Ümran Düşünsel'in kısa kısa hikâyelerinden oluşan, dördüncü kitabı Ay Portakalı. İçten anlatımıyla okuyucusunu içine çeken bu hikâyeler, yazarın görsel ifadeciliğinin gücüyle zenginleşiyor. Kitap üzerine ve Düşünsel'in yazarlığına dair bir yazı.
Edebiyat, yazar için de okur için de bir sığınma alanı. Gerçek diye dayatılan, zihnimize, duygularımıza, düşlerimize her yönü ile uyumsuz bir dünyaya karşı uçsuz bucaksız bir sığınak. Özgürlüğümüze, en keyifli bedelleri ödeyerek sahip olabildiğimiz yer. Peki edebiyatta kirlenme, popülizm, kapitalizmin çıkarlarına hizmet eden yazarlar, kitaplar yok mu? Var elbette. Ama edebiyat, her zaman kapitalizmin dayattığı gerçeklerden daha gerçek, yaşamdan daha gerçek oldu, olmaya devam edecek. O iyi yazarlar, iyi kitaplar sayesinde…
Ümran Düşünsel’in yeni kitabı Ay Portakalı’nı okurken bunları düşündüm. Ay Portakalı yazarın dördüncü kitabı. Daha önce Kırık Patika’yı* okumuştum, Ümran Düşünseli fotoğraf çalışmalarından da biliyordum, bu nedenle Ay Portakalı’nı okumaya başladığımda ne ile karşılaşacağımı az çok tahmin ediyordum. Beni yanıltmadı. Yine görsel ifadeleri zengin, düşlerini yaratıcılığı ile harmanlayıp sözcüklere yansıtmayı başaran hikâyelerin içinde buldum kendimi. Ve bu hikâyeleri en güçlendiren şey: yazarın içtenliği…
Ay Portakalı kısa kısa hikâyelerden oluşuyor. Öyle ki bazıları yarım sayfayı geçmeyen hikâyeler. Bu hikâyeler fotoğraflara benziyor. En kısa hikâyeleri, fotoğraflar gibi, ilk bakışta çarpan, okuru durduran, düşündüren, akılda kalan ve zaman içinde düşündükçe derinleşen hikaâyeler. Nispeten uzun olanlarda ise okurken, yine birden çok fotoğrafın bir araya gelmesi gibi, parça parça bir anlatımla karşılaşıyoruz. Sıralanmış fotoğraflara bakar gibi ilerliyoruz paragraflar, cümleler, sözcükler üzerinden. Çünkü bazen bir sözcük o bir çakımlık fotoğrafa denk geliyor. Fotoğraflarla örülmüş hikâyeler.
Bir sineği öldürdü diye adam öldürenler de var bu hikâyelerde, bir çocuğu sevindirmek için bir ağacı şeker ağacına dönüştüren, dibine şekerler dökenler de. Kesilmesin diye incir ağacının dallarına elmalar asanlar da. Bir hikâyede portakallara ay kokusu siner, bazı babalar aydan getirir portakalları çünkü. Bazı hikâyelerden havalanan serçeler kilometreler aşıp başka hikâyelerin balkonlarına konar. Bütün hikâyelerin kahramanları insanlar gibi görünse de o rolü serçeler, karıncalar, atlar, ağaçlar, taşlar kapıverirler hikâyenin bir yerinde. Düşünsel’in hikâyelerinde en sevdiğim özelliklerden biri de bu: doğa ile hiç mesafesiz yakınlıkları. Bir de Düşünsel’in doğadan yola çıkıp sözcüklerin alıştığımız anlamlarını doğadan esinlenip yeniden kuruşu.
“gökkuşağıyla ne güzel ip atlanırdı
iki ucundan tutan olsaydı”
Bu hikâyelerde kozkavurandır fırtınalar. Dertleri dağlar bilir, kimininkini rüzgar. Nar kanar, utanır…
Bu hikâyeler şiirsel, bazı hikâyelerin başında ise hikâye kadar güçlü dizeler, hikâyeleri ile bütünleşen.
“ haylazdı mısra
şiiri gülmekten kırdı geçirdi”
Her ne kadar tüm hikâyeler güçlü bir düş gücünün sözcüklere yansıması ile ortaya çıkmış olsa da, asıl kaynağın acı, keder, ölümler, katliamlar, savaşlar olduğunu satır aralarında fark ediyoruz. Düşünsel sanki yaşamın tüm olumsuzluklarını toparlamış, büyük bir çukura gömmüş, üzerini toprakla örtmüş, toprağın üzerine de ağaçları ve hayvanları, doğanın sözcüklerini koymuş. Yazar ve okur nasıl edebiyata sığınırsa, bu hikâyeler de doğaya sığınmış…
Ay Portakalı okuru, unuttuğumuz çocukluğa, yetişkinliğe yol alırken gitgide yok olan ya da kısırlaşan düşlerimize, günlük yaşamın dayatılan gerçeği ile doğanın sunduğu gerçeğin çelişkilerine davet ediyor.
Günlük koşuşturmaların içinde, bazen bir kuş cıvıltısı, bazen bir esintinin yapraklardaki hışırtısı, bazen yanımızdan geçen bir çocuğun gözlerinin gülümsemesi ile kendimizle kısa bir buluşma yaşar, o kısa anın gücü ile yeniden sarılırız ya yaşama. Ay Portakalı hikâyeleri o anlara benziyor işte…
* http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/
Görseller: Erik Johansson, Adam Zadlo