Simultane Cinnet, her ne kadar içinde, “... iki yazarın bir olup örneğin ortak bir kitabın altına imza atmaları görülmüş şey değildir! Hangi yazar egosunu bastırır ve adının başka bir yazarla anılmasına neden olacak böyle deli saçması bir işe kalkışır?” ifadesini barındırsa da iki imzalı bir kitap. Belli bir form içinde basılıp iki kapak arasına yerleştirilen metinlere ‘kitap’ deme alışkanlığı bir yana bırakılırsa, Simultane Cinnet için kullanılacak en yerinde tanım ‘hypertext’ olmalı.
Enis Batur ve Yiğit Bener’in ikişer metnini bir araya getiren küçük oylumlu yapıt, Batur’un Daha önce Rakım Sıfır’a aldığı “S.T.” ile açılıyor. Pokerden ödünç bir eğretilemeyle söylenirse bu açış, oyuncunun elinde iki as tuttuğunu belli edecektir ertesi turda. Karşı tarafın da ondan aşağı kalmayan bir elle oyuna girdiği ortaya çıktıktan sonra, masada sarmal düzenli bir atışma yaşanacaktır. Metinden metine, metinden yaşama, dilden dünyaya, tıptan siyasete, etikten dil felsefesine, yorulmadan içine kapanan; en kapalı noktasında dışa hamle yapan bir sarmal. Mademki iki ayrı yerde “Sarmal, biçimlerin en amansızı” ve “Her ağ bir merkezi olsun ister” diyen bir kalem açıyor oyunu, 'hypertext'i dil merkezinden okumaya, ağın merkezine dili yerleştirmeye zemin hazır demektir.
“S.T.”, Enis Batur’un, Yiğit Bener’in ikizi sayılabilecek bir simultane tercümanın, önemli bir uluslararası toplantıda çevirmenliğini yaptığı devlet başkanının konuşmasını çevirmek yerine kendi sözlerini söylemesi fikrine dayanan bir sinopsisini konu edinir. Buradan hareketle çevirmene odaklanan Batur, bir dilde söylenmiş bir sözün, üstelik ânında, başka bir dilde tam karşılığa ulaşması sorununa çeşitli cephelerden yaklaşır. Enis Batur, söz konusu çevirmenin işinin incelikleri üstüne fazla düşünmekten akıl sağlığını yitirdiğini bildirirken Yiğit Bener, bu çevirmenin ağzından, “S.T.”nin yazarına bir söyleşi verir. “Buyurun Bir de Burdan Yakın” adlı metinde Bener, dile ilişkin çeşitli yaklaşımların içinden, kimi zaman ironi dozu yüksek, kimi zaman kuramsal yanı ağır basan araçlarla ama yazı boyunca hız kesmeden geçer. Özellikle Wittgenstein’ın iki dönemi burada bir ‘deli’nin ağzından okuyucuya tarif edilir. İlk dönemi oluşturan, dilin dünyayı resmettiği görüşü hem dilin dünyaya hem de iki farklı dilin birbirine karşı durumuna göre masaya yatırılır. Daha sonra Wittgenstein’ın dilin yalnızca bir boyutuyla ilgili bir açıklama geliştirebildiğini itiraf ettiği bu görüşü takip eden ikinci döneminde ‘dil oyunları’ devreye girer. Buna göre her bir açıklama, iletişim, bildirim, ima, emir, rica vb. kendi içinde özel, çoğu kez tekil kuralları olan birer oyundur. Yazının kahramanı çevirmen, bir dilden bir dile yalnızca sözcükleri, cümleyi değil [i]maları, dolamaçlı sözleri, üstü kapalı ifadeleri, müphem lafları, kinayeleri, gizli anlamları, manalı suskunlukları, anlayıp çevirme[nin] zorluğundan bahseder. Mükemmel çevirinin bunları becermekle, hatta konuşmadaki esleri öteki dile uygun dozda aktarmakla mümkün olacağı düşüncesindedir, “S.T.”yi, “sıyırmış tercüman” olarak açmayı yeğleyen kahraman. Aklın alan ayırt etmeksizin her şeyi açık ve seçik betimleyebileceği ideolojisi, bu görevi baş aygıtı dile vermiş; dilin sonsuz sayıdaki tekil örneğin her birini sağınlıkla ortaya koyabileceğine inanmıştır. Bu bilincin içine doğan ve mesleki duyarlığı yüksek tercüman da işini layıkıyla yapabilme derdiyle tutsağı olduğu aklın zincirlerini koparır.
Kitapta yer alan üçüncü metin,, “Duo Simultaneo Para Dos Locos”, yine Yiğit Bener'e ait. Bu kez bir mektup formunda kaleme alınan yazının altındaki imza sarmalın dışa açılan noktalarından birine işaret eder: Dr. Jorge Luis Cortazàr. Dil sorunuyla enine boyuna didişmiş, yapıtlarının kuruluşuyla dile ilişkin çarpıcı yorumlar geliştirmiş iki yazarın, Jorge Luis Borges ve Julio Cortazàr'ın adlarından kolajla oluşmuş bu isim, Simultane Cinnet'i bu iki yazarla doğrudan ilişkiye sokar. Kitabın, sözgelimi Kum Kitabı gibi bitmeyen bir kitaba dönüşebileceği veya Seksek gibi bölümleri farklı sıralarla okununca başka anlam katmanlarına ulaşılacağı bilgisi sarmalın uzandığı noktalardan biridir. Biçim açısından bu ipucunu veren mektup içeriğiyle de kitaba yeni bir katman kazandırır. Buenos Aires'te bir psikiyatrist olan Dr. Jorge Luis Cortazàr bir meslektaşına hastanesindeki iki 'hasta'nın durumunu bildirir. 'Hasta'lardan biri mahut tercüman, diğeri onunla konuşan, “olayın” sırlarına vâkıf olmaya çalışan yazardır. Fiziksel özellikleri Enis Batur ve Yiğit Bener'e uyan bu iki hastanın, aralarında bilinmeyen, çözülemeyen bir dilde konuştuklarını rapor eder doktor. Her ikisinin de meslekleriyle ilgili, o meslekten olamayacaklarına delil sayılacak hareketlerde bulunduklarını belirtir. Yazar ve çevirmenin -belki Bilge Karasu'nun sözcüğüyle ikisini de kapsayacak şekilde 'yaratman'ın- verili dilin dışına çıkma yetisine yapılan vurgu, aynı zamanda bu ikilinin ancak birbirinin dilinden anladığı imasını da içerir.
Enis Batur'un ve kitabın son metni, “Sic Semper Tyrannis ya da Böyle Şeyler” ise akıl hastanesindeki iki 'hasta'dan biri, yazar olanı tarafından yazılmıştır. Nelson Mandela'nın konuşması sırasında kendi istediği sözleri sarf eden simultane tercüman Thamsanga Jantjite'nin bu 'eylem'inin ardında bir örgüt arayan uluslararası kolluk kuvvetleri, olaydan önce aynı konuyu işleyen bir yazı yazan Enis Batur'un ve onunla telefonda bu konuda konuşan Yiğit Bener'in peşine düşmüş, onlar da çareyi akıl hastanesine sığınmakta bulmuştur. Metinde, siyasi/hukuki bir terim olan sığınma hakkı, dilin ve onun amiri aklın buyruğundan kaçıp akıl hastanesinde kendine yer bulma ile paralel konumlandırılır. Bunun yanı sıra yazı-dış dünya ilişkisinde belirleyici olanın hangisi olduğu sorusu atılır kuyuya. Böylece kapanan kitap, anlamın dilden başka bir dile aktarımında ortaya çıkan muğlak zeminden yola çıkıp o zemin üstünde, kimi zaman zeminin kendisini, kimi zaman burada performansını sergileyen buz patencisini merkeze alarak sarmal çiziyor.
Karakterin romana özgü olmadığı, romanın karaktere indirgenemeyeceği, öykünün imgeleme verdiği görev, -postmodern- anlatının diğer türlerle ilişkisi gibi noktaların gelip düğümlendiği yer olan dilin ve yazının sınırını bile isteye ihlal etmenin incelikli bir örneği Simultane Cinnet. Dilin, aklın hizmetinde dünyayı resmetmesi, devletin egemenliğinde ulusal bütünlüğü sağlaması ve uluslararası üstünlük simgesi olması, bildirişim söz konusu olduğunda kişisellikten sıyrılamaması şeklinde kabaca sınıflandırılacak sorunlar karşısında, uğraş alanı dil olan yazar ve çevirmenin yerinin akıl hastanesi olması, dilin başlı başına bir cinnet olduğunu gösteriyor. Kitap kurmacanın nerede başladığını, yaşamın nerede çerçeveye alınıp sayfaya aktarıldığını sorgulamaya çağırıyor okuru ısrarla. Enis Batur'un daha önce ustalıkla üstünde durduğu Ingmar Bergman'ın Larmar och gör sig till filminde, akıl hastanesindeki karakterinin ağzından, Schubert'in bir bestesi için sorduğu “Besteci, tam o anda ne düşünmüş olabilir?” sorusu, J.L Austin'in söz edimleri kuramıyla ortak bir zemine çekiliyor kitapta. Bir kişi bir sözü söylediğinde, bir mimik sergilediğinde, es verdiğinde, tam o anda ne düşünmüş/söylemiş olabilir? Bu kesinliği ararken bir sarmala düşen insan sarmalını çıkışsız bir labirente mi dönüştürür?