Didem Gülçin Erdem
1989 yılında Malatya'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir'de tamamladı. Beykent Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. Şiir ve yazıları, 2004'ten bu yana Varlık, Yasakmeyve, Evrensel Kültür, Edebiyatta Üç Nokta, Akköy gibi dergilerde yayımlanıyor. Pamukkale Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.
Yapıtları:
Perdesiz, Yasakmeyve, 2010
Olmayanım İçinizde, Everest, 2012
Ödülleri:
2009 Homeros Şiir Ödülü
2009 Memet Fuat Genç Şiir Ödülü
2009 Arkadaş Z. Özger ‘Juri Özel Ödülü’
evindar
içimde bir şey yer değiştirdi senden sonra
ben yapsam koparıp atmak olurdu bu yoktum orada
beni senden dizlerime büktükleri zamanlar
beni senden ve biraz yokluktan niye masada duran
beni içime doğru daha içime
senden içi oyuk bir kaya gibi o dağın önlerine
büyük boşlukların olayım diye diye ben
burası gam kapısı dediler önlerinde durdum
elmalara ve sabah olmadan uyumaya çok oyalandım
zamanla azalmayanın azalmayanın zamanla
şu kuyular gibi içimden çekilenin
benden yapılmış sevinç güzel olur deneyin
benden yapılmış ne evler ne çocuklar
ama benden pazar yok kimselere benden kadınlık
benden bekleyin gelecek cuma
şöyle ince uzun bir tay gölgesinde
benden bunları yapın eriğe duranından bir de
sana durmadan çalıştım daha çok geceleri
sevinmekle ilgili şeyler öğreneyim diye
bende uzun süren bir şey vardı orman nasıl büyürse
sudaki şekli gibi senden kalanın
böyle böyle antikacılığı öğrendim halılar vardı
siz bilirsiniz boşluğumu o boyuna siyah çizgili
az ve sık ama nasıl oluyorsa
kent soylular da sever ayrıntıları halının üzerinde
aslında hafıza devlete göre değil size göre hiç
size uygun halılar var antikacılığımdan kalma
sırma diye bir şey var -ben bir kaya oyuğuyum
siz benden bahaneler yapan tek seferde
niye dediğim şeyler bitsin: bildiğimdir
seksen sekizden beri niye evler diyorum
doksan altıdan beri ama işte cumhuriyet
uzundur da bu türkü ne der diye diye ben:
“bizimkini rüzgârlara yazmışlar”
demir tozu
beni su olduğuma inandırıyorlardı hikmet
beni daha başka bir şey olamayacağıma
beni iyi ki size inanmamaya
çok söylüyorlardı hikmet, tekrar ne fena
beni bir su birikintisiyle karıştırıyorlardı
dağlardan inip gelmiş olanla
kapalı şeylere hiç sevinmemiştim
dağ yolları gibiydim kim gitse
doğru yerde olmak istemiyordum hikmet
bazen sende u harfini düşünüyordum olmuyordu
kavram olmaya hazır değildim
sizinle olmaya hazır değildim
beni içinizde bir tarladan bildiniz
sizi karnımda yatırdılar. o büyük boşlukta.
ben de bir kadının boşluğundan doğdum
ben seni geçecek sandım
durunca dedim birazdan gidecek
öyle bir boşluktan olduğumdan
soramadım kimseye hikmet nerede
ama sen o şeye inanıyordun ben yüzüne
sen zalimler demiyordun ama susuyordun
ayaklarını karnına çeker gibi susuyordun
beni nasıl diyorsun öyle merak ediyordum
birini söylerken duymuştum seni
karıştıracak sakal bulamıyordun ki
yine gam yükünün kervanı geldi
yenidünya
ben o taşları aldım sayarak dizdim içime sonra sizi
evler öyle dardı Beyrut’tan çok en az elleriniz kadar
olmak için söze ihtiyaçları yoktu, biz deyince oluyorduk
olmayanlar da vardı doğrudur, şu köşe başları evet
şu orta yeri modern şehirlerinizin olmayanlarla doludur
bir yeri derken çoğaltmaya korkan adamlar tanıdım
onlar dediler öyle köşelerde bekleme sözün sana gelmesini
biri masayı devirelim dedi üstümüze işte eşyanın zaferi
ben o masalarda size hep açan kayısı çiçeği mi
gördüğümden değil ama tembihlendim orman tarafından
dedim: bu senin ellerinin başı neresiyse oraya gitmeli
kalktılar masadan. yeni bir dünyaya yeteceğimizden emindim
hiçbir şeyden değilsem de kabuğun sonrasından
sizden sonra olunur muydu öyle çok yoktum
kimler istedikçe inanmıştım olmamaya
bir hiçe ikna olacaktım ama bilseniz
yeni bir şeyler gibi davransanız bana ve rüzgâra
vâdinin alışmasındaki f sesi gibi değil
kuşları bilmek belki hiç değilse göktekileri
toprak çoğalsın diye yerde bulmak kendini
ağzının büyümesini beklemek iğdeler için değil
sanki yeni deyince koklayacaksınız beni