Benim için çok satan çok önemli bir faktör değil, sürekli satan önemli, ‘longseller’. Yani kitabın saman alevi gibi yüksek miktarda satıp sonra kaybolması çok heyecan vermiyor bana. Yavaş yavaş satışını artırması önemli.
Yükselen yayıncılık sektörünü ve okur-yazar ilişkilerinin bugününü anlamaya çalıştığımız ‘Çok Satanların Anatomisi’ dizimizin ikinci durağındayız. Sorularımı bu kez Can Yayınları Yayın Direktörü Can Öz’e yöneltiyorum. Herkes kitap yazmak istiyor, peki yayıncılar ne istiyor? Basılacak kitaplar nasıl seçiliyor? Okur ne arıyor? Hangi kitaplar çok satıyor? Çok satanlar ne kadar satıyor? Kapak satışı ne kadar etkiliyor? Ayda kaç yeni kitap başvurusu geliyor? Hazırsanız, işte kayıttayız…
Yayınevinizin çizgisini nasıl tanımlarsınız?
Yayınevi 35 yaşında olduğu için artık bir başlangıç noktası var, bir de geldiği yer. Başlangıç noktası Erdal Öz’ün yayınevi olması. Yani iyi edebiyat yayınlayan, beğenmediği kitabı sırf satacak diye yayınlama girişiminde bulunmayan, sadece istediği, sevdiği kitapları yayınlayan bir yayınevi. Bunun ötesinde, düşünce özgürlüğü ve uygarlık karşıtlarına karşı duran bir yayınevi. Düşünce özgürlüğünden taraf olanlara mümkün olduğunca kol kanat germiş ve bunun için riskler almış bir yayınevi. On sene oldu Erdal Öz’ü kaybedeli. Bugün Türkiye’nin de değişmesiyle, bu özellikler üzerine ek olarak biraz çağa yaklaştırmak gibi bir fark oldu. Kapakların değişmesi, e-kitabın yapılması vb. Bunlar bugünkü okuru çağırmak, “bak burası çok güzel” demek için yaptığımız şeyler. Bu yenilikler dışında kimliğini korumaya devam ediyor ve kalıcı olan da bu kimliğidir Can Yayınları’nın. İyi edebiyattan ödün vermeyen ve düşünce özgürlüğünü savunan bir yayınevi.
Yılda yaklaşık kaç kitap basıyorsunuz ve ne kadarı yerli?
Can Çocuk’tan 70’e yakın kitap çıkıyor. Can Yayınları’ndan ise bu sene 160’a yakın kitap çıkacak. Geçen seneye göre daha fazla bir rakam bu. Amaç yavaş yavaş çıkardığımız kitap sayısını artırabilmek ki bu da işlerin iyi gidiyor olmasının sonucu. Türkçe yazılan eser oranımız da sanıyorum %40.
Başarılı kitap sizce nedir?
Benim için başarılı kitap, yayınlamaktan gurur duyacağım ve çokça satabildiğim, yani okura ulaştırabildiğim kitap. Çok satmak da göreceli bir şey tabii.
Nasıl göreceli?
Küçük Prens 400 bin sattı bu sene meselâ, bu çok satmak demek. Ama aynı zamanda bir kültür sanat almanağı çıkardık biz, o da şimdiye kadar yaklaşık 15 bin sattı ve bu da çok başarılı bir kitap yapıyor onu. Çünkü Türkiye’de bir kültür sanat almanağı normalde pek satılacak bir ürün değil, onu beklentinin üzerinde satabilmek benim açımdan başarı.
Sizi bu sene mutlu eden diğer çok satanlarınız?
Küçük Prens, Can Almanak 2015, Ece Temelkuran’dan Devir, Gabriel Garcia Marquez’in birçok kitabı, Şeker Portakalı, Simyacı, Koku, çeşitli başka klasikler.
Saydığınız klasikler bu yıl hâlâ çok satmaya devam mı ediyor?
Hâlâ çok satmaya devam eden kitaplar, evet. Yabancı (Albert Camus), Satranç (Stefan Sweig) da çok satmaya devam ediyor.
Son on yılda en flaş çok satanlarınız arasında ilk üç?
Bu seneyle beraber birinci sırada Küçük Prens var bir kere. Yani bir senede 400 bin satan hiçbir kitabımız olmamıştı. Küçük Prens bir senede en çok ve en hızlı satan kitabımız oldu yayınevi tarihinde ki daha önce de yayınladığımız bir kitaptı ama müthiş sattı bu sene. Ardından Şeker Portakalı –her yıl herhalde 150 bin satıyor, ardından da Simyacı gelir, o da 100 bin veya üstü satar her sene. 1984 de bu sene çok satan portföy kitaplarımız arasına girdi, o da 100 bine yakındır.
Ayda kaç yeni kitap başvurusu alıyorsunuz?
Direkt bana ulaşıp kitabını okutmak isteyenler hafta iki üç. Yayınevine gelen başvuruların sayısı da yılda herhalde bine yakındır. Çok fazla dosya geliyor tabii ama bunların büyük çoğunluğu çok kötü dosyalar.
Bir yönteminiz var mı başvurular için, bir form gibi? Ya da ne yapıyor yazar adayları? Kapının altından mı atıyor dosyasını?
İnternet sitemizde iletişim adresimiz var, e-mail atıyorlar bize nasıl gönderelim diye. Oradan da söylüyoruz, herhangi okuyabileceğimiz bir bilgisayar çıktısı şeklinde gönderebilirler.
Çoğunluğu çok kötü şeyler dediniz…
Çok kötü demek de yetmez, korkunç şeyler. Yeteneksiz cesareti diye bir şey var sanıyorum memlekette. Yazar ne kadar kötüyse o kadar ısrarla kitabını bize gönderiyor –bu hemen hemen hep tutar. Ve yazar ne kadar iyiyse o kadar nazik ve çekingen bir üslupla bize başvurur. Gelen dosyaların çoğunluğu Türkçeyi bilmeyen insanların hazırladığı dosyalar gerçekten, inanılmaz bir cesaret.
Okuyor musunuz hepsini?
Yani on sayfasına bakıp Türkçeyi bilmediğini anladıktan sonra okumaya devam etmiyorsunuz tabii. Zaten yayıncının refleksi elemektir, bulmaktan önce. Çünkü bin dosya gelir, o bin dosyanın içinden iki üç tane iyi dosya çıkacaktır, siz o iki veya üç dosyaya ulaşmak için kötü dosyalardan mümkün olduğunca hızlı kurtulmaya çalışırsınız. Dolayısıyla bir kitaba bakarken asıl istediğiniz şey kitabı eleyebilmektir. Eleme gerekçesi kitabın içindeyse, hedef onu en hızlı şekilde bulmaktır, onu bulana kadar harcadığınız zaman da kayıptır.
Geri döner misiniz dosya sahiplerine, olumlu olumsuz?
Hep. Dönmediğimiz, atladığımız olmuştur birkaç kere ama onun dışında hep döneriz. Çok hassas bir bekleyiş çünkü o. Yazar ne kadar kötü bir yazar da olsa, kitabınla ilgili cevap beklemek çok yaralı bir hal. Ona cevap vermemek de çok incitici bir davranış. O yüzden evet, cevap veriyoruz. Cevap verince bol bol küfür yediğimiz de oluyor, ama olsun. (Gülüyor)
Nasıl küfür, niye? Dosyayı beğenmediniz diye mi?
Tabii tabii, çeşitli şantajlar, saldırılar oluyor. Telefonla, e-maille sayfalarca küfür kıyamet gönderenler vs.
İnanamıyorum!
İnanın lütfen. Etrafınıza baksanıza, nasıl bir memlekette yaşıyoruz…
Evet ama kitap yazmak-yayınlamak isteyen insanları yine de daha nezih hayal etmeye devam etmek istiyor ya insan, o bakımdan…
Bu bir azınlık tabii, genellikle saygılı bir ilişkili kuruluyor. Benim asıl aradığım şey, bizle kibar iletişim kuracak insan değil tabii -kabalığı da çözülür ayrıca, konuşulur- esas aradığımız şey iyi dosya, iyi yazar. Onu bulmuş muyuz, bulmamış mıyız, bütün mesele bu. İsterse kibar yazsın, isterse kaba yazsın, çok önemli değil.
Ne kadarı mutlu sona ulaşıp basılıyor bu gelen dosyaların?
İşte yılda bir iki yazar bulabiliyoruz Türkçe gelen dosyalar arasından. Yabancılarda daha fazla oluyor, çünkü yabancılar genellikle zaten elenmiş olarak –başka ülkelerde yayınlanmış– iyi referanslarla geliyor.
Çok az yeni yerli isim çıkıyorsunuz o zaman?
Şöyle söyleyeyim, her sene yayınladığımız kitapların %80–90 kadarı, zaten yayınlamakta olduğumuz yazarların diğer kitapları oluyor. O kadar çok iyi yazarla çalışıyoruz ki zaten durmadan yeni dosya geliyor onlardan. O yüzden tabii az yer kalıyor (yenilere), öyle de bir şey var. Ama ben daha çok yer açmaya hazırım, yeter ki iyi dosya gelsin.
Diyelim dosyayı beğendiniz, sırasıyla hangi aşamalardan geçer ve ne zaman basılır?
