01 AĞUSTOS, PAZARTESİ, 2022

Edebiyatın Bizi “İyileştiren” Tarafı

Ahmet Sarı ile yazmanın ve okumanın insan üstündeki iyileştirici etkisini farklı disiplinlerden bir araya getirdiği metinlerle ele aldığı, “Edebiyat-Terapi Bağlamında Düşünceler” alt başlığında sunulan Edebiyatın İyileştirici Gücü adlı kitabı üzerine konuştuk.

Edebiyatın Bizi “İyileştiren” Tarafı

Akademisyen, yazar ve çevirmen Ahmet Sarı; Adolf Muschg’un “Edebiyat Terapi Olabilir mi?” adlı metnini çevirirken karar verdiği ve yaklaşık 20 yıl boyunca bölüm bölüm tamamladığı çalışması Edebiyatın İyileştirici Gücü’nde edebiyat-terapi ilişkisini birçok alandan örnekle okura sunuyor. Ketebe Yayınları tarafından yayımlanan bu çalışmada Sarı; Kafka, Rilke, Hölderlin gibi isimlerle edebiyata, oradan tarihe, psikanaliz ve felsefeye uzanan anekdot, tanık ve örnekler ile kurmaca ve edebiyatın üzerimizdeki etkisini anlatıyor.

Edebiyatın okur ve yazar üzerindeki “hayati” etkisini, “iyileştirici gücü”nü ele aldığınız, edebiyatı terapi bağlamında düşündüğünüz Edebiyatın İyileştirici Gücü çalışmanızı hazırlamaya nasıl karar verdiniz? Sizi bu fikir etrafında araştırmaya ve bir kitap ortaya çıkarmaya teşvik eden süreç nasıl ilerledi?

Edebiyatın İyileştirici Gücü adlı metnimi oluşturmaya Adolf Muschg’un “Edebiyat Terapi Olabilir mi?” adlı metnini çevirirken karar vermiştim. Kitapta üç bölüm hâlinde kendisinden bahsettiğim Adolf Muschg, kanseri ve hastalığı ele alan bir romanla (Mars) o romanı içindeki hastalıklarıyla kabullenen bir neslin terapi sürecini bizlere anlatıyor. Bir romanla, bir kurguyla hastalıktan felaha çıkabilmenin yolu olur mu, onu tartışıyor. Ben de bölüm bölüm, fragmenter bir şekilde geniş okumalarımda bu temayla ilgili karşılaştığım bütün verileri toplayıp bir kitaba çevirmeyi düşündüm. Yirmi yıllık bir süreçten söz ediyoruz burada. Edebiyatın terapi süreci, bibliyoterapiyle ilgili okumalar arttıkça bölümler de şekillendi ve sonunda kitap oluşuverdi.

Oldukça uzun bir sürecin sonucunda hazırlamanız kitabınızın kapsamının da oldukça geniş olmasını sağlamış. Edebiyatın İyileştirici Gücü içerisinde edebiyattan tarih, psikanaliz ve felsefeye uzanırken pek çok yazarın eserinden ve düşüncelerinden oluşan zengin bir kaynak imkânı da yaratıyor. Nasıl bir çalışma yürüttünüz kitabı hazırlarken? Kitapta yer açtığınız eserler, düşünceler nasıl bir filtreden geçti ve bu yeri edindi?

Psikanaliz ve edebiyat, anormallikler psikolojisi sevdiğim alanlar olduğundan zaten okumalarımla bu sürecin içindeydim denilebilir. Dosya kabardıkça, kitap şekillendikçe Almanya’dan bibliyoterapiyle ilgili metinler de getirdim. Böylelikle sadece edebiyat değil, psikiyatri, sosyoloji, mitoloji, antropoloji, şiirterapi, dramaterapi, romanterapi ve daha nice başlıklarla kitabı şekillendirme imkânı buldum. Edebiyatın terapi olacağına dair temel psikiyatrik kurmacaların yanında yan okumalarla da kitabı albenili kılmaya, okur için kolay okunur olmasını sağlamaya, can sıkmadan yol alınabilir olmasına dikkat ettim.

Odağınıza “iyileştirici gücü” aldığınızda ve edebiyatı bu bağlamda düşündüğünüzde neler aktarmak istediniz okurunuza?

İnsanın doğarken bilgi ve episteme yeteneği olduğuna, kültür oluşturma, uygarlık oluşturma istidadının insana has olduğuna, cennetten tard edildiğinde hurufata karşı bir yetiyle donatıldığına, isimleri bilme melekesinin onda var olduğuna bunun, hurufatın da kötüleştirici yönü yanında iyileştirici yönü olduğuna ama benim dikkatimin hurufatın ve edebiyatın, şifahi ve yazılı kaynakların iyiye, güzele, estetiğe, ahlaka kanalize edilmesinden yana olduğuna inandım. Bu yüzden edebiyatın iyileştirici yönüne dikkat çekmek istedim. Sözün iyi kanadı olduğu gibi kötü kanadı da olduğundan, duanın yanında bedduanın, iyileştirici sözün yanında küfrün ve galizane sözcüklerin olduğunu düşünecek olursak benim seçimim iyiden, güzelleştirici ve estetize edici olana, bedii olana dönüktür. Bunun izini sürdüm metinde. İnsan ister şifahi yolla edebiyatla uğraşsın isterse yazılı yolla, konuşma ve yazma yoluyla katharsis olduğuna, içini boşalttığına, dile gelişle ferahnaklığa ulaştığına, anlattıkça rahatladığına inandım.

92 bölümden oluşan kitabınızın ilk metni Kafka ve parktaki küçük kızın hikâyesiyle başlıyor. Kurgunun okurunu da yazarını da sağalttığına dair ilk hikaye olarak neden bunu seçtiniz? Bu hikâyeyi başlangıç metni olarak tercih etmenizde etkili olan ne oldu?

Edebiyatın ya da hurufatla yüz yüze gelme eyleminin iki kanadı varsa bunun biri yazar diğer de okurdur. Edebiyatta hem yazarın hem de okurun edebiyat yoluyla, kurmaca yoluyla iyileştiğine dair çok güzel bir örnek teşkil ediyor Kafka’nın bu küçük kızla hikâyesi. Kafka, ölüm döşeğinde artık yorgun bir şekilde ölümü beklerken rutin gezilerinde küçük kızın parkta ağladığını, bebeğini kaybettiğini görüyor. Hemen onu avutmak için bir masala yelken açıyor. Kıza yarın o parka gelmesini, elinde bebeğinden kendisine yazılmış bir mektup olduğunu, onu kendisine okuyacağını dillendiriyor. Küçük kız zaten daha o anda acısının yarısını unutuyor. Dora’ya, sevgilisine bakacak olursak Kafka üç hafta ölüm döşeğindeyken kalkıyor yataktan ve bu küçük kızı mutlu etmek için ne kurmacalar üretiyor. Şimdi bu mektuplar elimizde yok. Belki ileride bir yerlerden çıkar. Edebiyat hem ölüme yatmış bir yazarı iyilik hâliyle yatağından kaldırıp ona güç veriyor, hem de yaralı bir okuru kederinden, acılarından, üzüntüsünden uzaklaştırıyor. Edebiyat ikili katmanda böylesi bir işleve sahip.

Edebiyatın iki ayrı penceresinden okur ve yazar açısından baktığınızda bu iyileştirici gücü nasıl değerlendiriyorsunuz peki? Birbirlerine hangi noktada temas ediyorlar?

Yazar, yazma yoluyla katharsis olurken, arınırken, içgörü gerçekleştirip kendini bir nar gibi açar ve sağalırken okur da onun yazdıklarını okuma yoluyla katharsis oluyor. Yeni bir dünyada, kendi sorunlarını, kederlerini, üzüntüsünü, kendi varoluşunu unutup yeni alanlara, yeni var oluşlara yelken açıyor.

Bölüm LXX’te “… ruhuna iyi kitaplarla yatırım yapan okur selim bir vicdanla kendini topykûn huzurun da rengine boyamış olacaktır. Serin çimlerde yalnayak yürümenin ferahlığı budur.” diyorsunuz. Bu hissi biraz açabilir misiniz?

Edebiyat iyi ve kötü metinlerden, insanı karamsarlığa, kötümserliğe, hüzne ve melankolyaya iten metinler yanında iyiliğe, güzelliğe, bedii olana iten metinlerden oluşuyorsa bu sözünü ettiğim bahis elbette ikinci olan bahistir. Avusturya edebiyatı Alman edebiyatından “Alp dağı baskısı” nedeniyle daha felsefi ve daha şizoit bir dil kullandığı için ayrılıyor. Şizoit dil, deli dili demek, bilinç akışı, intihara eğilimler. Karakterlerin çoğunun karamsar, ölümü düşünerek gezen, intiharını yedeğine almış protagonistler olarak dolaştıklarını görürsünüz. Bunun insanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz. Edebiyatın iyileştirici gücünden söz ederken Goethe’nin Werther’inin koskoca bir Alman neslinin trajedisi olduğunu da unutmamalıyız. Werther romanda intihar etti diye ceplerinde Werther metni, onun gibi intihara açılan gençler edebiyatın iyileştirici gücünden değil, kötüleştirici gücünden faydalanırlar. Bu bakımdan benim burada zikrettiğim metinler, selim metinlerdir. İnsana ölümü, intiharı, karamsarlığı, yeisi, hüznü değil iyiliği emreden semavi metinlerdir. Sinemada da öyle, uzun bir süre sinema hep karamsar ve intihara meyyal tipler üretirken, sinemanın sine que non’u bu sayılırken, Noah Baumbach’ın Francesca Ha’sı, Alice Rohrwacher’in Lazzaro Felice’si insana bu dünyada iyi insanların olduğunu, dünyanın iyi insanların yüzü suyu hürmetine döndüğünü, sinemanın da yeri geldiğinde iyi tip üretmekte sosyal borcunu ifa ettiğine dair görüşleri bizlere önemsetir.

Kitabı “Dixi et salvavi animam meam.” yani “Söyledim ve ruhumu kurtardım.” cümlesiyle bitiriyorsunuz. Bu sonun anlamını sizden dinleyebilir miyiz?

Peygamberler sorumlu oldukları kavme nasıl gelir de onlara hakikati anlatırlarsa, bununla mükelleflerse, o hakikati dillendirip ruhlarını kurtarırlarsa, ben de bir yazar olarak sözün gücüne, iyileştirici boyutuna dikkat çekerek, bu alanda bir kitap yazarak edebiyatın ruha iyileştirici bir etki yaptığı üzerine sözümü, hakikatimi dillendirip ruhumu kurtardığımı düşündüm. Latince sözün hikmeti bu. Yazar 92 bölümlük hakikatleri sıraladıktan sonra benden bu kadar, bunlar artık benim ruhumu kurtarır ümidine sahiptir. Bunların söylenmesi de yazarı rahatlatmış; bir hakikatin bende kalmasının ıstırabının okurlara aktarılmış olma ferahlığına dönderilmiştir. Belki kurtuluş budur.

Ahmet Sarı

Almanya’da başlayan ve Türkiye’de devam eden bir hayat hikâyeniz var. Siz hayatınızı edebiyat-terapi ekseninde nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklı dil dünyalarının, edebiyatlarının sizin üzerinizdeki etkisi ne yönde oldu?

Çoklu okuma elbette çok önemlidir. Dil bilmek de öyle. Sadece Türkçede çevrilen metinlerle iktifa etmemek, Germanist olduğumuzdan, Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde hoca olduğumuzdan bu dünyanın metinlerini tanımak, okumak bizleri çoğaltıyor. Farklı kültürleri bilme ve karşılaştırma imkânı da doğuyor böylelikle. Türkçede henüz olmayan metinlere erkenden, çok erkenden kavuşabilme onları ana dilinden okuma hazzı elbette başlı başına bir terapidir. Hölderlin’i, Kafka’yı, Rilke’yi ana dilinden okumak, burada daha sayılamayacak yazar, filozof, şairleri yazdıkları dilde anlamak insanın ruhuna lezzet katıyor.

Son zamanlarda güncel çalışmalarınızla sıkça karşılaşıyoruz özellikle Ketebe Yayınları çatısı altında. Üretken bir akademisyen ve yazarsınız Ahmet Bey. Çalışmalarınız araştırma ve teori odaklı. Nasıl bir çalışma sisteminiz vardır? Bu kadar üretken olmanızın temelindeki motivasyonu merak ediyorum.

Çok teşekkür ediyorum Begüm Hanım. Var olasınız. Çalışırken sadece tek dosya üzerinde değil de dosyalar üzerinden ilerliyorum. Edebiyatın İyileştirici Gücü nasıl yirmi senede kendini biriktirdiyse, buna büyük sabır vesile olduysa bilgisayarda sadece bir cephede savaşmak yerine çoklu cephelerde savaşıyorum. Beş altı dosya eş zamanlı yürüyor. Okumalarımda, düşünmelerimde, gündelik hayatta gerçekle ya da olgularla yüz yüze geldiğimizde bu dosyalar şekilleniyor. Spesifik bir konu söz konusu olduğunda ona apayrı bir dikkat gerekiyor. Edebiyat ve Utanç’ta olduğu gibi. Kafka’nın Dava’sına yoğunlaşmak, o metni su gibi içmek, ama utancın etiyolojisi ve arkeolojisi için de yine disiplinlerarası okumalar gerekiyor. Böyle çalışıyorum.

Son olarak önümüzdeki dönemde başka hangi çalışmalarınızla karşılaşacağız?

Şu anda Tanpınar metni bitmek üzere. Tersine Çevrilmiş Bir Teoloji: Tanpınar Yazıları adlı çalışma bitti. Onun son okumalarını gerçekleştiriyorum. Yedekte yine Rilke metni var. Paul Celan’ın kitabını yakın zamanda Ketebe’den çıkarmıştım. Daha kapsamlı bir Rilke poetikası düşünüyorum. Ağacı Bahar Cesaretlendirmek diye bir hikâye kitabı hazırlıklarım sürüyor. Kafka’nın peşini bırakmadım. Uzun süre daha izini sürmek istiyorum. Bir Kafka risalesi de gelecekte şekillenebilir. Bilmiyorum. Şimdilik görünenler bunlar.

0
6035
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage