18 KASIM, CUMA, 2022

“Düşmenin Kendi Kendini Var Ettiği Bir Hikâyesi Var”

Aynur Kulak ile “düşüş” kavramı etrafında kendi eksenini çizen öykülerden oluşan ilk öykü kitabı Adı Olmayan İkinci Öykü ve okur-yazar ilişkisi üzerine konuştuk.

“Düşmenin Kendi Kendini Var Ettiği Bir Hikâyesi Var”

Aynur Kulak, okurlarımız tarafından kitap incelemeleri ve söyleşileriyle tanınan yazarlarımızdan. Bu kez Aynur Hanım’ı ilk öykü kitabıyla konuk ediyoruz: Adı Olmayan İkinci Öykü. Geçtiğimiz aylarda İthaki Yayınları tarafından yayımlanan kitap, ad/adsızlık, düşüş, kimlik vb. kavramlar çevresinde çağdaş bir insanın öyküler boyunca hikâyesini anlatıyor; okuru da anlatının içerisine dahil ediyor. Aynur Kulak ile Adı Olmayan İkinci Öykü çerçevesinde öykülerinin yolculuğunu, ele aldığı kavramları, okur olma hâlini ve edebiyata yaklaşımını konuştuk.

Sevgili Aynur Hanım, 2005 yılında yayımladığınız Günlerden Bir Gün adlı romanınızın üzerinden 17 yıl geçtikten sonra okurla ilk öykü kitabınız Adı Olmayan İkinci Öykü ile buluştunuz. Anlatılmayı bekleyen öykülerinizin nasıl bir yolculuğu oldu? Kitabınızı yayımlamaya sizi hazırlayan süreçten bahseder misiniz?

17 yıl aradan sonra Adı Olmayan İkinci Öykü’nün gelmesi benim için de sürprizdi fakat şunu da belirtmeliyim ki gerçekten çok sevdiğiniz –süreç boyunca başınıza ne gelirse gelsin– yapmaktan mutluluk duyduğunuz ne ise o şeyden kopmamanızı sağlıyor. 17 yıl içerisinde başka alanlara savrulsam da edebiyata tutunmaktan hiç vazgeçmedim. Bazı dönemlerde –çalışma hayatının içinde kaybolduğum dönemlerde özellikle– yazıdan iyice uzaklaşıp yazamasam da okumayı bırakmadım. Hatta bazı süreçlerde okumaya dahi vakit bulamazken, edebiyatın izinde düşünmek hayat pratiklerimi hep etkiledi. Hayat yolculuğum nasıl ilerlerse ilerlesin edebiyat vasıtasıyla düşünmeyi, hayatı yorumlamayı ve bunları pratiğe dökmeyi elden bırakmadım. Sonuç itibariyle ömrümün ikinci şansı olarak Adı Olmayan İkinci Öykü geldi. Bu o kadar kıymetli ki, bu yüzden -hayatıma dair ikinci bir şans olarak da yani- bu öykü kitabım benim için çok değerli bir yerde duruyor şimdiden diyebilirim.   

Kitabınızın ad/adlandırma/adsızlık ile ilişkisini konuşalım isterim. “Adı Olmayan” öyküler, adlandırılan öyküler, karakterlerin adlandırılması ve Adı Olmayan İkinci Öykü ile adlandırdığınız kitabınız. Nedir bu konuda sizi düşünmeye ve yazmaya yönelten sebep?

