07 ŞUBAT, ÇARŞAMBA, 2024

Düşüncenin Fırtınalı Denizde Seyahati

Metin Bobaroğlu’nun tarihte insanın aydınlanma macerasının izlerini sürdüğü, dünyada yaşanan krizlerin zemininde yatan nedenleri araştırdığı kitabı Aydınlanma Sorunu ve Değerler üzerine bir yazı.

Düşüncenin Fırtınalı Denizde Seyahati

“Benim en kazançlı yolculuğum gemimin battığı ve tüm servetimi kaybettiğim gün başladı.”

Bir zamanlar varlıklı bir tüccar olan Kıbrıslı Zenon, “kraliyet moru” denen paha biçilmez ürünün ticaretini yapıyordu. Kabuklu deniz canlılarından elde edilen bu boya kralların giysilerini boyamak için kullanılırdı. Bir gün gemisi fırtınaya yakalandı. Canını güçlükle kurtarıp kendini karaya attığında, tüm malları köpüren dalgalar arasında batıyor ve geldikleri yere geri dönüyordu. Kazançlı yolculuğunun ilk gününde Atina’da bir dilenciydi, derken Kiniklerle tanıştı ve bu tanışmayla felsefenin ülkesine adım attı, çok sonralarıysa kendi okulunu kurdu.

Tarih Felsefesi adlı kitabında Hegel, Antik Yunan halkının coğrafi koşullardan dolayı denizciliğe yöneldiğini ve bunun da onların kendi kişisel yeteneklerini keskinleştirdiğinden söz eder. Öyle ki onlar doğanın çetin şartlarıyla savaşırken kendi içsel gelişimlerine de yönelmişler, uyuşup kalmamışlardır. Üstelik denizcilik sayesinde uğradıkları limanlarda “ötekiyle”, başka insanlarla, kültürlerle, dinlerle tanışmış, onlarla bağ kurarak başka zenginlikleri de içlerine almışlardır. Tüm bunları içselleştirdikten sonra kendi kültürünü, sanatını, felsefesini doğuran ve bir meşale gibi parlayan Antik Yunan’ın özgür bilinci artık kendi evindedir, üstelik sadece kendi evinde olmakla kalmamış dünyayı da kendi evine çevirmiştir. Bu yeniden doğuşla her birey kendini dönüştürmüş, bu dönüşüm eylemlerle yaşam bilincine de taşınmıştır.

Bugün gittikçe her şeye yabancılaştığımız bir dünyada fırtınalar da sertleşiyor. Ekonomik ve toplumsal çöküşler, doğal afetler, savaşlar sürerken her şey yolundaymış gibi akan bir hayatın ortasındayız. Hayvan beynimiz belki de artık bize “savaş” ya da “kaç” demiyor da “dona kal” diyor, içinde yaşadığımız sistem herkesi belirsizliklerle karşı karşıya bırakıyor. Antik Yunan halkının kafa tuttuğu fırtınalı denizler bugün başka türlü kaygan ve dayanaksız bir zemine dönüşüyor. Sosyolog Richard Sennett’in Karakter Aşınması kitabında tarif ettiği gibi bu kaygan zeminin üzerinde ayakta kalmak zorlaştıkça içsel güçlenmeye odaklanmak yerine değerler ve karakterler feda ediliyor.

Düşünür ve yazar Metin Bobaroğlu, Destek Yayınları’ndan çıkan Simgesel Düşünme kitabının ardından bu kez Aydınlanma Sorunu ve Değerler adlı ve “İnsan nasıl özgür olur?” alt başlıklı eseriyle tarihte insanın aydınlanma macerasının izlerini sürüyor. Bugün tüm dünyada yaşanan krizlerin zemininde yatan nedenleri anlamak ve bunlardan özgürleşmek için okurlarını bir düşünce seyahatine çıkarıyor.

​Bu düşünme seyahati boyunca aydınlanmanın tüm tarihsel süreçteki duraklarına uğrayan Bobaroğlu, bir yandan aydınlanmanın içsel ve dışsal aşamalarını aktarırken bir yandan da Antik Yunan’dan bugüne çeşitli filozofların aydınlanmaya olan katkısına ve nihayetinde de Anadolu’da birleşen bilgelik öğretisinin bize sunabileceklerine değiniyor. Aydınlanmanın aslında bir bilinç sıçraması olduğunu ve tarih sahnesinde ilerledikçe insanın kendi insanlığını keşfedişinin izlerini seyretmemize olanak sağladığını vurguluyor.

“Aydınlanma sorunu insanlık kadar eskidir. İnsan, doğa varlıkları karşısında var olma savaşımı verirken oluşturduğu ilk gereçle birlikte aydınlanmaya başlamıştır. Aydınlanma bu bağlamda, var olmayı başarmakla eşdeğerdedir. İnsanlık serüveninin ta başında, somut yaşam olgularının içinde aydınlanmanın temel kavramlarını bulabiliyoruz: Var olma savaşımı, sorun çözme, tutsaklıktan kurtulma, engel aşma, gereç üretme, bilinç oluşturma, özbilinç oluşturma, kendini geliştirme, özgürleşme.”

En başta doğa karşısında alet üretmekle göreli özgürlüğe kavuşan insan gitgide toplum varlığına dönüşür ve ürettikleriyle ekinsel varlığa evrilir. İnsan aslında aydınlanmaya yani özgürlüğe yazgılıdır:

“Tarihteki ayrı ayrı ekinsel biçemlere karşın, tüm ekinler ve tüm insan yaşamları için en derinde bir erek gizlidir, o da özgürlüktür. Özgürlük ereği her toplumda, her insanın yüreğine yerleşmiştir ve gerçekleşmeyi beklemektedir. Özgürleşme bir süreçtir ve tüm insanlık için gerçekleşmedikçe ereğine varmış olmayacaktır. Bu bağlamda aydınlanma, özgürleşme sürecinde bilinçli bir çabanın adıdır.”

Bobaroğlu, iki büyük dünya savaşının ardından dünyanın durumunu ve bugünkü krizlerini ortaya koyduğu kitabında kendi tabiriyle “modernite değil ama modernizm” eleştirisi yaparak kadim bilgeliğin öneminin altını çiziyor. Kadim bilgelik öğretisinin modernizm karşıtı olmadığını aksine önceki toplumlara da bir eleştiri olduğunu söyleyerek toplumu soyut bireyci ya da kitle insanı olmaktan nasıl alıkoyacağını ekliyor. Modernizmin getirdiği ana sorunlardan biri olan iletişimsizliğin, narsisizmi ve bencilliği bir değer hâline getirdiğini bunun da varoluşsal bir sorun olduğunu vurguluyor.

“Günümüz yaşamı tinselliği dışlamakla övünüyor. Kişiler kendilerinden ve ötekilerden ‘insan’ olarak söz etmiyor, insanı şeylere indirgeyerek hep şeylerden konuşuyorlar. Mala ve paraya tapınma yaşam biçimi olarak benimseniyor. İnsan salt bedene indirgenmiş; sevgi sözü yalnızca seksi çağrıştıran bir kavram olarak kullanılıyor. Modernizm, doğayı yenilgiye uğratmakla övünüyor. Modernizmin usçuluğu, tinselliği gereksiz ve us dışı ilan ederek tinden yoksun bir ekonomi-politiği benimsiyor. Kâr uğruna insanlar yoksulluk ve umutsuzluğa terk ediliyor ve bu, özgürlükçü yaşam denerek kutsanıyor. Bütün bunlar bize iletişim sorununun bir ‘insansızlaşma’ sorunu olduğunu anlatıyor.”

“İnsanın yaşamaya değer olarak yaşamın ereğine koyduğu hedef değer, onun yaşamsal ilişkilerini belirler” diyen Bobaroğlu’na göre uğruna yaşanacak inanç, eylem ve fikirler değerleri yaratır ve bu değerler üretildiği uygarlığa damgasını vurmakla kalmazlar aynı zamanda aktarılarak bireyin ve toplumun inşasında bir maya olurlar.

“Değerleri sorgulayarak bilincine varmak etik olarak disipline edilip eğitim yoluyla topluma kazandırılmazsa, toplumlar sorgulanmamış değerlerin içinde sezgisel ve bilinçsizce yaşarlar. Bilincine varılmamış değerler gücünü töre ve inançtan alır, bu da farklı töre ve inançtakileri bilinçsizce yadsımayı getirir. Kendisi gibi olmayandan uzaklaşma, kendi benzerleriyle kaynaşma, giderek kendi içine çökmeye neden olur ve gelişme durur. Bu nedenle, yaşamda üretilen değerler diğer yaşamlarda üretilen değerlerle anlamlı bir ilişki içinde yeniden değerlendirilmelidir. Böyle bir değerlendirme, değerlerin bilincine varma yanında, kendini değiştirme ve özgüven kazanmanın yolunu da açar.”

İçinde yaşadığımız dünyayı nasıl anladığımız, problemleri çözmek için hangi yöntemleri kullandığımız, bilimsel dile neden muhtaç olduğumuz ve varoluşsal bunalımdan kurtulabilmek için kendimizi nasıl yeniden inşa edeceğimizin yol haritasını sunan kitapta insanın geçtiği üç ana eşik şöyle aktarılıyor:

“İnsan üç kez doğar. Birinci doğum ekin ortamıyla kuşatılmıştır. İkinci doğum eğitime doğmaktır; insan pedagojik, psikolojik ve bilimsel yöntemlerle biçimlendirilir. Üçüncü doğum, insanın kendisinden doğmasıdır ki bu da insanın kendi yaşamına, kendi özgür istenciyle biçim vermesidir. Kendinden doğan insan devrimcidir. Devrimci insan tarihsel süreci nitel bir sıçramaya taşıyacak koşulları gören ve onu kendisinde bağımsız bir karakter olarak açığa vuran insandır. Kendinden doğan insanlar tarihin özneleridir.”

Homeros bize Odysseus’un ağzından duyurur: “Deniz de öyle derin öyle derin ki / Bir karış yer yok kurtulmak için basacak!” Truva Savaşı’ndan sonra babayurdu İthaka’ya ulaşmak için tam 10 yıl denizde yolculuk yapan Odysseus canavarlarla savaşır, bazen tek bir tahta parçasına tutunur ama pes etmez, içindeki özlem onu diri tutar, o evine varacaktır. Baba evinden çıkıp zorlu mücadelelerin sonunda ve tanrıların yardımıyla tekrar evine döndüğünde aynı kişi değildir artık, kahramanlık döngüsünü tamamlamış ve yeniden doğmuştur. O artık kendi evindedir ve “Her bilinç ancak kendi evinde özgürdür.”

Metin Bobaroğlu’nun satırları arasında düşünce dalgalarının arasında yelken açmak isteyenler, gemisi batanlar ve gemiden inenler içinse Konstantinos Kavafis’ten gelsin:

“Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.”

0
3477
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage