Dolores Reyes’ın Buenos Aires varoşlarında yaşayan isimsiz bir kızın toprağın gizlediği ürpertici sırları çözerken bir yandan da kendi kaderini çizmesinin hikâyesini anlattığı Toprakyiyen üzerine bir yazı.
Dünya çocuklar için (bazen) cehennemdir. Çocukluk çoğunlukla yansıtıldığı gibi gül bahçesinde yaşanan bir peri masalı değildir - ki güllerin de dikenleri vardır zaten. Çocuk olmak (Hatırlatma: Her insan çocukluk evresini yaşar) insanın en zorlu evrelerinden biridir. İlk olarak dünya nasıl bir yerdir bilemezsin, her şey devasadır ve etrafındaki insanlar ki bunlar çoğunlukla anne-baba denilen şahıslar olur, sana dışardaki dünya hakkında korkunç şeyler anlatırlar. Arabalar seni ezmek için bekliyor, her köşe başında çocuk kaçıranlar duruyor, bin bir kötülük seni yutmak için tuzaklar kuruyordur. En vahimi ise başında duran bu iki kişi önüne yemek tabağını koymasa açlıktan, dört tarafını betonla çevirmese hava koşullarından öleceksindir. Bu sonu gözükmeyen korku tüneline girmektense sana sunulan çatının kurallarına ve öğretilerine uyman evladır. O kurallar senin benliğini yiyip bitirse de bu böyledir. Sonra dış dünyayla iletişimin olabildiğince kısıtlı olduğu için her şeyi bu iki kişinin gözünden, eylemlerinden ve söylemlerinden öğrenirsin. Çocukluk bir kayıt dönemidir, der transaksiyonel analiz uzmanı Thomas A. Harris. Bu dönemde ebeveynlerin ya da onların yerine konumlanan kişilerin tüm söylediklerini, tavırlarını ve davranışlarını kaydeder ve ilerleyen dönemlerde de buna göre pozisyon alırız. Bundan sonraki hayatınıza hoş geldiniz. Bunun hayatınıza kazınmış bir yazgı olduğunu söylemiyoruz elbet. Biz dediğim de öncelikle Bay Harris, sonra da ben. Yetişkin olmak bunun için var. Yetişkin, içimizdeki düşünce kalıpları yani anne babamızın öğrettiklerini ve tepkilerimizi yani bu öğretiler karşısında hissettiklerimizi değerlendirmek ve bizim için en doğrusunu bulmak için çalışır. Ama sağlıklı yetişkine ulaşmak her zaman mümkün değildir. Tıpkı Arjantinli aktivist ve yazar Dolores Reyes’ın Toprakyiyen romanında olduğu gibi.
Bir de Buradan Bak!
Yazılarımı takip edenler asıl konuya gelmeden önce bir peşrev faslı geçtiğimi bilirler. Bu uzun giriş benim konuya nasıl ve nereden baktığımı ifade etmek için gerekli diye düşünüyorum. Zira bir metne birçok farklı açıdan bakılabilir. Toprakyiyen için mistisizm çerçevesinden bakmak isteyen de olabilir, zalim dünyanın insana ettikleri penceresinden de göz atılabilir ya da kardeşliğin değeri üzerinden de konuşulabilir. Ben Toprakyiyen’e baktığımda ise berbat bir eve doğmuş, ebeveynlerinden açlık, sefalet ve şiddet miras kalmış, dünyaya karşı savunmasız bir çocuğun hikâyesini görüyorum. Merak eden için konusunu kısaca özetleyip bende bıraktığı izlere geçeyim.
