Alper Akçam'ın Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay'ın dil oyunlarına ışık tuttuğu ve kitaplarındaki edebiyat-felsefe birlikteliğini de gündeme taşıdığı kitabı Dilin Dört Atlısı - Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay üzerine bir inceleme.
Sadece roman, öykü yazmak değil, bir yazarı incelemek, her yazar için pek de güzel bir okuma, araştırma, kazma, derinlere inme yolculuğudur. Akçam da sadece öykü ve romanlarıyla değil, edebiyat incelemeleriyle de gündeme gelen bir yazarımız. Alper Akçam'ın Dilin Dört Atlısı
Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay adlı bu kitabı, dört yazarımızın dil oyunlarına ışık tutar ve aynı zamanda edebiyat-felsefe birlikteliğini de gündeme taşır. Alper Akçam da kendi yazım serüvenini de "Ba(k)htin'den önce ve sonra olarak" olarak ikiye ayırır. 1895 yılında doğan Rus Edebiyat kuramcısı Mihail Bakhtin, disiplinlerarası düşünmenin özgünlüğünü ortaya koyar. Ve en önemli kavramları çok-dillilik, diyalojizm ve merkezsizliktir. Bakhtin'e göre dilin özü, niteliği diyalojiktir, monolitizm tam tersidir.
Her yazar "sözcük oyuncusudur". Sözcükleri ekler, biçer, oynar ve kendi yazı metnini ortaya çıkarır. Çünkü dil de canlıdır. Doğar, büyür, ölür. Evet, her sözcüğün bir yaşam yılı vardır, kimi uzun yaşar kimi de sahneye çıkmadan unutulur gider. Alper Akçam, Dilin Dört Atlısı -Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay adını verdiği bu incelemesinde, edebiyatın şaşalı çerçevesi içinde yer almayan, yazarken neredeyse yok sayılan edebiyatçılara uzatır kalemini, çünkü Akçam için onlar bir dil oyuncusudur. Onlar yazarken yeni sözcükler üretirler, yazmak hem bir zevktir hem de "ben ve yarattığı kahramanı" arasındaki oyunu sürdüren bir yapıdır. "Dört atlının severek giriştikleri dil işlemlerinden birisi de, yeni sözcükler üretme çabasıdır. Vüs'at O. Bener'in daha çok yeğlediği bu sözcük üretmeleri "ışık kırınımı", "susuntu", "doyunmuş", "çözgün", zemberek kağşaması", "sörpük" tür. Bilge Karasu'da ise "açınsayacak", "onaşım", culuklaşmış", kanağan", (sayfa 22) gibi sözcüklerin kullanıldığına dikkat çeker, Akçam. Oğuz Atay da yeni kavramlar üreterek bu dil oyununa katılanlardandır. "Hayata ilişkin grotesk tasarımların yer aldığı bu kurmaca terimler, birer kurumu da temsil ederler. (...) Oğuz Atay'ın sıkça kullandığı bir dil bozumu da yeni kavramlar üretmek olacaktır. (sayfa 22)
Akçam 50 kuşağı yazarların sadece dilde oynamadıklarını sistemim birey üzerindeki etkisini de ele aldıklarını yazar. Çünkü bu yazarlar siyasi yapının insan üzerindeki etkisine karşı durup varoluş ve yazma serüvenlerini bu konuda geliştirmişlerdir. "50 kuşağı yazarları, içinde bulundukları sistemin bireyi toplumun gerisine iten, en insanca gereksinimleri gidermeyi unutturan koşullarına karşı eleştirel bir tutumla yaklaşırken, kendilerine dil olanakları açmış Cumhuriyet ve toplumu modernleşme yolunda götürmeye çalışan olumlu adımlara karşı da saygın bir tutum içinde olmayı ihmal etmemişlerdir." (sayfa 25)
