“Gideceğim yere bir yol yok, onu kendim açmam gerekiyor.”
Küçük not defterine koca bir dünyayı sığdıran Ali Deniz Uslu ile son kitabı Asfalt Yengeci ve yazarlık ekseninde bir söyleşi gerçekleştirdik.
Asfalt Yengeci'nin esin kaynaklarını merak ettim. Hem onları hem de varsa esinlendiği şairleri, ama doğrusunu istersen bulamadım. Peki sen söyler misin sevdiğin ve varsa etkilendiğin şairleri?
Göründüğüm gibi biri değilim ya da görüntüm ve tavrım belki bir zırh, belki de bir maske. Bunu neden söylüyorum; beni tanıyanlar bunca öfkeyi, üzüntüyü, hayal kırıklığını ve umutsuzluğu nerede taşıdığımı soruyor. Taşımak ağır geldiği için yazıyorum, yazdığım için de yaşıyorum. Gergedan derili olamadım, yeni dünyanın koşulları benden sekmiyor. Benim de elimde kalemim var yalnızca. Esinlenme konusuna gelirsek, Puşkin severim, şair denebilirse Bukowski, sonra Nikola Vaptsarov, William Blake, Cemal Süreya, Dante Alighieri, Rainer Maria Rilke... Bazen dünya ile uzlaşamayanlara şair deniyor sanırım, ben de onların dünyayı anlama çabalarını okuyorum işte...
Değişik şiirler bunlar, değişik bir şiir anlayışının ürünleri. “Ama şair olmanın iyi yanı şair olamamaktır” diyorsun bir de. 'Olamamaktır' mı ya da 'olmamaktır', 'olmak istememek' midir sence?
Şairlik mevzu çok flu... Kim nasıl ve neye göre şair? Müfredattaki isimler midir doğru örnekler, tarihte yitip giden hiç okunmayanlar mı? Şiir diye bize ezberletilen tekerlemeler midir sahici olanlar, yoksa onlarca yıl sonra kuytularda keşfedip sarsıldığımız tozlu mısralar mı? Sanırım tüm bu çelişki olmak ya da olamamak tanımını doğuruyor. Bizler yazar ya da şair her neysek yazdığımızla büyüyoruz.
Aforizmaya da yakın dizeler var, istesen rahatça aforizmaya dönüştürebilirsin hissi veriyor, ama aforizmayla dize arasında da duruyor. Bu nasıl bir denge?
Bu Asfalt Yengeci’nde yakaladığım bir denge. Öncesinde ağırlık metinlere göre değişiyordu. Sözcüklere yeni anlamlar yüklemem, yüklem özne dengesini kendi içinde altüst etmem belki buna izin veriyor. Tabii bu okuyucuyu zorluyor da. Ben metinsel süreçlerde hep kapalı kapıları seçerim, günlük sıradanlık, sığlık zaten boğazımıza kadar dibe çekiyor bizi. Belki yorucu oluyor ama aforizma ile serseri mayın tekinsiz dizeler arasında gitmek en azından bana nefes aldırıyor.
Girdap Balıkçısı ve Karganın Duyduğu, önceki iki kitabın. Asfalt Yengeci'ni de katarak söylüyorum. Kitapların için yapılan değerlendirmelerden, tepkilerden, yankılarından, aldığın eleştirilerden söz eder misin? En dikkatini çeken, seni düşündüren, ilginç gelen, yönlendiren değerlendirmeler oldu mu?
Eleştiriyi çok dikkatli kullanmalı yazar; çünkü ona verdiği ciddiyet metne bağlanmış bir taştır, dibe çeker, gömer. Güzel sözler duymak için yazmaya başlarsanız edebiyat mastürbasyonunda kaybolup gidebilirsiniz. O yüzden üzülmeden, kırılmadan, kibirlenmeden, küstahlaşmadan, küçümsemeden, küçümsenmekten korkmadan bildiğini okumak gerekir diye düşünüyorum. Bazen kitaplarımı okuyanlar, çevremdekilerin tepkilerini merak ediyor? Ailemin, dostlarımın... Bazıları dilimi durultmam ve keskinliği törpülemem gerektiğinden dem vuruyor. Yani fazla sek bir halde olduğu için sulandırırsam daha kolay içebilir diyorlar. Bol renk kullandığım için de bunları öykü, hatta bu renkleri koruyarak romana yönelmem gerektiği eleştirisi de çok geliyor. Aslında beni yönlendiren en önemli değerlendirmelerden biri Karganın Duyduğu zamanı yaptığımız söyleşi de sizden gelmişti; türlerarası ya da türleraşırı. Bir de Levent Kazak’ın “hayal çevirisi” tanımı. Geçtiğimiz röportajımızı referans alırsak, devam ediyorum. “Gideceğim yere bir yol yok, onu kendim açmam gerekiyor.”
Kitabı okumaya başlar başlamaz kendimce 'şiir -günlük' ya da 'günlük şiir' diye iki kavram, iki tanım geçti aklımdan. Sana da sorayım dedim. Bir şiir türü olarak yazdıklarını nasıl adlandırırsın ya da adlandırmaya gerek yok mu?
Tanımlar, sıfatlar bu toprakların çok sevdiği şeyler. Çalışandan çok müdürün olduğu şirketler gibi... Ben üstüme her anlamda hiçbir üniforma giymek istemediğim gibi yazdıklarımda da buna özen gösteriyorum. Ama yine teşhisiniz doğru, günlük şiirler bunlar... Tanıklık üzerine gelen şeyler, içinde hayal kırıntıları olsa da sarsıp kendine getirme adına yazıldılar. Evet, sınıflandırmaya, adlandırmaya gerek yok. Günahıyla sevabıyla Ali Deniz Uslu metinleri bunlar...
Niye yazıyorsun diye sormuyorum ama nasıl yazıyorsun?
Hayatımızı sürdürmek için pek çok iş yapmak zorundayız, yazarak bunu sağlamak en azından benim için mümkün değil. İşte tüm bu hayat mücadelesinde, bir toplantıda, iş yemeğinde, röportajda ya da hiç olmaması gereken pek çok yerde aklımı tırmalayan sözler, cümleler geliyor. Kapı çalınca açmak gerekli, o yüzden hemen not alıyorum. Bu zamansız gelişler dışında yazmak için oturmayı da seviyorum. Müzikten çok besleniyorum. Bazen bir melodi beni yazma konusunda epey tahrik edebiliyor. Çok klişe belki ama kağıt kalemi sevenlerdenim. Küçük bir not defterim var, oraya bir dünya sığdırıyorum.
Bana kalırsa dilin kısa öyküler, meseller yazmaya da çok uygun. Ne dersin?
Ahlaki ve tinsel olarak, metafor ağırlığı açısından da mesellere yakınım. Yaptığım felsefe de değil. İşte o bahsettiğimiz aforizma gelgiti bu tadı veriyor. Luther, Nietzsche, Platon ya da Kierkegaard güzel uzanıyor bu yolda... Metinsel gezintimde durakları farklı kulvarlar olan bir yoldayım, işte bazen de yolsuz yerlerde yol arıyorum. Kısa öyküler, meseller ve roman öncesi her şey de yolumun uğrayacağı yerler arasında...