İsmini bilmediğimiz bir kız çocuğu bir sabah annesiz bir dünyaya gözlerini açar. Babanın ise nerede olduğu belirsizdir. Kız çocuğuna göre hayattadır ancak ona ve ağabeyi Walter’a bakan halaları aynı fikirde değildir. Üstelik “babalık” hiçbir zaman ideal baba figürüne birkaç fersah dahi yaklaşmamıştır. Anladığımız kadarıyla anneye şiddet uygulamış ve ailesini terk edip bir deliğe başını sokmuştur. Çok zaman geçmeden hala da onları terk eder. Bu şükür ki babasız ve ne yazık ki annesiz dünyada kız çocuğu kendinden dört-beş yaş büyük ağabeyine sarılsa da yalnızdır. İki çocuk biraz birbirlerine sığınarak biraz da o güne kadar gördükleri dünyayı devam ettirmeye çalışarak yaşamaya çalışırlar. Burada “yaşamak”ın içerdikleri öncekinden çok da farklı değildir: Yatacak bir yer, yiyecek bir öğün. Ama kızın hayatına bir yenilik gelmiştir. Toprak yiyor, arkasından gelen vizyonlarla ölüleri ya da kayıpları görüyor ve başlarına gelenleri öğreniyordur. Kendisi bunu hiç istemese de bu yeteneği kısa sürede duyulur ve kapısına başına dert açacak insanlar yığılmaya başlar. Küçük kız gelişemeyen zihni ve ondan önde giden bedeniyle ölümle yaşam arasında bir çizgide durur. Hatta bir nevi oradaki kapının bekçisi olur. Sonrası kitapta…
Bir Avuç Toprak, Bir Dünya
Toprakyiyen kaotik bir hikâyeye sahip değil, hatta oldukça sade ve düz bir çizgide ilerliyor. Asıl kaos ise küçük kızın içinde. Öyle ki onu yutmuş gibi gözüküyor. Çünkü hikâyede yıllar ilerliyor, küçük kız yetişkin dünyasının getirdiği olaylar ve davranışlar içine giriyor ama olayları algılayış biçimi, tepkileri ve iç sesi hiç değişmiyor. Sanki annesinin öldüğü günde donup kalmış gibi. Bu yanıyla yaşadığı travmaların yükünü biraz olsun atamamış gözüküyor. Buna dair en büyük kanıtımız ise yeteneğini getiren davranışı yani toprak yemesi. Ben bunu, kız toprak yiyerek dünya onu yutmadan, o ondan birer parça yutarak bir iletişim ve bütünleşme sağlamaya çalışıyor diye değerlendiriyorum. Bir yandan da dünyayı anlama çabası sanki. Çünkü içerisi yani evle ilgili sorunlarla boğuşurken dışarıya karşı hazırlıksız ve bilgisiz kalmış. Avuç avuç yediği toprak ona sokağa adım atmadan dışarının tehlikelerini, normal insan yüzlerinin perdelediği kötülükleri ya da gariplikleri gösteriyor. Dünya ne içeride ne de dışarıda kolay değil, anlıyor. Toprak yemesi aynı zamanda kendi kaybettikleriyle de ilgili, bu eylemiyle kaybolan bağlarının ucunu da yakalamaya çalışıyor gibi. Babasını görüyor mesela bir seferinde. Bir gün ortadan kayboluveren ama vizyonlardan öğrendiğimize göre ölü öğretmeni ise sürekli yanında, bazen alıngan bir ergen arkadaş bazen koruyucu bir abla gibi. Tüm bu olaylar, ölüler, kapısından eksilmeyen kayıp yakınları, evin içinden gelip geçen sevgililer ve arkadaşlar arasında ise tek dayanağı ve güvencesi ise ağabeyi Walter. Dünya olanca hızıyla dönüp dururken, yaşam herkes için olağan akışında, yoksullar, arka sokaklar ve kimsesizler için çağlayan gibi akarken her sarsıntıda tutunduğu ve gerçekle hayal arasındaki bağı koruyan tek kişi o. Bana göre hikâyedeki en görünen karakter de Walter, yaşayan, devam etme iradesi gösteren ve gerçeğin içinde olan. Walter’la beraber aklıma klişe bir cümle geliyor: “Yaşa ki yaşatasın!”
Sondan Önceki Çıkış!
Toprakyiyen’de bir son yok. Son dediğimiz bölüm, kız ve ağabeyi için bir başlangıç vaat ediyor biraz. O da belli belirsiz. Ama bunun bir önemi var mı bilmiyorum. Hayatta bir son olmadığını düşünürüm, süregiden bir yolculuk, biraz o durak biraz bu durak sonra yine yol. Dolores Reyes da bu düşüncede olsa gerek ki hikâyesine son noktasını bundan sonra ne olacak diye düşündürterek koymuş. Devamı olsa okurum. Kızın iyi olmasını istiyorum çünkü, yetişkin kararlarını yetişkin aklıyla verebilsin istiyorum, toprakları yemesin, üstüne sıkı sıkıya bassın istiyorum, geçmişin tozunu hem midesinden hem zihninden hem de ruhundan atsın istiyorum. Çok şey istiyorum belki. En azından bir kısmını yapabileceğine dair umudum var.
Toprakyiyen bana düşündürttükleri dışında okuma lezzeti veren, hikâyesi sürükleyici bir ilk roman. Dilerim Dolores Reyes yenilerini kaleme almaya başlamıştır, hevesle bekliyorum.
“Duraksayıp içeri girdim. Bezelye konservesinin suyundan bir parça yere akmıştı. Bir sandalye çekip oturdum. Bir elimde teneke duruyordu, diğeri yukarı bakıyordu. Boştaki elimle tenekeyi eğerek toprağın bir kısmını azaltmak istedim ama hem açacak hem toprak aynı anda geldi. Toprağın bir kısmı yere saçıldı. Kalanını ağzıma tıktım ve babamı bir kez daha görebilmek arzusuyla hepsini yedim. Ağzımı doldurup kapadım, yutmaya çalıştım. Elimin değdiği toprağın canlı bir şeye dönüştüğünü, içimle dost bir toprak haline geldiğini hissediyordum, yemeyi sürdürdüm…” (syf. 20-21).
*Toprakyiyen, Dolores Reyes, çev. Saliha Nilüfer, İstanbul, Can Yayınları, Mayıs 2021.