Firdevs Ev’in büyülü gerçekçi öğelerin ağırlığını hissettiren, zamanın ve mekânın kesiştiği öykülerden oluşan ilk kitabı Tavana Bak üzerine bir inceleme.
İnsanın ömrünü zaman kadar tüketen, yaşamının sınırlarını en az onun kadar çizen, hangi yöne gideceğini veya gidemeyeceğini belirleyen şeylerin başında mekân geliyor. Mekânın darlığı ya da genişliği, yaşamaya veya kaçmaya imkân verip vermeyişi kişinin yönünü tayin ediyor. Burada yaşadığınız hayat, buradan esinlenerek yazdıklarınız da roman ve öykü oluyor.
Firdevs Ev’in kaleme aldığı Tavana Bak’ta da zamanın ve mekânın kesiştiği öyküler bulunuyor. Hatta dar ve insanı dört duvar arasına girmeye zorlayan mekân ön plana çıkıyor. Dört demişken Tavana Bak’ta dört ana bölüm var: “Çoğalma”, “Eksilme”, “Denklik” ve “Döngü.” Bu bölümler, kitabı ve öyküleri tematik hâle getiriyor.
“Grileri çözülen rüyalar” ve Kayboluşlar
Tavana Bak’taki dört bölüm, hayattaki önemli duygu durumlarına denk gelecek şekilde kurgulanmış Firdevs Ev tarafından. Örneğin ilk bölüm “Çoğalma”daki öykülerde, fazlalıklarla yüzleşiyoruz. Buna denetlenemeyen büyüme de diyebiliriz. İnsanların zihnini kurcalayan, sözcüklere dökülen ve laf kalabalığı kadar düşünce kalabalığı da yaratan durumları anlatmış yazar. Tekrar eden ya da bozulan düzenler “Çoğalma”daki öykülerde öne çıkıyor. Hızla akan zaman içinde öylece durup kalanlar; tavana bakıp bekleyenler de…
Tavana Bak’ın ikinci bölümü “Eksilme”de bu kez noksanlıklarla karşılaşıyoruz. Bu duyguya ya da boşluğa, kimi zaman nedeni bir türlü bulunamayan veya kavranamayan umarsızlıklar da ekleniyor. Tayin edilemeyen yönler ve varılamayan hedefler, “grileri çözülen rüyalar”dan uyanışlar da cabası. Bir de kayboluşlar ve kavuşamamalar var tabii: “Zaman, deliklerinden hava almaya başlamıştı. Bol bir kazak gibi. Eskimiş ipleri sündükçe boşluklarından efil efil yalnızlık esiyordu. Buz gibi içeri sızıyor, zamanı büküyor, bozuyor, kendine yer yapmaya hazırlanıyordu. Yine de yalnızlık kazağın kendisi olmamıştı henüz. Şu an üstümdeki soğuk gömleğin yerine o paramparça kazağı tercih ederdim. Her şeye rağmen daha fazlaydık o zamanlar. Vardık en azından. Zaman akıyordu hâlâ; insanların boyunlarında, bileklerinde attığını, kum saatinin taneleri gibi bir bakıştan diğerine, bir adımdan ötekine dolaştığını görürdünüz. Öyle kalabalıktık. Öyle kalabalıktık ki her adımımızdan dalga dalga bir hareket doğuyordu. Adım atacak çok boşluk var şimdi. Adım atacak çok boşluk var. Öyle ki koşsak da ulaşamıyoruz birbirimize, bu kocaman ıssızlıkta bulamıyoruz kimseyi. Koşuyoruz ama kollarımız kavuşmadan yok oluyoruz.”
Benzer Mekânlar, Farklı Zamanlar
Kitabın üçüncü bölümü “Denklik”, soluklanma misali bir düzlüğe çıkarıyor bizi. Daha doğrusu yazar, böyle bir yere geldiğimiz hissine kapılmamızı istiyor âdeta. Başka bir zamanda bambaşka şeyler konuşma ihtimaline atıf yaptığı, bazen genişleyen bazen daralan mekânlara götürüyor hepimizi Firdevs Ev. Oralarda, her şeyin yerli yerinde olduğu ve kimi zaman da yokuş aşağı yuvarlandığı anlara tanık oluyoruz. Dolayısıyla bölümün adına yaraşır metinlerle yüzleşiyoruz; arayışlar ve kaybedişler, mekânsızlıklar ve aidiyetler arasında denge oluşturmaya çalışanlar selamlıyor bizi. “Dodiyarca Şarkılar” öyküsünde olduğu gibi denge içinde bocalama ve korkular da mevcut: “Ölüm sessizliğine tekinsiz susmalar, afallamış tedirginlikler hâkim. Haberler iyi denemez. Hüküm giymiş ahali, nutku tutulmuş biçimde, saniyelerin gerisindeki boşluklara dalmış, tefekkürde. Yaşam belirtisi ispatlayacak hiçbir sese müsamaha yok. Çaresizlik müptela yarenler misali gövdelerine yapışmış, zaaflarının pususunu kurmuş vaziyette nöbette. Beyin kıvrımları hepten, hükümdarın kelamlarının toplam sayısını hatırlamaya, hesaplamaya uğraşıyor fakat dayanabilirlikleri, kurtuluş ipuçları meçhul. Nazarlar karşılıklı kenetlenmiş. Mırıldanmaya cesaretleri yetmiyor. Bacaklarından Azrail süzülmeden artık nasıl cümle düzülebilir?”
Dördüncü ve son bölüm “Döngü” ise Sisifos’un kayası misali, elden bir şey gelmemesine rağmen beyhude bir umutla yaşamanın öne çıktığı öykülerden oluşuyor. “Döngü”, gerilimlerin ve kavgaların hikâyelerini içeriyor. Mekânlar fazla değişime uğramasa da zamanlar ve olaylar farklılaşıyor. Âdeta bir oyun gibi kurguluyor Firdevs Ev bu öyküleri; “koku zamanı” devreye giriyor mesela, “uyku zamanı” ve uyanık kalmak zorunda olunan zaman onu izliyor. Ardından erteleme zamanı geliyor: “yarının gelmesinden korktuğun için uykunu erteledin. gezdin, tozdun, sohbet ettin, yazdın, çizdin, dinledin. uykunu erteledin. olmayacak zamanlarda uykuya daldın. gecene çok şey sığdırdın. denedin, yenilendin. erteledin ama eninde sonunda uykuya daldın. ertesi gün tekrar denedin. sabah uykuya daldın, akşam uyandın. gece uyanıktın. gün ayılırken sen bayıldın. sonra gününü yarınla birleştirdin. her şey zorlaştı. her şey kolaylaştı. dünlerini hatırlamadın. yarından korkmadın. ömrünü tek bir güne sabitledin. artık yarının gelmemesiydi yeni korkun. uyandın.”
Karanlık koridorlarda, evlerde, sokaklarda ve rüyalarda akıp giden öykülerin satır aralarında yaşama isteği ve umudu var fakat aynı anda çaresizlikler, pes etmişlikler ve duvarlar da mevcut.
Firdevs Ev’in bazen sarkastik bazen de gerçekliği eğip büktüğü öykülerinde, farklı zaman ve mekânlarda çeşitli olaylarla ve kendi zihinleriyle mücadeleye girişen karakterlere rastlıyoruz. Dolayısıyla onların hepsi, hem yanı başımızda veya bu dünyada hem de başka diyarların insanları. Diğer bir ifadeyle hareketliler, kendilerini ve karşısındakileri anlamak isterken dertlerini anlatmaya uğraşıyorlar.