Sadece çocuklar ve romancılar inanır ejderhalara, onlar görüp duyabilir, konuşabilir onlarla… İşte bu romancılardan biri Nihan Kaya. Roman sanatında öykülemenin, karakterin önemini tartışan romanı Kırgınlık üzerine bir yazı.
Kırgın ruhların dilinden konuşuyor bu kitap. Eğer içinizde bir yerlerde, dünyanın olanca kirliliğine rağmen bir çocuk kaldı ise, belki bir ejderha ile konuşamasanız da kitabın lisanı kalbinize dokunacaktır. Hiç doğurmadığı çocukları sezgileriyle seven bir kadının kalemiyle işlenmiş bir roman okuyacaklarınız, romanın kahramanları her zaman çocuk olmasa bile… Kitabın son cümlesini bitirip kapağını kapattığımda kalan tadı nasıl tanımlarım diye düşündüğümde aklıma ilk gelen cümle bu oldu.
Romanda yer alan fantezi-kurgu öğeleri de bu duygulu havasını hiç bozmamış.
Geniş zamanlı ve coğrafyalı bir hikâye örgüsü sunuyor yazar bize. Açılışta kendisi de çocuk sayılacak Osman Ali, 1947 yılında, ıssız bir tren istasyonunda, kızının cesedine razı bir anne ile…
Sonra 1995 yılına ışınlanıyoruz. İki yazarın atışması sürüyor sayfalar boyunca. Kadın ve aile üzerine bir sohbete dönüyor bir romanın yazılması ihtimali üzerine başlayan konuşma.
Karadeniz’de bir sahil kasabasına gidiyoruz sonra. Geçmiş zaman ve o zaman kadınların saçlarını savurarak kimseyi umursamadan yürüyemediği bir zaman, bir kişi hariç… Dalgalı gür saçlarını açıkta bırakan, heybetli cüssesi ve rengarenk kıyafetleri ile panayır gibi görünen, muhtemeldir ki bu sebeple zamanla adı unutulan Şenlik Bacı… Şenlik Bacı maharetli, kimsenin erişemediği sanatıyla yaptığı el işlerini, havluları, perdeleri satarak geçiniyor. Kasabanın kadınları da kocalarını bir şekilde koruduğuna inanıyor onun işlerinin. Ama Şenlik Bacı’nın aklı pek yerinde değildir, kayıp olduğunu iddia ettiği kızındadır. Kayıp olan kızı mıdır, gençliği ve kendi kızlığı mıdır, anlamaya çalışıyoruz öykü boyunca. Sonlara doğru Şenlik Bacı’nın masumiyetinin de kasabanın ve kasabaya yolu düşenlerin laneti olduğunu görüyoruz.
Kırmızı doğup, herkesi mutlu etmek için beyaza dönen Kar geliyor ardından. (Aslında Karin olabilirmiş ancak annesi Kar demiş.) Bir kadının dilinden su gibi akmış cümlelere benzeyen, hep boynu bükük ve hafif kambur yürüyen ve annesi yazar olan bir kadının sayfalarca akmış isyanı…
“Uzayda yer kaplamaktan nasıl acı duyduğumu, yaşayan her kadın bilir. Kadınlar bu yüzden hep kilo vermeye çalışırlar. Kadınlar bu yüzden hep, kendilerini olduklarından daha şişman sanırlar. Bir kadın bedeniyle, hareketleriyle, fikirleriyle, tercihleriyle ne kadar az hacme sahipse o kadar makbuldür dünyanın gözünde.”
Duvar’a sıra geldiğinde melankolik havam dağıldı. Son cümlelere kadar yolun çıkacağı sonu anlamamıştım. Bu bölümde yazarda Foucault benzeri bir bakış açısı göreceksiniz. Sonraki iki bölümdeyse zayıf bir kadın karakter olarak algıladığım Michele var.
Petunya’da geride kalanın tek başına yaşadığı emanet bir aşk var, hikâyenin sonunda hüzünlü bir gülümseme ile anladığım…
Kırmızı, hassas, kırgınlığı etinize batabilecek cinsten… Uzun bir takvime yayılmış çocuk tacizini başka bir çocuk şahitliğinde kısa kısa geri dönüşlerle ayrıntılarda anlatıyor.
Sonrasında Süt var. Bir çocuk tacizi şüphesi, bir cinayet… Öz olmak, bizi ayıran tüm kavramlar üzerine… Etim acıdı yine, ama kitapta en bayıldığı cümle de bu: “Kurtların büyüttüğü kızları evcilleştirebilirsiniz; ama kitapların büyüttüğü bir kız, etini cendereye sıkıştırsanız dahi bu dünyaya uyum sağlamayacaktır.”
Ses ise sadece kadınların, hatta sadece “bazı” kadınların anlayabileceği kısacık bir bölüm. Ben kendi hikâyemi aldım. Biraz da okuyucu da merak uyandırmak adına bu kadar yazıyorum.
Divane, belki çok güzel bir aşk izahı olarak algılanır, ben hastalıklı bir aşk anlatımı olarak anladım. Ama o duygu halini o kadar güzel aktarmış ki… Eğer yaşadı iseniz o günlere sizi geri döndürecektir.
Yeşil değil bir çeşit değerli taş olan lapis lazuli renginde ejderhadır Paf. Jackie Paper adında küçük bir çocuk ile arkadaştır ama o çocuk büyüyüp hayatında başka öncelikler edindiğinde, Paf bir mağaraya kapanır. Ve çok zaman geçer, bir gün Nihan Kaya’ya mektup yazar. Nihan Kaya, Paf’ın içindeki umudu yeniden uyandırmaya çalışır karşılıklı yazışmalarında. Devamında Nihan Kaya doğurmadığı tüm çocuklarına merhametini ve sevgisini sunuyor sanki, son bölüm Kuğu’da da o çocukların anneleriyle konuşarak veda ediyor.
Sanki dünya üzerinde kırılan her ruhun yarası onu da acıtıyor gibi, bu dünyaya ait olmayan bir renkten çıkmış bir roman. Eminim ki aldığı psikoloji eğitiminin bunda etkisi çok büyük ya da böyle bir kadın olduğu için, daha iyi anlamak için dünyayı yolunu öyle çizdi kim bilir. Daha önce romanları da yayınlanmış ama karma işte, yolumun hiç kesişmediği bir yazar. Kırgınlık’ın bıraktığı tadın ardından diğer eserlerini de okumak için sabırsızlanıyorum…
Görseller: http://www.esthersarto.com/