Ben ya da bir editör okuyup beğendiğimizi beyan edersek bir kenara alırız dosyayı ve konuşuruz, “yayınlıyor muyuz” diye. Bazen bir kişi daha okur, bazen de okumaz çok eminsek. Karar verilince yazarla görüşülüyor, dosya geldikten 1–2 ay sonra dönülüyor yani yazara. Yazar da kabul ederse, yayın programına alırız ve basarız. Genellikle bir sene içinde oluyor bu. Bazen yazarın durumuna göre uzayabiliyor, birtakım önerilerimiz olabiliyor ve yazarla beraber çalışmamız gerekebiliyor.
Kapak ne kadar önemli sizce satışta?
Çok. Kapak kitabın satmasını sağlamaz ama kitabın satmasına olanak sağlar. Kötü bir kapakla bir kitabın satılması hemen hemen imkânsız bence. İyi bir kapak, kitabın satılacağı anlamına gelmez ama satılma şansını yaratır.
Çok satan dendiğinde kaç anlamalıyız?
Türkiye’de rafta çok satan 50 bin ve üstüdür aslına bakarsanız. Benim için ise çok satan çok önemli bir faktör değil, sürekli satan önemli, ‘longseller’. Yani kitabın saman alevi gibi yüksek miktarda satıp sonra kaybolması çok heyecan vermiyor bana. Yavaş yavaş satışını artırması önemli. İlk çıkışta her zaman bir yüksek satış olur ama o bittikten sonra kitabın okur kitlesine kendini kabul ettirmesini sağlamak asıl mesele. Öyle büyüyor yayınevi zaten, öylelikle önemli bir yayınevi oluyorsunuz. Yoksa durmadan satan kitap yakalamak zorunda kalırsınız, satan kitap bağımlısı olursunuz. O da yayıncılığa ters, çünkü bir yayın politikası yürütemezsiniz o zaman.
Herkes kitap yazmak istiyor ya, sizce neden?
Valla yazar olmak fiyakalı bir şey bir kere muhtemelen, herhalde o fiyaka için. Bize dosya gönderenlerin ciddi kısmında hissettiğim sorun da o zaten. İyi bir kitap yazmaktan çok yazar olmak isteyen insanla karşılaşıyoruz. Hâlbuki yazar olmak –tabii ki amaç olabilir ama- hiç yeterli bir gerekçe değil iyi bir kitap yazmak için.
Ünlü olmayı istemek gibi?
Evet. Bu gerekçeyle de yola çıkıp yine de bu işi sökebilirsiniz tabii. Çünkü bir sürü insan değişik isteklerle, ihtiraslarla kitaplarını yazıp yayınladılar. Kimileri sadece para kazanmak için yaptı bunu. Sonuçta başka bir sebeple yazarak da iyi yazar olunuyor ama bunun için hakikaten iyi çalışmak lâzım. Atıyorum, gidip iyi bir yazarın başının etini yiyeceksiniz meselâ. İzin vermeyecek, reddedecek, git başımdan diyecek. Ama hakikaten yapışacaksınız ve onunla çalışmak için bir yol arayacaksınız. Bir çıraklık dönemi geçirmek gerekiyor.
Geçirilmezse?
Geçirilmeyince yarım yamalak eserler çıkıyor işte ortaya. Ama sonuç olarak biz gelen dosyaya bakıyoruz tabii, o dosyanın nasıl hazırlandığına değil. Bunun tek bir yolu olduğunu söylemek çok anlamlı değil o yüzden. Ancak sadece ‘yazar’ olmayı istemek yeterli değil, o açık.
Okur şu sıralar ne arıyor?
Benim gördüğüm; bir, kavgasını paylaşan kitaplar arıyor -her yaş grubunda. İki, kafa dağıtan, sakinleştiren kitaplar arıyor. Üçüncüsü de popüler kitap arıyor, bahsedilen kitapları okumak istiyor.
‘Kavgasını paylaşan’ı bir cümle açar mısınız?
Diyelim siyasi bir derdiniz var ve birilerine kızgınsınız, bu kızgınlığınızı paylaşan bir kitabı daha rahat okuyorsunuz. Bugün piyasada çıkan dergilerde de bunu görüyoruz aslında. Bu kitap raflarında da böyle, birçok kitap aslında bir kavganın parçası olduğu için ilgi görüyor okurdan.
Bugüne kadarki en yüksek ilk baskı rakamınız kaç?
Üç kitap geliyor aklıma; Ahmet Altan Aldatmak, 100 bin artı 50 bin basılmıştı. Paulo Coelho Zahir, 120 bin basılmıştı. Ece Temelkuran Devir, 100 bin basıldı.
Çok teşekkürler Can Öz, iyi çalışmalar.