlâ bir yeri olduğunu ve onu oradan desteklediğini fark ettiriyor.
Mafalda’nın ailesi dışında bir de evin dışından bir yetişkin arkadaşı var. O da okulun hizmetlisi Estella. Nevişahsına münhasır bu Amazon kadını Mafalda ne zaman yere düşse yanında bitiveriyor. Mafalda’nın yaşam boyu rehberi olacak cümleler hediye ediyor ona. Yazarın bu rolü sınıfsal ve kültürel olarak Mafalda’ya yabancı bir karaktere vermiş olması özellikle çok hoşuma gitti. Nitekim Estella da Mafalda’nın evsahibi olduğu bu topraklarda bir öteki. Hem yoksul, hem de yabancı.
Buraya kadar okuduklarınızdan sonra diyebilirsiniz ki, “Peki kendi yaşıtları? Mafalda’nın hiç arkadaşı olmadıktan sonra ne yapalım bütün bunları?”
Öyle değil. Yazar, romanın ortalarında bir yerde Mafalda’yı Filippo ile tanıştırıyor. Mafalda başlangıçta Filippo’nun dost olabileceğine ihtimal vermiyor. Deneyimleri ona dostça yaklaşacak bir yaşıtı olamayacağını öğretmiş çünkü. Fakat Filippo sonunda Mafalda’nın en iyi arkadaşı oluyor. Hatta belki ilk aşkı.
Ve tabii bir de edebiyat! Mafalda’nın okuduğu kitaplardan edindiği arkadaşlarını es geçmemek gerek. Ağaca Tüneyen Baron’un Cosimo’su, Çocuk Kalbi’nin Garrone’si ve Küçük Prens. Yazar bu kitabın okurlarının kulağına da bir arkadaş armağan ettiğini fısıldıyor sanki. Mafalda’nın arkadaşları gibi, Mafalda da bizim arkadaşımız olabilir. Böylece kitap da kahramanı da şifa verici özelliğini perçinliyor.
Bütün bunların ortasında kökleri ta derinlere uzanan bir başka canlı daha var; kiraz ağacı. Yazar bir romanın içinde Mafalda’yı çepeçevre saran doğasıyla, hayvanları ve insanlarıyla ışıklı bir dünyası olduğunu hatırlatıyor bizlere. Şifa bulabileceğimiz adresleri bir bir sıralıyor sanki.
Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe, Genç Timaş etiketiyle yayımlanmış. Bu bize kitabın bir gençlik romanı olduğunu düşündürebilir. Kuşkusuz ki gençler için çok şey vaat ediyor. Özellikle arkadaşlık mefhumu, farklı ve “kusurlu” görünenle kurduğumuz ilişki gibi konularda gençlere çok şey söyleyeceği muhakkak. Merhamet duygusunu güçlendiren ne varsa okunsa sevindiricidir bana göre. Ama bu romanı sadece gençlere tavsiye etmek, yetişkinlere haksızlık olur.