"Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir alemin, munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlukları ile dolmaya başlar."
“Yaban”
20. yüzyıl Türk edebiyatının önemli ve kanonik yazarlarından biridir Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Kendisiyle yazarlığının ve dergiciliğinin yanında, devlet adamı olarak da karşılaşmamız mümkündür. Bilindiği üzere Atatürk’le aralarının açılmasının ardından Tiran’a büyükelçi olarak gönderilmiş, döneminin siyasetini ve bu siyasetin kendi yaşamındaki tesirlerini Zoraki Diplomat, Ankara ve Panorama gibi eserlerinde ele almıştır.
Yakup Kadri romanlarını bir anlamda “tezli roman” olarak addetmek mümkündür. Romanlarının hemen hepsinde verilmek istenilen bir ileti, doğruluğu ortaya konmaya çalışılan bir düşünce söz konusudur. Bugün ismiyle anılan en önemli eserlerinden bazıları Kiralık Konak, Yaban ve Nur Baba’dır.
Yakup Kadri edebiyatında bir ‘fin de siecle’ tesiri söz konusudur aslında. Yüzyıl sonu etkisiyle toplumların içine düştüğü kültür krizi, ahlaki ve bireysel çöküşü de beraberinde getirmiştir, denebilir. Bu zaviyeden bakıldığında Yakup Kadri’nin eserlerinin anlam katmanı daha da genişleyecektir. Kiralık Konak romanında moderniteyle birlikte değişen kültür ve sosyal yaşantı dünyası irdelenmiştir. Tanzimattan beri Türk edebiyatının en önemli temalarından olan “züppeleşme” ya da “feminenleşme” kavramları Yakup Kadri’nin romanlarında da nüvelerine rastlayabileceğimiz unsurlardır. Açmak gerekirse en genel tabiriyle züppeleşme; yanlış Batılılaşma sonucu edebi karakterlerin ulusal kültürlerinden ayrılarak yarım yamalak tanıdıkları Batı kültürüne ayak uydurma, bu doğrultuda yaşam dizayn etme çabalarıdır, denebilir. Dikkatli okur Tanzimat’tan itibaren ele alınmaya başlayan karakterlerin pek çoğunun kırık dökük de olsa bir yabancı dille konuşma hevesi taşıdığını görecektir ki bu yabancı dil genelde Fransızca’dır. Feminenleşme ise dekadansın bireyin çöküşüne tekabül eden yanıdır. Yine bu dönem romanlarında kadınlar üzerindeki cazibesini yitiren, artık ilgi ve aşk nesnesi olma hüviyetinden ayrılan erkeğin yaşadığı meşruiyet krizidir. Öyle ki bu krize giren erkek karakterlerin pek çoğunun roman içinde bir terkibe bürünmesi ancak ve nihayet Batılı gözlerin ilgisine mazhar olmuş bir kadın karakter tarafından tercih edilmesi ya da sevilmesiyle mümkündür. Bu temaların Yakup Kadri romanlarına aktarımı noktasında ise bence en isabetli örnek Sodom ve Gomore'dir. Yazar tarafından romana verilen isim bile aslında o dönem için bir ahlaki çöküş anlamına gelecek çağrışımları taşır. Bilindiği üzere Tevrat’ta geçen Sodom ve Gomore, düşkünlük ve her türlü ahlaki çözülüş nedeniyle Tanrı’nın gazabına uğramış iki yerleşim birimidir. Yakup Kadri bu mitik uzamları, İstanbul’a evirir ve İstanbul’un işgali sonrasında yerel halkın işgal güçleriyle olan ilişkilerini yerer. Roman boyunca biz okurlar, olmaması gerektiği bize her satırda hissettirilen bir ilişkiler yumağının içindeyizdir. İngiliz ve Fransız askerlerle ilişki kurmak için birbiriyle mücadeleye girişen “düşük” kadınların romanıdır Sodom ve Gomore. İşte bu romanın karakteri Necdet de yukarıda belirtilen “feminenleşen” karakterlerdendir. Onun eksikliği, sevdiği kadın olan Leyla’nın İngiliz askeriyle olan macerasından kaynaklanır ve roman boyunca Necdet’in karar verme tamlığını hissettiği yegane anlar, Batılı gözlerin şehvet nesnesi olan Leyla’nın onun yatak odasını ziyaret ediş anlarıdır.
Bu romanla ilgili olarak yine bir başka çözülüş, çöküş de bizzat şehrin kendisine yansıtılmıştır. Romanda Necdet’in zihninden geçen ve bir anlamda feminenleşmeyi ve meşruiyet krizini en iyi şekilde gösteren “İstanbul o gün kendisine zorla ve açıkça alçakça bir iş yapılmış erkeğe benziyordu” cümlesi, romanın adıyla ve Yakup Kadri’nin savunduğu Milli Mücadele görüşleriyle birlikte düşünüldüğünde anlamsal açıdan zenginleşecektir.
Yakup Kadri’nin bence en önemli eserlerinin başında gelen fakat Yaban ve Kiralık Konak kadar bilinmeyen bir diğer yapıtı ise Bir Sürgün'dür. Romanda İstanbul’daki istibdat rejiminden bunalan bir yarıda kalmış aydının, İzmir’e ve oradan da Paris’e gidişinin hikayesi işlenir. Bir doktor olan Hikmet İstanbul’un baskıcı ortamından, Tahsin Yücel terimleriyle konuşursak, İstanbul’un esenliksiz uzam oluşundan kurtulmak isteyerek İzmir’e ve oradan da edebiyatını ve dilini iyi bildiği, İzmir’de yaşaması hasebiyle o dilde yazılmış eserlere ulaşabildiği Fransa’ya gider. Bu seyahati bir gelişim ya da kahramanın kutsal yolculuğundan ayırmak gerekecektir. Çünkü mitik anlamda kahramanların kutsal yolculukları yeni bir başlangıçla ya da bir gelişmeyle sonuçlanırken, Bir Sürgün romanının kahramanı Dr. Hikmet bir regresyonla Türk kültürünün ululuğunu anlasa da, bu idrakı yaşayamadan ölecek ve geniş bir spekülasyonla kaçtığı doğaya gömülecektir. Kaçtığı doğayı toprağın dışında İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu olarak da görmemiz mümkündür. İstanbul ve İzmir’de yaşayan aydınlanması yarıda kalmış bir karakter olarak Dr.Hikmet, doğa-kültür dikotomisinde doğada kalmış bir kültür adamıdır ve tamlığa ermek, yarıda kalmışlığını bertaraf etmek için kültürün başkenti Paris’e gitmiştir. Fakat Paris’te beklediğini bulamamış ve kültürün içinde çözülerek doğanın saflarına katılmıştır.
Yakup Kadri yazdığı pek çok eserle döneminin tanıklığını yapmıştır. Kiralık Konak’ta bir imparatorluğun çöküş dönemini sosyal yaşam üzerinden anlatmış, Yaban’da Milli Mücadele sürecinde aydın problemini ele almış ve hatta Nur Baba romanıyla Bektaşi geleneğini de ele almıştır. Bugün Türk edebiyatının seyrini irdelemek isteyenlerin uğraması zorunlu bir durak olarak varlığını korumakta, eserleri hala okunmakta ve ele alınmaktadır.