Antoine de Saint-Exupéry ile eşi Consuelo Suncín Sandoval’ın büyük aşkına ışık tutan, Küçük Prens'in ilhamı ve yazılış öyküsünü anlatan mektuplardan, renkli çizimler, fotoğraflar ve belgelerden oluşan Mektuplar adlı kitap üzerine bir yazı.
Her okur sevdiği yazarı daha iyi tanımak ister. Bu isteğin kendisi, daha iyi tanımanın beraberinde daha iyi anlamayı getireceğine dair bir yanılgıdır. Ama yine de her okur bu yanılgıya bir hakikatmiş gibi dört elle sarılır. Bu uğurda sevdiğimiz yazarların biyografilerini, günlüklerini birer birer edinip okuruz. Oysa biyografiler sevdiğimiz yazarlara dair başkalarının çizdiği portrelerdir ve çoğu kez de bolca dedikodu içerir. Günlükler ise bir yazarın belki de en çok poz kestiği ve kendisini olduğu gibi değil de daha ziyade olmak istediği gibi anlattığı metinlerdir. Belki de bir yazarı tanımak için en güvenilmeyecek kaynaklardır. Peki ya mektuplar; çoğu kez telaşla, can acısıyla, ne yaptığını bilmemenin kaygısıyla, borç istemek veya ikna etmek için belirli bir muhataba hitapla kaleme alınmış mektuplar? Sanırım sevdiğimiz bir yazarı en kendisi olduğu hâli, dünyevî ve edebî meseleleriyle en içten hesaplaşmalarıyla görebileceğimiz yegâne edebî tür mektuplardır. Bir yazar mektuplarında kendisidir; ne daha çok ne daha az.
Aslında bir yazarın edebî dünyasına nüfuz etmenin en derin yolu doğrudan eserleriyle yüzleşmekten geçer. Buna yürekten inanmakla birlikte ben de sevdiğim yazarların, meselâ Hemingway’in mektuplarında eserinin fikir tohumlarını aramayı, hatta şanslıysam bulmayı çok severim. Yakınlarda, Küçük Prens’iyle dünya çapında pek çok hayran edinmiş Antoine de Saint-Exupéry ile eşi Consuelo de Saint-Exupéry’nin 1930-1944 arası birbirlerine yazdıkları mektupları okuma fırsatım oldu. Elbette ben de Küçük Prens’i okumuştum. Fakat Eskişehir’deki “Küçük Prens Müzesi”nin mimarı Ali Lidar’ı da küstürmeden itiraf etmem gerekirse, okuyup sevdiğim Küçük Prens’e özel bir düşkünlüğüm hiç olmadı. Saint-Exupéry benim için daha çok, ölümünden sonra basılan fakat Türkçede 1975 yılında bu asıl kitaptan yapılan bir seçki olarak boy gösteren Günlük Notlar’ıdır. Üniversite öğrenciliğimden beri ara ara yeniden okurum. Ama bunun dışında bir yazar olarak Saint-Exupéry’e yazdığı her şeyi merak duyacak kadar bir ilgim yoktur. Belki de bu nedenle, Mektuplar’ı okurken Saint-Exupéry ve Küçük Prens’in peşine düşmek yerine bir edebî tür olarak mektubun imkânları hakkında düşünmeye koyuldum.
Çevirmen Gizem Olcay’ın hayli zarif bir üslupla kitabın başına yazdığı “Çevirmenin Mektubu”nda Antoine ile Consuelo’nın aşkları ve evlilikleri hakkında zaten yeterince bilgi edineceksiniz. Ayrıca neredeyse her mektuptaki dipnotlar size mektubun kaleme alındığı kontekst ve mektupta bahsedilen kişiler hakkında da kâfi miktarda malumat sağlayacak. Bu sebeple bendeniz sadece bu mektuplarda dikkatimi çeken hususları sizinle paylaşmakla yetineceğim.
Yüz altmış mektup, telgraf ve çizimlerle fotoğraflardan oluşan bu yazışmalarda iki âşığın sarsıntılı ve sık sık çıkmazlara savrulan beraberliklerine şahit oluyoruz. Bir tarafta karamsar, maceraperest ve eşinden huzur talep eden yazar Antoine, öbür taraftaysa özgür ruhlu ve huysuz mizaçlı sanatçı Consuelo. Birbirlerinden asla vazgeçemeyen fakat yan yanayken de bir türlü huzur bulamayan iki âşık. Tutkulu ve tutkusunun büyüklüğü ölçüsünde de fırtınalı bu ilişkinin olmazsa olmazı gözyaşları, hayal kırıklıkları, coşkuyla verilen vaatler ve tutulamayan sözler. Israrla hem “biz” olmak isteyen, hem de oldukları o “biz”in içinde “ben” olarak kalmayı ve kendileri olmayı arzulayan bir çiftle karşı karşıyayız. Yıldızları ehlileştirmekten bahseden çift birbirlerini evcilleştiremeseler de mesafeler, güvensizlikler, maddî sıkıntılar, sağlık problemleri, bürokratik aksilikler, yanlış anlamalar, neredeyse boşanmanın eşiğine gelen ayrılıklar karşısında teselliyi yine birbirlerinde bulur. Aşkın dilinin yanlış anlamalara ne kadar çanak tuttuğunun ispatı olan bu mektuplar sadece Antoine ile Consuelo’nun birbirlerine aşklarının ruhunu değil, genelde aşk ve tutkunun yıpratıcı, yorucu ve can yakıcı mahiyetini de ortaya koyuyor.
Kabul etmek lâzım ki Consuelo’nun mektuplardaki üslubu da profesyonel bir yazar olan kocasınınki kadar tutkulu, kıvrak, hissî, şiirsel ve yaratıcı. Gündelik hayatta muhtemelen kocasından esirgediği anlayış, sevecenlik ve hoşgörüyü Antoine’ın yokluğunda eline kalemi aldığı anda gayet müsrifçe vaatlere dönüştürüyor. Kocasına âşık olduğu aşikâr. Fakat bu yine de bir araya geldiklerinde beraber yaşamalarını kolaylaştırmıyor. Consuelo’nun mektupları kavuşma anının sabırsızlığı, af dilemeler, pişmanlıklar, hasret ve ayrılığın hüznüyle kanaviçe gibi işlenmiş.
Antoine ise mektuplarında evliliğin getirdiği yükümlülüklerin, bir ev geçindirmenin güçlüğünün, parasızlığın yaratıcılığını baltalamasından ve ihtiyaç duyduğu huzurun yoksunluğunda yazamamaktan şikâyet eder. Oysa Consuelo yazarın bütün bu gerginliklerden, sıkıntılardan, ayrılık ve kavuşmalardan besleneceğine inanır. Fakat bilhassa çiftin New York yıllarında güvensizlikler, iletişimsizlikler, sitemler, hayal kırıklıkları mektuplarda giderek artar. Sadakatsiz bir eş olan Antoine zaman zaman kabalaşarak (“Sinirlendiğimde üslubum pek hoş olmuyor, farkındayım. Anlaşılmadığım zaman hep sinirleniyorum.”) çoğu kez sorunların asıl yaratıcısı olur. Fakat çoğu yazar gibi yazmak ile yaşamak arasındaki o derin uçurumu aşmakta zorlanır ve yazamadığında umutsuzluğa kapılır. Yazmak ister ama hayatta kalmak için çözmesi gereken pek çok sıkıntı önünde dağ gibi yığılmıştır. Hayallerini gerçekleştiremedikçe hayal kırıklıkları da artar. Yazmaya dair beklentilerini erteledikçe Consuelo ile olan müşterek hayatlarından hoşnutsuzluğu daha da görünür bir hâl alır. Aşkın mantık yoksunu o kendine has mantığı böyle gerektirir: Consuelo yazarın hem ilham perisidir hem de bütün huzursuzluğunun kaynağıdır. İşte Küçük Prens 1942 yazı ve sonbaharında Bevin House’ta bu koşullarda yazılır: “Küçük Prens, Bevi House’taki büyük ateşinizden doğdu.” Bu sebeple de Consuelo, Küçük Prens’in cam fanusta koruduğu huysuz, kibirli ve kırılgan Gül’ün tâ kendisidir. Yine de Küçük Prens, Consuelo’ya ithaf edilmemiştir ve Antoine İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için Kuzey Afrika’ya gittiğinde bundan çok pişman olduğunu itiraf edecektir.
Antoine’ın Kuzey Afrika’ya gittiği Nisan 1943’ten Temmuz 1944’e kadar çiftin bütün yazdığı bütün mektupların müşterek karakteristiği de zaten bu pişmanlıklardır. Consuelo neredeyse her mektubunda yokluğuna dayanamadığı biricik aşkından “kitabını yazmasını” ister, hatta “büyük romanına” başlaması için yalvarır. Antoine ise cevaben “Sadece sizinle yazabileceğim harika kitaplarım var,” diye yazar. Fakat o kitap asla yazılamayacaktır.
Dışarıdaki çıldırmış ve vahşileşmiş dünya, çiftin bu son mektuplarına neredeyse hiç sirayet etmez. Onlar sanki hakikaten cam fanusun içindeki gül gibi mektuplarında ördükleri kendi kozalarının içine çekilirler ve sadece aşklarından, pişmanlıklarından, hiç gerçekleşmeyecek vuslattan, ayrılığın acısından ve hayallerinden bahsederler. Sadece birkaç yerde Antoine, André Breton’un şahsında tecessüm ettirdiği etliye sütlüye karışmayan Fransız entelektüellerine öfkesini kusar: “O aptal André Breton gibi manifestolar imzalamak çok kolay.” Görünen o ki Antoine çağının felaketlerini bir entelektüel izleyici gibi yaşamak istemez. Bunun için dünyanın en hızlı uçaklarında uçan dünyanın tek “yaşlı” pilotu olmuştur.
Bu son mektuplarda Antoine ısrarla Consuelo’dan kendisine Küçük Prens yollamasını ister. Malum, kitap basılmadan çok önce savaşmak için Kuzey Afrika’ya gelmiştir. Bunun için de eline bir kitap olarak Küçük Prens’i alamamıştır. En son 26 Temmuz 1944’te şöyle yazar: “20 Küçük Prens (Senden göndermeni defalarca istedim, bir kere bile göndermedin!)” Bunu yazdıktan beş gün sonra, 31 Temmuz 1944’te Antoine bir uçuş sırasında kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz.
Oysa daha Mayıs 1943’te Consuelo’ya şöyle yazmıştır: “...pencerenizde küçük, yumuşak bir ışık yakmazsanız, geceleyin savaşta dönüş yolunu bulamam.” Consuelo’nun aşkının aleviyle o küçük, yumuşak ışığı yakmadığı düşünülemez. Fakat kader, nedendir bilinmez, bazen o ışığı karartarak dönüş yolunu siliverir ve Küçük Prens’in yaratıcısı Küçük Prens’i hiç basılı olarak göremez. Ne acı!
Başlıktaki fotoğrafın künyesi: Photograph by Keystone-France / Gamma-Keystone via Getty