02 ŞUBAT, SALI, 2016

“Çok Hızlı Gitmemek Lazım. Her Şey Adım Adım...”

“Düşünen Spor Dergisi” mottosuyla yayın hayatına başlayan, sporun sadece istatistiklerden oluşmadığını, edebiyatla, sinemayla iç içe olduğunu gösteren ve spor dergiciliğine yeni bir boyut kazandıran Socrates Dergi üzerine, derginin yayın yönetmeni Caner Eler ile konuştuk…

“Çok Hızlı Gitmemek Lazım. Her Şey Adım Adım...”

Dergi fikrini ilk kim ortaya attı ve çıkış sürecine gelene kadarki çalışmalar ne kadar sürdü? 

Aslında çok daha geriye gitmek gerekiyor. Üç-dört sene önce Avrupa Birliği Ajansı ile başka ülkelerden ve üniversitelerden insanlarla fikir alışverişi yaptığımız bir toplantımız olmuştu, o dönemde Bağış Erten ve birkaç dostumuzla beraber böyle bir fikir aklımızdan geçmişti. Zaten dergi çıkarmak çocukluğumuzdan beri hepimizin hayalimizde olan bir şeydi. O an olmadı ama ondan sonraki süreçte daha doğru bir zamana denk geldi, şartlar oluştu ve Can Yayınları ile çalışmaya başladık. Can Öz başta olmak üzere tüm Can Yayınları ekibi müthiş bir destek verdiler. Onların bir parçasıyız. Bundan da büyük gurur duyuyoruz.

Gördüğüm kadarıyla Socrates, son dönemde çıkan dergilere baktığımızda aralarında konsepti en farklı olan dergi. Düşünen spor dergisi ama içinde edebiyat ve sinemacılar da var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında bizim hayata bakış ortaklığımızdan kaynaklı. Bazılarımız Eurosport kökenli, Bağış Erten orada genel yayın yönetmeni, ben orada uzun yıllardır spikerim, zaten ortak bir kafa yapımız var. Çok farklı spor dalları var ve bu spor dallarını didaktik olarak anlattığımız zaman belki de insanların ilgisini çekmeyecekti ama onun perde arkasındaki şeyleri anlattığımızda, başka konularla çapraz geçiş yaptığımızda ilgi çektiğini ve bunun daha iyi aksettiğini gördük onlara. Dergide de aynı kafa yapısını uyguluyoruz açıkçası, sonuçta birbirinden kopuk değil spor, müzik, diğer sanat dalları ve hayatın içindeki her şey. Bunlar bence hep iç içeler. Biz de bu havuzun içinde yüzüyoruz. Mesela Frank Sinatra’nın sporla ciddi bağlantıları var ya da Arjantin’in meşhur filmi Gözlerindeki Sır bir spor filmi değil ama tarihin en iyi futbol sahnesi o filmde. Biz bu tip şeylere daha çok kafa yoruyoruz. Zaten hayata bakış açımız bu. Zorlama değil. 

©Korhan Karaoysal

Sporun edebiyatla ya da sinemayla birleşen noktalarını da işliyorsunuz, çok yönlü bir dergi kimliğiniz var. Mutfak ekipte tam olarak kaç kişi var?

Zor soru, birini unutursam beni keserler (gülüyor). Başta Yazı İşleri Müdürü dostum Onur Erdem var. İşinde muhteşemdir. İkimiz her şeyi paslaşarak yönetiyoruz. Ekibin en önemli özelliği paylaşmak zaten. Birbirimizi çoğumuz uzun zamandır tanıyor. Genel Koordinatör Orkun Yeşim var. O da çok eski arkadaşımız. Orkun da mesela idari işlerin yanı sıra aynı zamanda iyi bir gazeteci olmasından dolayı editör olarak da destek atıyor bize. Ekip çok geniş. Yazı işlerinde İnan Özdemir, Uğur Ozan Sulak, Kutay Ersöz, İlhan Özgen, Atahan Altınordu, Sevecen Tunç, Ozan Can Sülüm, Mustafa Taha, Emir Güney, Burak Kuru vs. gibi yaklaşık 10-12 kişi varız ama başta stajyer olarak gelen genç isimler de vardı. Aras Yetiş, Emre Gürkaynak, Buğra Balaban ve Ali Çolak, onlar da çok iyi çalışıp iyi işler çıkardıktan sonra şimdi yazı işleri ekibine dahil oldular. Biz sadece yazıyla yürüyen bir dergi değiliz aynı zamanda görselliğe de önem veriyoruz. Tasarım ekibi de çok önemli bizim için. Orada önce Oya Çitçi vardı. Harika işler yaptıktan sonra bayrağı Bertan Kılıçcıoğlu aldı. Onunla beraber Alptuğ Uslu da tasarım mutfağının diğer önemli parçası. TBWA Ajans’tan Hüseyin Sandık da tasarım ekibinin başında hünerlerini konuşturuyor. Kreatif Direktörümüz kendisi. Aynı zamanda Volkan Karakaşoğlu’nun bu konuda özel emekleri var. Durum bu bizde, herkes bir şeyin ucundan tutuyor. Duygu Coşkunseda reklam için büyük emek verirken İzgecan Günal IT işlerini toparlıyor. Tabii ana ekip dışından da Ethem Onur Bilgiç gibi müthiş, farklı yetenekli insanlardan da destek alıyoruz. Onlara ayrıca teşekkür ederim.

Socratesdergi.com’da aynı zamanda çok etkin, içerikleri nasıl sağlıyorsunuz?  

Socratesdergi.com’u biz alelade bir site olsun diye yapmadık. Parlak olduğunu düşündüğümüz ya da parlatmayı düşündüğümüz, o anda etki etmesi gereken yazıları oraya koyuyoruz. Dergi bir ay sonra çıktığı için tam o aktüel etkiyi etmiyor ama siteye ekleyerek değerlendiriyoruz. Siteye ayrı içerik üretmenin yanında dergiden de zamanı geldiğinde bazı içerikleri oraya aktarıyoruz. Dijital platformda da var olmak önemli çünkü.

Osman Palabıyık ve Caner Eler ©Korhan Karaoysal

İlk sayınız ikinci hatta üçüncü baskıyı yapmıştı. Bu beklediğiniz bir ilgi miydi?

Bizim yaptığımız konseptte bir dergi olmadığı için bir hareket bekliyorduk açıkçası ama böylesine yanardağ patlaması gibi bir ilginin olacağını düşünmemiştik. Ne televizyon ne de başka bir mecra için reklam bütçemiz olmadığı için beklenmiyordu ama insanlar sahiplendi ve yukarı çektiler. Sosyal medyanın etkisi çok büyük. Sosyal medyanın olmadığı bir ortamda çıksak böyle bir patlama olur muydu bilmiyorum. Bir ilgi bekliyorduk ama beklediğimizin çok üstünde bir ilgi geldi ve çok mutlu olduk. Bizim gibi düşünen insanların daha fazla olduğunu görmek çok hoşumuza gitti. Bir misyonumuz yok, dünyayı değiştireceğiz, dergicilikte devrim yapacağız gibi şeylerle çıkmadık. Sadece sevdiğimiz şeyleri yapmaya çalıştık. “Devrim yaratacak” gibi sloganlar vardır ya bizim öyle bir mottomuz yoktu, sadece fikirlerimize kimsenin karışmadığı daha doğru bir ortamda aktarmaya çalıştık o kadar. 

Bazı dergilerin kafe tarzı oluşumları var etkinlikler için, Socrates Dergi’de ilerleyen zamanlarda böyle bir oluşum olacak mı?

Üzerine iyice düşünülmesi gereken bir şey kafe. Bantmag bu işi çok iyi yapıyor, Lügat365’de çok güzel bir dükkan açtı. Onlar da dergi ya da kafe değil ama çok güzel bir kültürel oluşum. Böyle şeyleri görüyorum ve hoşuma da gidiyor açıkçası, imreniyorum. Ekibin de hoşuna gidiyor. İleride düşünebiliriz ama şu an gündemimizde değil, onun  için kesin bir şey söyleyemiyorum. Ama bazı projelerimiz var, kafe değil ama insanlar ile buluşmak için bir şeyler yapacağız. Dergiyi anlatacağımız konferans ve sempozyumlar da olacak ilerleyen zamanlarda ama bunlar sabit bir dükkan işi değil. Bunlar sadece insanlarla farklı ortamlarda yüz yüze buluşmanın keyfini almak için.  Fakat ilerde neden bir kafe olmasın. Ama çok hızlı gitmemek lazım. Her şey adım adım...

Peki, dijital dünyanın geliştiğini de göz önüne alırsak, Socrates Dergi ilerleyen zamanlarda sadece dijital olarak yer alır mı ya da bunu tercih eder mi?

Bunu şimdilik tercih etmiyoruz. Zaten baştan çıkış noktamız basılı olması. Tablet versiyonlara gitmememizin sebebi bu. Benim çocukluğum bu tip dergilerle geçti ve biz de bunu yaşatmaya çalışıyoruz. Dergiyi almak, elinde tutmak, taşımak, kahve içerken okumak gibi keyiflerin devam etmesini istiyorum, ekip de öyle, hatta Can Öz de aynı kanaatte zaten. En azından bir süre sadece böyle devam edecek. Sonra tablete belki geçme durumu olabilir; çünkü yurtdışından çok okuyamayan ve talep eden oluyor, onların aboneliği de zor olduğu için belki onlara özel bir tablet edisyonu yapılabilir. Ama hiçbir zaman tamamen baskıdan vazgeçmeyeceğiz. Dijital için ise planlarımız ilerde var olmak orada da.  

Futbol tarihinde birçok iyi futbolcu olmasına rağmen derginin isminin Socrates olmasında etkili olan neydi?

Bunu çok düşündük biz de. Socrates’in onu izlemiş izlememiş olsun tüm nesiller üzerinde bıraktığı bir iz var. Müthiş zarif ve virtüöz bir futbolcu olmasının yanı sıra ismini aldığı ünlü düşünürün ruhu adeta ona geçmiş gibi de düşünen ve bunları dile getiren bir insan. Onun oynadığı efsane Brezilya’nın 82 Dünya Kupası kadrosu tarihin en göz hoş gelen futbolunu oynadığı halde kazanamamıştı. Ama tarihte en akılda kalan takımlardan biri oldu. Hala güzel futbol denince o takım ve Socrates akla gelir. Aynı zamanda sahada konuştuğu kadar saha dışında yaşanan olaylar hakkında da konuşmaktan çekinmeyen, düşünen, konuşan bir sporcu olarak dergiye ismini verdik. 

Caner Eler ©Korhan Karaoysal

“Messi mi Ronaldo mu?” sorusundan öte “Maradona mı Jordan mı?” sorusuyla farklı spor dalları arasında bir köprü kurdunuz. Bu ilgi çekici sorularınıza okurlardan nasıl dönüşler aldınız?

Türkiye’de spor denince akla hep futbol geliyor. Halbuki başka sporlara da ilginin olduğu adeta halının altına süpürülmüş. Halk bunu istiyor diye bir aldatıcı söylemle yıllar harcanmış. 80’lerde devletin kanalı gerçekten spor yayını yaptığı zamandan kalan jenerasyon o dönemin tenis, buz pateni, atletizm, basketbol vs. yıldızlarını ezbere bilirler. Kültüre hakimdirler. 90’ların başında HBB kanalı NFL yayınladığı için o yılları izleyenlerin hepsinde NFL ilgisi vardır. Bu ulaşılabilirlik ile ilgili bir durum. Siz halka sadece aynı şeyleri izlettirirseniz, kendi çıkar kaygılarınız ve vizyonsuzluğunuzdan dolayı insanlar da tamah ederler ne yazık ki. Fakat farklı şeyler olduğunu altı dolu bir şekilde gösterirseniz bu durumda insanlar da kendi ilgi alanlarına göre yeni tutkular ve spor alışkanlıkları geliştirebilirler. Bugün Eurosport izleyen ya da başka sporları izleme imkanı olan insanlar bunu anlıyorlar zaten. Türkiye’de snooker seven büyük bir kesim var mesela. Ulaşabildikleri ve onlara gerçekten iyi anlatıldığı için bu böyle. Maradona vs. Jordan sorusu ve genel olarak bu çapraz geçişler de biraz bu sebepten ortaya çıkıyor. İnsanlardan da gayet güzel tepkiler geldi. Hatta daha da farklı isimleri karşılaştıran mailler aldık. 

Sporun sadece istatistiklerden oluşmadığını, edebiyatla, sinemayla iç içe olduğunu gösteren bir dergi ile bizi buluşturduğunuz için teşekkür ederiz. Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Öncelikle size teşekkür ederim bu ilginiz ve güzel sözleriniz için. Bunlar hep  motive edici unsurlar. Okurlarımıza bizlerle bu keyfi paylaştıkları için çok teşekkür ederiz. Umarım onlara layık olabiliriz ilerleyen zamanlarda da. Bu dergiyi beraber yaşatmaya çalışacağız. Türkiye’de dergiyi ayakta tutmak çok kolay değil. Onların desteği ve tutkusu bizim için en önemli motivasyon. Herkese en içten sevgilerimiz, saygılarımızla. Bizi sahiplendikleri için çok teşekkür ederiz.

0
10516
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage