Türk ve dünya çocuk yazını ölçeğinde bol ürünlü bir kalem olarak seçilen, alanında birçok yazınsal ve toplumsal projeye imza atan ve 2010 Astrid Lindgren Ödül’ü adayı olan Aytül Akal ile kitapları ve yazarlık yürüyüşünün kilometre taşları üzerinde söyleştik.
Yazarlık yaşamınız 70’li yılların başlarında başlasa da çocuklara yazmanız 1991 yılında yayımlanan Geceyi Sevmeyen Çocuk masal kitabınızla başlayıp romanlarınızla, öykülerinizle, şiirlerinizle, oyunlarınızla ve süregelen masallarınızla günümüzde ikinci dalyaya çok yakın bir sayıya (157) ulaşarak artan bir ivme ile sürüyor. Sevgili Akal, neden ağırlıklı olarak çocuk yazını?
Günlüğüme, “İlerde yazar ya da şair olmak istiyorum” diye yazmıştım. Yani daha çocukken, yazar olacağımı biliyordum, ancak çocuklara yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Bu, bana da sürpriz oldu.
Okulu bitirir bitirmez çalışmaya başlamıştım. Aklım yazmaktaydı, ancak ne yazacağımı bilemiyordum, sürekli arayıştaydım. Hayat Mecmuası ve Elele Dergisi’nde görev yaptım, böylece yazma tutkumu biraz olsun oyalayabiliyordum.
Derken bir gün küçük oğlum Alper benden masal istedi. İlle de “kertenkele masalı” diye tutturdu. Sonrası, çorap söküğü gibi geldi. www.aytulakal.com adresine girip “Küçük Kertenkele” diye arama yaptığınızda, hayatıma yön veren bu anının öyküsünü bulabilirsiniz.
Verdiğiniz onca ürünlerin yanı sıra yazın yürüyüşünüze o denli çok yazınsal ve toplumsal proje sığdırmışınız ki (Yol Boyunca Renkler, Bebeğimi Seviyorum Ona Kitap Okuyorum, İlk Aşkım vb.) hangisini önceleyeceğimi şaşırıyorum. Toplumsal şiddete ‘hayır’ diyen ve öncülüğünüzle Türkiye’de ilk kez uygulanan; şiddetin toplumca doğal ve sıradan bir olay olarak algılamaya başlamasına tepki olarak bir araya gelen çocuk yazını yazarları ve çizerlerin omuz vermesiyle ortaya çıkan Hani Her Şey Oyundu tüm Türkiye’de ses vererek yaygınlaştı. Projenin geçmişi ve geleceği bağlamında düşüncelerinizi alabilir miyim? Bir de şöyle bir dilek/ öneri bağlamında bir soru sorayım: Kitap yeni katılımcıların dahil edilmesiyle bir ‘kült kitap’ durumuna getirilebilir mi?
Aklımda her zaman çok fikir vardır, yapılabilecek de çok şey. Ancak fikir üretmek yeterli değil, onu gerçekleştirecek çalışkan ve yaratıcı bir ekip gerekiyor. Her proje ancak böyle bir ekibin varlığı ve emeğiyle ortaya çıkabiliyor. Hani Her Şey Oyundu, 16 ilde Valilik Yayını olarak basılıp, 3-7. sınıfların kitaplıklarına armağan edildi. Keşke 81 ilimize ulaşabilseydik. Ancak valilerle iletişim kurup projenin önemini anlatmak ve uygulamasını takip etmek gerçekten çok zaman alıcı, emek isteyen bir çalışma gerektiriyor. Hani Her Şey Oyundu’yu 2006 yılında başlatmıştık. Ülkenin farklı illerinde Hani Her Şey Oyundu’yu duyan, gören öğretmenler halen bize ulaşıp Hani Her Şey Oyundu’yu nerede bulabileceklerini sorup duruyorlar. Haklısınız, her zaman durduğu yerden alınıp sürdürülebilir çok sağlam bir proje Hani Her Şey Oyundu. Çalışmaya hazırız.
Ülkemizde bir ‘Çocuk Müzesi’ kurulması projenizin de var olduğunu biliyorum. Kapsamı nedir, bu konuda bir gelişme var mı? Ve dahası heybenizde başka hangi projeler var sevgili Akal?
Çocuk Müzesi Derneği’ni kurmamız uzun yıllar öncesine dayanıyor. Ankara Üniversitesi’nden bir gurup akademisyen arkadaşla birlikte, yurt dışında örneklerini gördüğümüz çocuk müzelerinden birini Bursa’da kurmak üzereydik, bize yer bile verilmişti. Ancak belediye yönetimi değişti, eski yönetimin çalışmaları durduruldu, biz de ortada kaldık. O günlerden bugüne hiç olmazsa “çocuk müzesi” kavramını yerleşmesini sağlayabildik. Şimdilerde Mamak Belediyesi ve Ankara Üniversitesinin iş birliğiyle Mamak’ta bir çocuk müzesi kurulma girişimi var. Çok yakında güzel haberler alacağız.
TEDA kapsamında yabancı dile en çok çevrilen yazarlar arasında 56 kitapla dördüncü sırada yer alıyorsunuz. Bunun yanı sıra ilginç bir ödülünüz var ki; yazın alanı bağlamında onurlanmanız ötesinde ülke ekonomisine de katkı vermişsiniz sanki. 2015 yılı içinde yayımlanan 16 çeviri kitabınızla, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 2015 TET (Turkish Electro Technology) İhracat Başarı Ödülü. Duygularınızı alabilir miyim?
Tamamen rastlantısal bir ödül bu. Yani 16 kitabın aynı yıl içinde yabancı dilde yayımlanması şanslı bir rastlantıydı. Böylece edebiyatta 2015’in “İhracat Yıldızı” oluvermişim. Hele ki ödül yoksunu bir yazar olduğumu düşünürseniz, ne kadar sevindiğimi anlayabilirsiniz. Evet, şaka etmiyorum, gerçekten de somut bir ödülüm yoktur benim. Nedeni tahmin edilebilir belki. Ödüller bana teğet geçer, böyle de bir kısmetsizliğim vardır. Ama her yazarın sahip olmayı isteyeceği en büyük ödül benimdir aslında: Okurlarım! Yüzbinlerce okura sahibim. Kitaplarımı severek okuyan ve bana mektuplarıyla ulaşan...
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nün düzenlediği, V. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yaşayan Yazarlar Sempozyum Dizisi çerçevesinde; alandaki yazar-çizerler, akademisyenler, öğretim elemanları, yayıncılar, editörler, eleştirmenler, öğretmenler ve öğrenciler kitaplarınızı büyüteç altına alarak araştırdılar, incelediler, eleştirdiler. Sevgili Akal, adınıza düzenlenen sempozyumdan ne gibi dönütler aldınız?
2012’de gerçekleşen sempozyum, artık neredeyse 50 yıla yaklaşan yazın hayatımın topluca elden geçirilmesi gibiydi. Bilirsiniz biz toplum olarak, kimseyi ön plana çıkarmayı sevmez, onunla ilgili değerleri ortaya koymak için ölmesini bekleriz. Sonra da yana yakıla ölenin işine yaramayacak övgüler dizeriz. Oysa bu sempozyum, sanatçıyı yaşarken anmayı, ona değer vermeyi önceliyordu. Bir sanatçı için heyecan verici, efsanevi bir süreç. Osmangazi Üniversitesi bu bağlamda kutlanması gereken, öncü bir üniversite. Sempozyumda sunulan araştırmaların tamamı bir kitapta toplanarak Tudem Yayınları tarafından yayımlandı. Bu çalışmalar, tezlerini hazırlayan yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ışık tutması açısından da çok önemli. Son beş yılda onlarca yeni yapıtım yayımlandı. Keşke yeniden böyle bir sempozyumun öznesi olabilse kitaplarım, çok isterdim.