Vüs'at O Bener, (1922-2005) "Dil dolambaçlarında gezinirken, kendine tuzaklar kuran, kör düğümler ve kuyular içinde sesini duyurmaya çalışan bir kazazede gibidir. Bir türlü gidilemeyen eksiklikler, inançsızlıklar, ters, hoyrat ayrıntılar, sıkıntılı içerikler arasında daha insanca bir şeylere ulaşabileceğine ilişkin umudun ışığını da hep görünür kılmaya çalışır." (sayfa 38) Akçam'a göre, Bener'in metinleri çok sesli olmaktan öte, "Kakafoni dedirtecek ölçüde savruk, birbiriyle doğrudan ilintisi olmayan nesne ve olguların farklı bakış açılarıyla iğretice tutturulmuş olmalarıyla kurulur. ( sayfa 38). Bener, yazı dilini kolay okunurluktan uzakta inşa eder, Akçam'ın deyimiyle "çetrefilleştirir". Ve "biçemde çoğulluk ve çeşitlilik Bener'in ana izleklerinden" (sayfa 41) birisidir. Boş Yücelik, Bener'in bir öyküsünün adıdır. Ama Akçam bunun bir kavram olarak da göz ardı edilmemesi gerektiğini söyler. Çünkü Vüs'at O. Bener de bu kavram ile "hem metin kurucusunda, hem metinde yer alan kahraman ve karakterlerde bir kimlik sorgulaması sağlanır. 'Boş Yücelik' kavramı, Bener anlatıcısının en çok kendisini çırılçıplak görünür kılmaya çalıştığı bir ayna gibidir". ( sayfa 43)
Bilge Karasu (1930-1995) ise "Edebiyat uğraşını, zevkini, çabasını, 'çoğaltma', "şaşırma", "afallatma" üzerine kurar. Karasu; titiz bir dil, ses ve görüntü ustası gibi çalışır. Dilin üzerine eğilirken bir kuyumcu titizliğini, minicik bir saat içindeki çarkları onarmaya çalışan bir saatçinin inanılması ve anlatılması güç ve özen yoğunluğunu taşır üstünde." (sayfa 47). Bilge Karasu'nun eserlerinde ele alınan eşcinsellik, toplum tarafından sapkınlık olarak algılansa da, Karasu bu tenselliğin tanımdan çok öte, insan duygusunun bir başka kişide yoğunlaşmış şekli olarak ele alır. Bu sevgide hayat vardır. Bilge Karasu'nun yazma serüveninde amacı ünlü olmak, çok satmak değil aksine dil ile okuyucuyu silkelemek, kendine getirmek, neden ve niçini sorgulatmaktır. Belki bunun en güzel örneğini Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı öyküsünde Papaz Andronikos ile buluruz. Yıllar geçse de hafızalarımızdan silinmeyen, düşüncede var olan öykü kişisidir Papaz Andronikos. Gürbilek ise Karasu'yu "Türk edebiyatında 'metin' kavramının getirdiği özgürlükten yararlanan yazar" ( sayfa 49) olarak niteler ve ekler, "Karasu metinlerinde anlatının ne kadar kurgu, ne kadar yaşanan gerçeklik olduğu konusunda bir merak uyanmıyor olması, yazarın metinde kendi varlığını anlatı dokusu içine iyice sindirilmiş olmasıyla ilgili olmalıdır" (sayfa 49) diyerek düşüncelerini belirtir.