“Adsızlık” üzerinden kitabın kendi “adsızlığı” yla başlayan ilişkisi son derece doğal, kendiliğinden bir süreç sonucu oluştu. Meselenin buraya geleceği 2006 yılında bana söylense inanacağım bir hikâye olmazdı bu. “Adı Olmayan Birinci Öykü”yü 2006 yılında yazdığımda öykünün adını ne koyacağım ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Ad koyma konusunda, başlık atma, manşet oluşturma vb. konularda sıkıntı yaşarım hep zaten ve öykülere ad verme de bu anlamda beni zorlayan bir durum olarak karşıma çıkmıştı. Fakat bu durama karşılık kitabın ikinci öyküsü “Yol Boyunca Uzaklık” ilk olarak adıyla arz-ı endam etti. Adı olmayan ve adı olan iki öykü yazmıştım. Öyküleri yazmaya devam ettikçe ve bazı öykülerin yine tüm adsız salınımlarıyla yazılmaları mevzu bahis oldukça sırf sıralarını karıştırmamak adına Adı Olmayan Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü öykü başlıklarını attım. Mevzu bununla kapanmadı. Ben yayınevine dosyayı adsız olarak, sadece –öykü dosyası– adıyla gönderdim. Dosyanın kabul edilmesi mutluluğunu yaşadıktan hemen sonra “adsızlık” ve “bir ad koyma” meselesi bir tür ironi olarak yeniden karşıma çıktı. Çok kısa bir sürede Adı Olmayan İkinci Öykü olmasına karar verdim. Çünkü artık bir ad koymam elzemdi. Kitabı açar açmaz karşımıza çıkan “Geçti sözcüğünü hiçbir zaman söyleyemeyecek olmaktan korktum.” “Adı Olmayan İkinci Öykü” öyküsünde geçtiği için ve okuyucunun kafasında İkinci var ise Birinci de vardır, Üçüncü de olabilir ve hatta Dördüncü adı olmayan öykü de vardır çağrışımları adına kitabın ismini Adı Olmayan İkinci Öykü koymak istedim. Ki bir tür “adsızlık” silsilesi olarak dört adet “Adı Olmayan Öykü” var kitabın içinde.

​Anlattığım bu kendiliğinden gelişen süreç bir tesadüf olabilir mi? “Adsızlık” üzerine anlattığım bu süreç tesadüf değil elbet. Şimdi düşününce daha iyi anlayabiliyorum. Kaybettiğim çok değerli bir şeyi yeniden bulmuş gibiyim. Kaybettiğim zamanı, adımı, beni neyin mutlu ettiğini ve ne için çalışmam gerektiğini yeniden buldum. Düşünmeyi ve yazmayı bırakmamamı sağlayan sebep “adsızlık” meselesinin ta kendisi ve bu meselenin beni yürüttüğü yollar. Ele avuca gelmez, kontrol edilemez bir hızın içinde kayıp bir vaziyette giderken herhangi bir şeyi adlandırabilmenin mümkün olamayacağını biliyorum artık. Kayıp olsanız bile yola iyi niyetlerle devam edebiliyorsanız eğer eninde sonunda “adsızlık” ikinci bir şans olabilir elbet. 

Aynur Kulak

“Olma Yolunda Vaatler”e geldiğimizde karakterinizin adını ve cinsiyetini öğreniyoruz. Buraya kadar aslında çok da belirli değil, ona bir beden biçemiyoruz. Neden böyle bir şey tercih ettiniz? Karakterinizi soyut bir adla adlandırmışsınız bir de.

Evet soyut bir ad, Adın ve “Olma Yolunda Vaatler” öyküsüne kadar ona bir beden veya bir cinsiyet biçemiyoruz. Halbuki bedenlerimiz hayata karşı oluşturduğumuz en birincil ifade biçimimiz. Adımız, dilimiz, duygularımız, cinsiyetimiz, kültürümüz, sınıfımız neredeyse her şeyimiz bedenlerimizle var oluyor. Bu sebeplerden bu öykü ile birlikte birinci tekil şahıs üzerinden kendi hikâyesini anlatan bu karaktere bir ad ve beden vermek istedim. Aslında Adın’ı ilk olarak –düştüğü için– bedeniyle tanımaya başlamamıza rağmen “Olma Yolunda Vaatler” öyküsünde bedenine ancak kavuşabiliyor. Çünkü kendinden ziyade başkalarına dair meselelere o kadar kaptırmış ki kendini tam olarak kendini tanımlama, kendini adlandırma, bedenlendirme, cinsiyetlendirme, dillendirme konusunda eksikleri var. Sebebi kendisi olmamakla beraber bir tür köşeye sıkışmışlık durumu, duygusu ile yaşamış yıllar boyunca, geriye dönüp baktığında bunu çok net görebiliyor ve en önemlisi de artık tüm bunların farkında.

Ki bu ad köşeye sıkışmasına ve akabinde onda bir çözülmeye sebebiyet veriyor. Ad ile gelen bu çözülüş için neler söylersiniz?