Masallarınıza değinmek istiyorum: Geleneksel masalların olumsuz özelliklerini, çocukları gerçek yaşamdan koparmayan düşsellikteki yapısına evrilterek çağcıl masalların kapılarını aralayan öncü bir uğraşınız var. Masal Masal bunun onlarca örneğiyle dolu. Nasıl başladı bu ‘masal’ serüveniniz?
1989’da başlayan masal serüvenim tamamen rastlantısal gelişti. Onların her birinin kitaba dönüşeceğini bilmeden, bir sürü masal anlattım oğullarıma. Sonra da unutmayayım, tekrar istediklerinde rahatça okuyayım diye, daktiloda kâğıtlara geçirdim. Derken bir gün, kucağımdaki onlarca masalın bütün çocukların severek dinleyeceği ya da okuyacağı birer kitap olduğunu fark ettim. Çocukluğumda okuduğum bazı masalların üzerimde bıraktığı olumsuz etkileri unutmuş değildim. Bu nedenle, ruhlarında fırtınalar estirerek, duygularını inciterek değil, çocukların dünyasından, onların diliyle yazarak iz bırakmak istedim. Masallarım, 26 yıldır hâlâ yeni yeni baskılarla sürekli okunduğuna göre, başardığımı düşünüyorum. Belki de klasikleşecek ilk çağdaş masallar olacak onlar ilerde...
Dört serilik Süper Gazeteciler romanınız, macera kitapları seven çocuklar için biçilmiş kaftan. Dedektifliğe dönüşen gazetecilik serüvenleri; haber peşinde koşmalar, haber kaçırmalar, haber rekabeti, organ, eroin kaçakçılığı, belediye arsaları üzerinde dönen dolaplar, perili evler, sihirbazlık numaraları, ilk gençlik döneminin masum aşkları; kısaca otuz altı kısım tekmili birden maceralar dizisi… Yapıtlarınızda görülüyor ki günümüz gençleri teknolojiyi kullanmada bizim kuşağı hayli aşmışlar. Çok zekiler, sorunların üstesinde gelme konusunda epeyce donanımlılar ve macera düşkünüler… Sevgili Akal, sanırım çocuk yazınına başlamadan önceki gazetecilik döneminizden birçok gözlem ve yaşanmışlıklar birikmiş dağarcığınızda. Şaka değil, ciddi söylüyorum; yetişkinler için de bir polisiye romanı yazmayı düşünüyor olmalısınız?..
Yazma tutkum 1974’te beni Hayat Mecmuası’nda yazmaya yönlendirdi. Derken Elele Dergisi’nin eki, 16 sayfalık Bindallı’yı hazırlamaya başladım. Bu deneyimler bana gazetecilikle ilgili epey deneyim kazandırdı. Ancak ne yazık ki bugünkü gazetecilik anlayışı, o günlere göre çok farklı. Süper Gazeteciler’e gelince... Bir buluşmamızda, Yedinci sınıf öğrencileri benden ısrarla “roman” istediler. O güne kadar roman yazmamıştım. Ama haklıydılar, masallarımla büyüyen okurlarıma artık roman da yazmalıydım. Peki ama ne? Ben yedinci sınıftayken ne yapıyordum diye düşündüm. Kendi başıma “Sınıf Gazetesi” başlığıyla bir gazete çıkarıyordum. Televizyonun, bilgisayarın, hatta evlerde telefonun olmadığı yıllar. Şimdi olsa gençler gazetelerini nasıl hazırlarlar diye düşündüm ve böylece Süper Gazeteciler fikri doğdu. İlk kitabı 2000 yılında basılan seri, yüzbinlerce okura ulaştı. 34. baskıya gelen Süper Gazeteciler’in baskı adedini Tudem artık on bin olarak yayımlıyor. Ha bu arada belirteyim, bir roman yarışmasına yollamıştım Süper Gazeteciler’i, kazanamadı…
Şiir dosyalarınız arkadaşlık, paylaşma izlekleri odağında bol konu çeşitliliğiyle hayli kabarık! Anımsarsınız, Mavisel Yener’le birlikte yayımladığınız şiirlerinizi; -özellikle çocukları varsıl imge yoğunluğu ve güzel Türkçesiyle kuşatan, uçuran Kar Sesi, Mavi Ay, ve Denizin Büyüsü şiir kitaplarınızı- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nün düzenlediği, V. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yaşayan Yazarlar Sempozyum’unda sunduğum bir bildiri ile yorumlamış; günümüz yetişkinler şiiri bağlamında, ‘neden yetişkin şiir okuru azdır?’ sorusuna yanıt aramış ve ‘çocuklarda yaşam boyu sürdürebilecekleri şiir sevgisinin, beğenisinin temellerinin nasıl atılması’ gerektiği konusunda şiirlerinizden örneklerle olumlu karşılıklar bulmaya çalışmıştım. Günümüzde gereksinimini çok duyduğumuz bir etik değeri, ‘paylaşma’ kavramını ortaya koyan Ay Akışları şiirinizdeki; Bir ışık o/ Bir ışık ben/ Bir düş kurduk/ Bir şiire koyduk…// Paylaştıkça çoğaldık/ Bölüştükçe arttık dizeleriyle de özdeşleşen Mavisel Yener’le ışıklı bir şiir serüveniniz var. Bu yazın yoldaşlığını bizimle paylaşır mısınız?
1997’den beri çocuk kitapları sayfasını hazırladığım Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayımlanmak üzere Mavisel Yener’le telefon aracılığıyla röportaj yapmıştım. O İzmir’de oturduğu, ben İstanbul’da olduğum için tanışıklığımız yok gibiydi. 2002 yılında gazete yazılarına ara vermek istedim. Duyurunun yayımlandığı perşembe sabahı küçük bir çocuk arayıp beni bir güzel payladı, “Aytül Akal, okurlarınıza sormadan ayrılamazsınız, ben siz yazıyorsunuz diye okuyorum o sayfayı,” diyerek... Şimdi opera sanatçısı olan Ihlara idi sesin sahibi; Mavisel Yener’in kızı...
O günden sonra Mavisel Yener’le internet üzerinden yazışmaya başladık. Ay üzerine yazdığı şiirlerini yollamıştı bana. Ben de oyun olsun diye onun şiirlerine şiirle karşılık verdim. Bir de baktık, “şiirleşmeye” başlamışız. Bu oyunu yıllarca sürdürdük. Sözcüklerimizi önce aynı konuda ayrı ayrı daha sonra aynı şiir içine koyarak şiirleştik, çok da eğlendik.
2004’te yayımlanan Mavi Ay ile başlayan şiir birlikteliğimiz, nice şiir kitaplarına yayıldı. Oyunumuzu öykülerle, romanlarla da sürdürdük. Okurlarımız, arkadaşlarıyla “birlikte” şiir, öykü yazdıklarını söylüyorlar. Ekip ruhunu canlandırdığımız ve birlikte çalışmaya örnek olduğumuz için mutluluk duyuyoruz.
Son olarak okurlarınıza iletinizi alabilir miyim?
Okurlarımı sevgiyle kucaklıyor, postacının bana sürekli getirdiği coşkulu mektupları için teşekkür ediyorum. Onlara söyleyeceklerimi öykülerim, masallarım, şiirlerim, romanlarımla iletiyorum zaten. Benim asıl sözüm, kitapları sevmediğini düşünen, “okumayanlara”... Onlar kim bilir hangi sıkıcı kitapla karşılaştılar da okumayı sevmediklerine karar verdiler. Ya da yaşlarının üstünde bir kitaba zorlandılar... Onlara demek isterim ki “Henüz doğru kitapla karşılaşmamışsınız!”. Sorun, araştırın, deneyin. Çünkü heyecanla, merakla, severek okuyacağınız kitaplar, yolunuzu aydınlatmak için bir yerlerde sizi bekliyor...
Görsel: Benny Yap