Leyla Erbil, (1931-2013) Dilin Dört Atlısı'nda yer alan tek kadın yazardır. Akçam'a göre Leyla Erbil'in yazma eğilimi "Toplumsalcı kaygılardır. Toplumsalcılığın yanında işleyen diğer öğe ise pervasızca dolanan cinsel güdülerdir, yazın alanında sahtecilikle koşut tuttuğu toplumsal cinsiyetlerdir".(sayfa 83) Leyla Erbil, 1960 yılında Hallaç adlı kitabıyla edebiyat dünyasına girer. Erbil, toplumun ürettiği tabulara kendi dil dünyasıyla karşı çıkar. Yazdığı metinler hayatın içinden ama asla tam da gerçeğin kendisi değildir. Erbil de diğer dilin atlısı gibi edebiyat ortamının şaşalı parıltısına kendini kaptırmadan yazar. Akçam için Erbil'in yazma şekli, "Biçemle içeriğin birbiriyle kimi kavgalı, kimi küskün, ama hep birbirini gözleyen teyellenmiş bir bütünlük oluşturduğunu görürüz. Yakışan ve aykırı duran birlikte görünür kılınır. Dikiş aralarında ve sekmelerde, ileri geri dönüşlerle giden zaman-uzam kurulumundaki boşluklardaysa, okura epeyce iş düşer..."(sayfa 84). Bu bağlamda Erbil'in yazma serüvenini, "Çok biçemli, çok biçimli, çok anlamlı metinlerle hayatın içinden göstere göstere aldıklarını çoğaltarak ve olası anlam boyutlarını açık bırakarak hayata geri verir." (sayfa 84) diyerek anlatır Akçam.
Akçam, Leyla Erbil'in Cüce ve Kalan adlı eserinde olduğu gibi çoğu zaman "sevgili okur" diye seslenişini, "okurla bir diyaloga girmekten, onun olası yanıtına karşı bir söz daha söyleyebilmek hakkını yitirmemek için dağarcığında yeni şeyler bulundurmak çabasından" (sayfa 85) vazgeçmemek olduğunu söyler. Akçam, Leyla Erbil söyleminde kalemini Bah(k)tin'e uzatır, Erbil'in romanın ana ilkesi olan "türler parodisi"ni yarattığı söyler ve ekler, "Roman ve öykülerinde şiirler boy gösterir. Dil ve aksan farklılıklarıyla çoğul bakış açıları kurar, anlamı çoğaltır. Düzyazıyla yazılmış kitaplarda da şiirler serpiştirir aralara. Bir anlamda Erbil 'karnavalcı metinler' kurmuştur". (sayfa 106)
Oğuz Atay (1934-1977) edebiyat ortamından en erken ayrılandır. Rahatsızlığı, Londra'da geçirdiği ameliyatlar ve devamında bir süre orada kalması onu kısa zaman dilimi için de olsa Türkiye'den uzaklaştırır. Akçam için Atay'ın romanlarında, "Ne aranacaksa, yaşamla oyun arasındaki o karmaşık ilişkiyi çoğaltmaya çalışan 'kozmik zaman' ve 'uzam' da" (sayfa 109) aranması gerektiğini vurgular. Çünkü Atay'ın metinlerinde, "Metnin, kendi yazılış ve oyunlaşma sürecini açık ederken, hayatı da oyunlaştırmıştır". (sayfa 109) Doğu-Batı beşiğine oturmuş bir Türkiye'de Atay, "Batı ve Doğu insanını, kültürünü yan yana görünür kılma çabası" (sayfa 117) içindedir. Oğuz Atay, Batı klasiklerini okusa da, içinde doğup büyüdüğü, yaşadığı toplumu anlama çabasını da eserlerinde yansıtmıştır. Belki de Atay'ın en güzel ifadesinde, "Batılı Doğu insanını içinde hissedemez. Biz Steinbeck'in şeftali işçileriyle birlikte acı çekeriz. Hamlet'in meselesine katılırız" (sayfa 118) sözlerinde aramak gerekir.
Alper Akçam'ın bu inceleme kitabı, edebiyatımızda bir yol gösterici olarak durmaktadır. Bener'in, Karasu'nun, Erbil'in, Atay'ın kitaplarının yanına, bu kitabı yol arkadaşı olarak koyup, "dil"ve "yazı" eylemini sorguladığımızda, bu dört yazarı dönüp tekrar tekrar okumamız gerekecek gibi durmaktadır.
Dilin Dört Atlısı Vüs'at O. Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay
Alper Akçam
Tekin Yayınları, İstanbul 2016
Görsel:Ignė Grikevičiūtė