Resimli kitaplarıyla dünya çapında ilgiyle takip edilen Oliver Jeffers’ın küçük bir çocuk ile bir penguenin, iki hayalperestin dostluğunu anlatan kitapları Uçtu Uçamadı ve Kayboldu Bulundu üzerine bir inceleme.
Bir penguen ve küçük bir çocuk… Güzel bir hikâye için harika bir başlangıç değil mi? Oliver Jeffers’ın Uçtu Uçamadı ve Kayboldu Bulundu kitapları da bu izleniminin altını fazlasıyla dolduruyor. Resimli kitapları tüm dünyada milyonlarca okura ulaşan ödüllü yazarın ilk kez Can Çocuk etiketiyle ve Celâl Üster çevirisiyle ülkemizde yayımlanmış olmasının verdiği heyecanla okudum bu iki kitabı. Beni şaşırtmayarak Jeffers, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, tebessümle okuyup okutacağı iki küçük hayalpereste ait bir dünya yaratmış.
Doğduğumuz yeri ve ailemizi seçemiyoruz hayatta. Ancak dostlarımız kendi irademizle tuttuğumuz sihirli dilekler gibi. Onlar olmadan da yaşarız belki, evet. Ancak öyle bir hayatın pek de tadı tuzu, daha doğrusu şekeri balı olmayacağına eminim. İşte bu yüzden, siyah beyaz hayatımızın parlak rengi gibi olan dostlarımızı, kimi zaman oyun arkadaşımız, kimi zaman da dert ortağımız, sırdaşımız olarak hayatımıza alıyoruz ve doğan bağ büyüyü beraberinde getiriyor. Paylaşmanın büyüsü…
Yalnızca mutluluğu değil, hüznü ve mücadeleyi de paylaşmak asıl mesele. Penguenimiz mutsuz ve kaybolmuşken kendini onun yerine koyan dostu, onun huzuru için her yolu deniyor mesela. Aşılması güç engellerin üstesinden minik kayığıyla gelmeye çabaladığı, yılmadan araştırıp sorguladığı ya da sırf onu neşelendirmek için masallar anlattığı gibi. Aynı şekilde, en mutlu olması gereken anda, dostunun eksikliğiyle içi buruk kalıyor penguenin. Göklerdeki uçsuz bucaksız sonsuzluk, yeryüzündeki küçük ama içten mutluluğun yerini ne yaparsa yapsın doldurmuyor.
Her şeyi birlikte yapıyor bu iki dost. Sınırsız oyun, müzik, eğlence, macera ve okuma peşindeler. Birbirlerinden başka çok da bir şeye ihtiyaçları yok aslında. Ancak gün geliyor ikisi de cevapları uzaklarda, yükseklerde; kayıp bürosunda ya da kitaplarda arıyorlar. Ta ki yalnızlığın eksikliği onlara gerçek cevabı gösterene dek…
Göklerde kanat çırpmak ya dalgaların içinde dans etmek, yalnız başınayken keyifli olabilir mi? En mutlu anlarda, mutluluğumuzdan çok bizimle birlikte mutlu olan, gözlerinin içi parlayan bir yoldaş görmeden, mutluluk ne kadar mutluluk olabilir ki?
Renkli, anlamlı resimlerle iki minik dostun boylarından büyük maceralarının bir parçası oluyoruz. Hatta bazen kelimeler susuyor ve resimler bize derdini anlatıyor. Kelimeler, aynı hayatta da olduğu gibi, kimi zaman çaresizlik anlarında susuyor. Ki bu da, aynı bu iki karakter gibi, yalnızlığın sessizliğini içimizde hissettiriyor. Bazen de çizimler tek başlarına neşeyi ve mizahı yansıtıyor, kendinizi istemsizce kahkaha atarken buluyorsunuz.
Albert Camus şöyle anlatıyor dostundan beklediğini dostuna “Önümde yürüme; takip edemeyebilirim. Arkamda yürüme; yol gösteremeyebilirim. Sadece yanımda yürü ve dostum ol.” Yanlışlarla doğrularla elimizden tutacak bir yandaş, yoldaş arıyoruz yani. İşte kitaplarımızın kahramanı bu ikili de, bir diğeri olmadan bir hiç oluyor neredeyse. Biri diğerini peşinden sürüklenmiyor veya biri diğerine liderlik etmiyor. Kurtaran yok, kurtarılan da yok. Çünkü kimse bir diğerinden üstün değil. İkisi de yalnızca birbirlerinin dostluğuna muhtaç. Tam da naif, çıkarlardan uzak bir dostluğun olması gerektiği gibi… İki sevgi dolu kalp, birçok şeyin üstesinden gelmek için yetiyor da artıyor bile zaten.
Çoğumuz için sıradan bir kavram hâline gelen “dostluk”, hayatın rutiniyle sadece hayallerde kalıyor çoğu zaman. Onu en naif hâliyle tekrar canlandırmak isteyen masum çocuklara, ya da çocuklar gibi masum büyük insanlara armağan olacak bu iki kitap. Okumak hem çok şey öğretecek, hem de hatırlatacak.