Akabindeki süreçler tam anlamıyla bir çözülmeyi beraberinde getiriyor, evet. Bu yüzden tüm öyküler ben kişisi tarafından anlatılmasına rağmen karaktere Adım değil, Adın ismini vermek istedim. Anlatıcının, kendinin farkında olmayarak içine battığı meseleler içerisinde daha fazla boğulmasının önüne geçmek, biraz da olsa artık on beş yıl önceki kendine mesafelenip, ilerleyebilmesi için. Sadece fark etmekle kalmaması, fark ettiği noktadan, yaşadığı çözülmelerle birlikte yeni bir yol haritası çıkarabilmesi için. Kendisi de bu yolda ilerlemeye başlıyor zaten ister istemez ve sonraki öykülerin gidişatı bir değişime doğru evrilmeye başlıyor. Sadece kendisinin değil herkesin düşebileceğini görüyor mesela ya da bu durumun sadece bireyle ilgili değil, toplumla ilgili büyük bir sorun olduğunu görüyor. İlişkilerin de aynı şekilde, sadece kendisinin kuramadığı bir şey değil, kimsenin kimse ile iyi, doğru, anlaşılır, anlamlı bir ilişki yaşamadığını kavramaya başlıyor.  

“Düşmek/Düşüş” tüm anlamlarıyla kavrıyor Adı Olmayan İkinci Öykü’yü. Düşmek bir süreç mi, durum mu sizin için? Öykülerinizin karakteri için bir süreç, hayatın ta kendisi hatta, ne dersiniz?

Somut veya soyut “Düşmek/Düşüş” kavramlarından kimse muaf değil. Her insanın, -yaşam içerisinde yer alan her varlığın hatta- en az bir kere başına gelmiş olan bir durumun tüm anlamlarıyla öyküleri çepeçevre kavramasını istedim bu yüzden. Hayatın ta kendisi olan bu durum hiç başımıza gelmeseydi, bunda bir tuhaflık var, “mümkün değil”i konuşabilirdik belki. “Düşmenin” ayrıca kendi kendini var ettiği bir hikâyesi olduğunu da düşünürsek (ki çok az kavram için konuşabiliriz bu güçlü etkiyi) düşüş gerçekleştiği an güçlü bir etki de beraberinde hemen kalkmak olarak tezahür ediyor. Düştüğümüz yerde kalma etkisinden tutalım da, ters psikoloji etkisiyle ayağa kalkıp tekrar yürümeye başlama, hatta düştüğümüz anın öncesinden daha kararlı bir vaziyette yeniden yürümeye başlamaya kadar düşmenin gücünün etkisi hiç düşmemekten daha büyüktür. Öykülerde de durum tam olarak böyle tezahür ediyor; ters psikolojinin çalıştığı güçlü bir düşme sonrası etkisi, yani ayağa kalkarak devam etme güdüsünün çok güçlü çalıştığı bir etki var öykülerde de. Düşmek çok güçlü bir süreci de beraberinde getiriyor yani, bu şekilde algılamak isteyenler ve devam etmeye kararlı olan kişiler için.   

Öykülerin birbirleriyle bağından söz edebiliriz, süren bir hikâyenin parçaları olduğunu görüyoruz. Bu sebeple bir novella da olabilecekken neden öykü olmalarını tercih ettiniz?

Novella da olabilirdi kitap, hatta kısa roman da. Öykülerden oluşmasını tercih etmem parçalı bir yapı kurmayı istemem ve böyle bir yapının en iyi öykülerden oluşabileceğini düşünmemdi. Yaşadığımız çağ ile ilgili olarak, gündelik hayattaki hız; kavramların anlamlarının ve kavramlarla olan ilişkimizin her an değişebilmesi -mesela başarı, mutluluk, mutsuzluk gibi- birçok konuda yaşadığımız sonsuz belirsizlikler silsilesi; geçmiş yaşantımızda neler olup bittiğini tam olarak fark edemememiz, gelecekle ilgili neler olabileceğini kestiremememizden kaynaklı ne yapacağımızı bilemememiz ve şimdiye asla odaklanamamamız gibi faktörler bütüne bir türlü ulaşamamamız, bu sebeplerden de bir bütünlüğü tam olarak hissedemememizi sağlıyor. Kimi zaman bir bütünlüğü yakalıyor olsak bile. Bir kabustan uyanamamak gibi parçalı yapıdan kurtulamıyoruz yani. Adın ile ilgili de durum, çağının bir insanı olarak tam manasıyla böyle bir yapı üzerinden oluşuyor. Anlatılan hikâyedeki yapının bu bütünlenemeyen parçalı durumu verebilmesi için tek tek öykülerden oluşmasını istedim. Hikâyenin bütünü ters bir psikoloji üzerine kurulu olmasına rağmen, yani düşmeler mevzu bahis olmasına rağmen kalkıp ilerleme, ne olursa olsun bir şekilde devam etme ve kişinin kendi hayatını kurabilme iradesini bir noktada gösterebilmesine, kendi hayatının yapısını kurabilmesine rağmen, içinde bulunduğumuz yerkürenin sistemi çok parçalı bir yapıyı temsil ediyor artık, maalesef.

Kitabınızın girişinde “...duygularımı pencereli açık odalar gibi birbirleriyle cereyan ettiren sizler varsınız, evet. İnanıyordum, siz olmadan olmazdı.” diyorsunuz. Burada okurlarınızla olan iletişiminizden, kitapta okurun yerinden bahseder misiniz?

Kitapta okur bir karakter gibi var, yani baştan sona okurla konuşan, onunla bağ kurmak isteyen, hikâyenin ona anlatmak için yazıldığı bir kitap Adı Olmayan İkinci Öykü. Parçalı bir yapı ile birlikte birey olma, birey olabilme meselesinin çok fazla empoze edilip, dillere pelesenk edildiği de bir yüzyıl içerisinde yaşıyoruz. Herkesin kendine ait birer cep telefonunun olduğu, internette herkesin kendine ait -en az- birer sosyal hesabının olduğu, “kime göre, neye göre” sloganıyla herkesin kendine ait doğrularının ve yanlışlarının olduğu fakat tüm bunlar olurken, -birey olma yolunda hızla ilerlenirken- kimsenin birbiriyle gerçekten bağ kurmadığı, kuramadığı iletişim ve ilişkiler ağında okur varlığı çok kıymetli bir yerde duruyor. Okur tüm bu empoze edilmeye çalışılan şeylerin dışına çıkmayı -ve içine girmeyi de kendi tercihi ile ret edebilen- en önemli unsur. Yaşadığımız yüzyılla sağlıklı bağlar kurabilmek adına gitgide daha önemli bir unsur olma yolunda da ilerliyor. Çünkü şunu da söylemeden geçemeyeceğim, yüksek hızın ve parçalı yapının bir bütünlüğe ulaşabilmesi edebiyat yolu ile gerçekleşecek. Bu da sanıldığı gibi teknolojik, siber oluşumlarla değil güçlü yazar-okur, metin-okur bağları ile sağlanacak. Gelişmeler ve ilerlemeler ne olursa olsun hâlâ hiçbir şeyi tam olarak okumadan anlayamıyor, o şeylerle doğru ve sağlıklı bağlar kuramıyoruz. Kitabın son öykülerine doğru daha belirgin bir şekilde hissedilse de tüm bu sebeplerden mütevelli Adı Olmayan İkinci Öykü içerisindeki her bir öykü okuruyla bağ kurarak anlatıyor tüm hikâyesini.

Sizi çok okuyan, okuduğu üzerine düşünen biri olarak tanıyorum. Peki yazmak, anlatmak sizin için ne ifade ediyor? Yazmanın hayatınızdaki karşılığı nedir?

Okumanın, edebiyat vasıtasıyla düşünmenin ve yazmanın hayatımdaki karşılığı her şey. Okuyup çok etkilendiğim bir metin bana yıllarca eşlik edebiliyor ya da herhangi bir konu ile ilgili bir cevap ararken kendimi edebiyat vasıtasıyla düşünürken bulabiliyorum. Yazarken de tüm bunları sentezleyip nasıl yazabilirim, nasıl anlatabilirim, niçin bunları anlatmayı tercih ediyorum sorularıyla ilerleyerek her yeni kitapta güzergâhlarımı belirlemeye çalışıyorum.

İyi bir okursunuz ve çok farklı disiplinden okumalar yapıyor, okumakla yetinmeyip bunlar üzerine yazıyor ya da söyleşiler hazırlıyorsunuz. Okumanın yazarlığınıza katkıları hakkında neler söylersiniz? 

“İyi bir okursunuz” yorumuna teşekkür etmek isterim öncelikle çünkü sanırım iyi bir okur olmasaydım edebiyat yolunda ilerlemek, doğru insanlarla ve doğru mecralarla yolumun kesişmesi mümkün olmazdı. Çok genel geçer cümleler içinde kullanırız fakat “gönül vermek” ve okur olmayı gerçekten sevmek zamanı geldiğinde o güzel kapıların önünüzde açılmasına sebebiyet veriyor. Mesela seninle olan tanışmamız, mesela ikinci kitabımın İthaki Yayınları’ndan yayımlanması, söyleşilerimin ve yazılarımın yayımlandığı diğer tüm mecraların hayatımdaki yerleri tesadüf değil. İyi bir okur olmanın güzel kazanımları. 

Zamanın ruhu üzerine düşünüyor, söyleşilerinizde soruyorsunuz. Zamanın ruhu size, yazınıza nasıl sirayet ediyor peki? Yaşadığımız dünyayla ilişkinizi nereden kuruyorsunuz?

Zamanın ruhu… Söylenecek, ifade edilecek çok faktör var bu konuda fakat şöyle toparlarsam zamanın ruhu içerisinde geçmiş, şimdi ve gelecek iyi niyetli olarak kendi güzergâhında ilerleyebilmekle mümkün olabiliyor. Tabii ki zaman içerisinde birçok değişkenden etkilenebiliyorum, zihnim odağından çıkarak başka faktörlere kayabiliyor. Yaşadığımız dünya ile ilişkimi bu sebeplerden her defasında yeniden kurmak zorunda kalabildiğim dönemler oluyor fakat dengede nasıl kalabileceğimi biliyorum artık. Ne isteyip, neleri istemediğimi, kendimin kim olduğunu, beni nelerin mutlu edip nelerin etmediğini. Kişinin kendini iyi tanıması zamanın ruhunu iyi anlamasına sebebiyet veren en önemli faktör. Diğer türlüsü boşa geçen bir zaman ve çok yorucu süreçler ile sana ait olmayan gereksiz yükler.

Aynur Kulak

Özellikle çağdaş yazarları yakından takip eden bir yazarsınız, onlarla söyleşiler yapıyorsunuz. Bugünün edebiyatında hangi başlıklar öne çıkıyor? Yazarları yazmaya iten nedir sizce?

Dünyayı kavramak. Soruyu okur okumaz aklıma gelen ilk cümle oldu bu. Realizm, romantizm, bireysellik, toplumsallık mesellerinin üzerinde, tüm bunları kapsayacak şekilde dünyayı kavramaya yönelik bir çağdaş edebiyat yapısı var. Yazarlar artık bir başlık veya başlıklardan ilerlemek yerine kavramlardan ve bunların yansımalarından, ortaya çıkardıkları hikâyelerden ilham alarak yazıyorlar. Bilinç, bilinçteki yarılmalar, bedenlerimiz, bedenlerimizin dili, cinsel kimliklerimiz ve öncelikle bu kimliklerimizi sevmek, içinde bulunduğumuz evren ve bu evreni iyi anlatabilmek. Bu çatı kavramlar üzerine bir yapı inşası mevzu bahis çağdaş edebiyat içerisinde. Ve bu son derece umut verici çünkü bu kavramların irdelenmesi ile ihtiyaç duyulan yeni bir dünya yapısı kurulabilecek. Çağdaş yazarlarla söyleşiler yaparken tüm bunları yakından takip ediyor olmak heyecanlandırıyor beni ve açıkçası umudumu korumama da yardımcı oluyor. Çağdaş edebiyat bu sebepten vazgeçemeyeceğim en önemli unsur olarak iyi ki var.  

O halde okur olarak Aynur Kulak’a bir sorum daha olacak. Okuduğunuzda size yeni bakış açıları kazandıran, sizi derinden etkileyen, bittikten sonra dahi içinizde bir yerde devam eden hikâyelerden birkaçını bizimle paylaşabilir misiniz?

Zor bir soru. Çok var çünkü. Hangisini söylersem sanki diğer söylemediğim güzel metinler dışarda kalıyormuş gibi bir durum oluşturabilecek bir cevap olabilir. Ancak 2022 yılını baz alarak birkaç yazar ve kitabını söyleyebilirim. Ayşegül Devecioğlu, Anatomi Dersi. Sine Ergün, Baştankara. Şule Gürbüz, Kıyamet Emeklisi. Kerem Eksen, Ölümden Uzak Bir Yer.

İkinci kitap için 17 yıl beklediniz ancak ben inanıyorum ki yeni bir kitap için bir bu kadar daha beklemeyeceksiniz. Çalışma masanızda hazırlanan ya da belki hazır olan yeni çalışmalar varsa bizimle paylaşır mısınız?

Yazmaya tabii ki devam edeceğim. Buradaki ara 17 yıl olamayacak tabii ama ne kadar süre sonra yeni bir kitap gelir bunu net olarak söyleyemiyorum şimdiden. Kısa bir roman düşünüyorum bundan sonrası için ama henüz yazılmaya başlanmadı.

0
3356
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage