1. Cumhuriyetin başlangıcından günümüze gelen süreci dikkate alırsak, bugün, bir Türk şiir eleştirisinden ya da eleştiri üslubundan söz edilebilir mi? Edilebilirse, bu üslubun temel özellikleri nelerdir? Bu özelliklerin oluşumunda, size göre hangi eleştirmenlerin katkısı olmuştur?
1. Birinci soruyu yanıtlarken "Türk şiir eleştirisi" kavramına yöneltilebilecek itirazları bir yana bırakacağım. Anladığım kadarıyla sorunun kastı bu değil, şiir eleştirisinin varlığı yokluğu tartışması. Dolayısıyla, yanıt: Böyle bir eleştiriden elbette söz edilebilir. Bir değil, birden çok üslupla birlikte.
Eleştiri yokluğundan yakınanların beklentisi, tekparçalı, yetkeli, düzenli ve kapsayıcı bir işleme-değerlendirme mekanizmasıdır sanıyorum. Bu beklentide bir karışıklık var: Eleştiri türü, tanıtma, değerlendirme, inceleme, edebiyat tarihi gibi türlerle karışıyor. Bu türlerin nitel ve nicel sorunları, eleştirinin sorunlarıymış gibi görülüyor.
Söz konusu türlerle eleştiri elbette etkileşim içinde. Birbirlerini az çok içeriyorlar da. Ancak, aralarındaki ilişki tam bir belirleme ilişkisi değil. Sonuçta farklı amaçlara yönelik farklı etkinlikler bunlar.
Bunu salt bir biçim, kural ya da sınıflandırma kaygısıyla değil, şiir eleştirisinin niteliğinden, onu diğer türlerden ayıran temel özelliklerden kaynaklanan bir kaygıyla söylüyorum. Şiir eleştirisi bana göre şiir üretiminin doğrusal işlevi olarak yürütülemez. Bir mekanizmaya bağlanamaz. Şiirin yaratılması gibi eleştirilmesi de "insani", yani bilinebilen ve bilinemeyen nedenlerle zayıflayıp güçlenebilen, parlayıp sönebilen bir etkinlik türü. Bireysel düzlemde olduğu kadar toplumsal düzlemde de öyle. Edebiyat bilimi ya da şiirle ilgilenen diğer disiplinler ise tam olarak öyle değil; sınai denebilecek ritim ve yordamlarla yürütülmeye daha elverişli etkinlikler onlar. Eleştiride işin içine şiirin yalnızca bilimsel/ akılsal açılardan alımlanması değil, heyecan ve duygu açısından, bazen tanımlanmamış açılardan alımlanması da giriyor.
Az önce "değerlendirme" ve "tanıtma" deyip geçtiğim etkinlik türleri de bütünüyle mekanik olamaz elbette; eleştiri için işaret ettiğim "insani" yön bu yazılar için de az çok geçerli. Yine de, değerlendirme, özellikle de tanıtma, düzenli olarak yürütülebilen etkinlikler. Şu son sıralar küçük İskender Varlık'ta, Haydar Ergülen Radikal Kitap'ta düzenli olarak değerlendirme yazıyorlar, örneğin. Daha önce de daha başka yazarlar (bir tür lonca ilişkisini düşündürürcesine, genellikle şairler) yaptılar bu işi. Tanıtım yazıları da, kitap dergilerinde, edebiyat dergilerinde, gazetelerde az çok düzenli bir biçimde yayımlanıyor. Bu yazılardan yer yer bazı temel eleştiri öğeleri, ilkeler bulup çıkarmak olanaklı. Yine de, bunların farklı amaçlara, daha çok bir "ilk aydınlatma" amacına yönelik yazılar olduğu (ya da olmadığı!) netleşmeli zihnimizde. Şiir eleştirisinin amacı, belirli bir şiirsözün (bir şiir bütününün) yaşamsal özelliklerini saptamaya çalışmak: Belirli bir şiiri şiir yapan ve o şiir yapan özellikleri. Değerlendirme yazısı dediğim yazıların amacı ise yeni bir şiirsöz üstüne ilk izlenimleri, fikirleri, ilk düşünme ya da tartışma öğelerini ortaya koymak. Tanıtma yazıları zaten daha çok "teknik" ya da ansiklopedik denebilecek veriler sunuyor.
Değerlendirme ve tanıtma yazılarının da belirli bir eleştirel birikim temeline dayanması, bazı eleştiri öğeleri içermesi beklenir elbette ama, eleştirinin yerini tutmaları herhalde beklenmemelidir. Bu yazıların içinde, eleştiri olsun diye yazılmış bazı yazıların çok üstünde eleştirel nitelik taşıyanlar olabiliyor, o ayrı. Bunun yanında, eleştiri olsun diye yazılmış yazılarda da, değerlendirme ve tanıtma yazılarında da, eleştirel düşüncenin gelişmesine zarar veren "üslup"lardan kaçamayanlara sık sık rastlanıyor.
Böylece "üslup" konusuna geldik. Sorudaki "eleştiri üslubu" kavramı, yanlış anlamıyorsam, eleştiri anlayışı, eleştiri tarzı anlamına geliyor: Geniş anlamda "üslup".
Bana öyle geliyor ki bu açıdan yapılabilecek en önemli gruplaştırma, önsellikle belirlenen eleştiri/ sonsallıkla belirlenen eleştiri ayrımına dayalı olandır. Aslına bakılırsa bu noktada ikinci sorunun yanıtına geçilip iki yanıt birleştirilebilir, çünkü sonsallık benim eleştirel çözümlemede belirleyici saydığım ilke. Yine de, geçmeden önce "üslup" gruplaşmalarından biraz daha söz etmek gerekecek, hem birinci soruyu eksik bırakmamak için, hem de ikinci soruya hazırlık olur diye.
Günümüzde şiir konulu pek çok yazıya "edebiyat yapan" bir biçem egemen. Eleştirel düşüncenin gelişmesine zarar veren "üslup" dediğim budur. Klişeler hüküm sürüyor bu yazılarda: "Şiirini hayatın içinden damıtan şair", "gelenekten günümüze süzülen tatlar", "temeline insanı alan bir şiir", "biçimle öz arasındaki diyalektik denge", "sözcüklerini özenle seçen şair", "özgün bir şiir" vb.
Bunlar, belirli bir şiirsözün ayırt edici özelliklerinden söz ediyormuş gibi yaptığı için aldatıcı olan bir söylemin öğeleri. Birazcık dikkat edildiğinde görülebileceği üzere hiçbir ayırt ediciliği olmayan sözler bunlar. Devamında açımlandığına da pek rastlanmıyor. Uyutucu bir söylem.
Buradaki uyutmak fiilini dar bir politik/ ideolojik çerçevede kullanmıyorum. Politik ve ideolojik uyutmayı da kaçınılmaz bir biçimde içermek üzere, alımlama çerçevesindeki bir uyutuculuktan söz ediyorum.
Bu söylem belki belirli bir okur kesimini hoşnut edip oyalıyordur. Edebiyat anlayışı bu klişelerin yinelenmesinden oluşan, edebiyatın ancak böyle yapılabileceği koşullanması içindeki bir kesimi. Ne var ki, söylemin ölgünlüğünü, zihinleri hareketsizleştirici niteliğini düşününce, denebilir ki ilk anda zihni biraz zorlayan düşünsel yazılardan çok daha fazla okur kaçırıcı yazılar bunlar. Fiilen değilse bile, "zihinsel etkinlik" anlamındaki "okur"u kaçıran, bu anlamda zarar veren yazılar.
Aslına bakılırsa bu söylem belirli şiir "üsluplarıyla" da koşutluk içinde. Belki de modern öncesinden gelen, orada kendi iç mantığıyla yüzyıllarca yürümüş olan bir ezberciliğin günümüzde sünerek tavşanın suyunun suyuna dönüşme biçimini almasından ibarettir bu söylemler: Belirli koşullarda sönümlenmek ya da biçim değiştirmek üzere. Tıpkı melodramlar gibi.
Söz konusu klişeci söylem gerçekte şiir eleştirisinin atalarından hiçbirine yakışmıyor. Ama ille de bir bağlantı kurulacaksa (soruda "katkı" denmiş ama, her "üslup" için "katkı" diyemeyeceğiz), klişesi ya da suyunun suyu çıkarılmaya en elverişli çizginin "toplumcu gerçekçilik" çizgisi olduğunu belirtmek zorundayım. Siyasal gösterenleri, işin içine pembe tonların girmesi ve siyasal baskılar nedeniyle iyiden iyiye yumuşamış çeşitlemeleriyle birlikte: "Toplumun/ halkının sorunlarına duyarlı bir şiir" vb.
Şiir eleştirisinde toplumcu gerçekçilik deyince Sivas'ta canilerce yakılan Asım Bezirci'nin adı akla geliyor ama, Bezirci'yi Nâzım'ın sonsuz sorgulayıcılığı yönünde değil de şu klişeci yönde geliştirenlerin vebalini ona yüklemek elbette en büyük haksızlık olur.
Klişeci "üslup" bir yana bırakılırsa, yukarıda tanımlamaya çalıştığım eleştiri etkinliğine yaklaşan yazıların oluşturduğu iki ana çizgiden söz edilebilir.
Bunlardan birincisi, büyük ölçüde izlenime dayanan, esas olarak Ataç geleneğine bağlanabilecek çizgi: Memet Fuat, Selahattin Hilav, Sabahattin Eyuboğlu, Doğan Hızlan, Mehmet H. Doğan, Fethi Naci, Füsun Akatlı, Ramis Dara...
İkincisi, Hüseyin Cöntürk ve Eser Gürson'la başlayıp Murat Belge, Oğuz Demiralp, Orhan Koçak gibi yazarlarla süren, Anglosakson esinli denebilecek çizgi. Burada devreye edebiyat biliminin yanı sıra Marksizm, tarih, psikanaliz, yapısalcılık, dilbilim gibi disiplinlerden yararlanan bir düşünsel ufkun girdiği görülüyor. Görünürdeki "Fransız"lığına karşın, göstergebilim temeline dayalı bakış açısıyla Mehmet Rifat da bu ikinci çizgi civarında yer alıyor. Muzaffer Erdost, Mustafa Öneş gibi bazı eleştirmenler iki çizginin arasındalar. Gerçekte her iki çizgi için andığım eleştirmenlerin birbirinden az çok farklılaşan biçemleri, ayrıcalıklı kavramları ya da kendi kavramları olduğunu eklemeye gerek olmamalı.
Ayırt edilmesi gereken, edebiyat tarihçiliği özellikleri ağır basan bir "üslup" ya da eleştirmen grubu daha var: Fuat Köprülü ile başlayıp günümüzde çeşitli akademisyenlerin yanı sıra Konur Ertop, Kemal Bek gibi yazarlarla süren.
Buraya kadar saydığım adların içinde şair eleştirmenlerin bulunmadığı dikkati çekmiş olmalı. Bundan amacım, şiir eleştirisinde şair eleştirmenlerin rolünü belirgin kılabilmek. Genel şiir eleştirisi tablosuna, az çok eleştiri ya da poetika yazmış oldukları için eleştirel katkıları bulunan şairleri eklediğimiz zaman, gerek günümüz gerek öncesi için ufkumuz birden genişliyor: Bağlantıyı Ataç'tan çok daha öncelere, Yahya Kemal, Haşim, Nâzım, Orhan Veli, Tanpınar ve Dıranas'a götürebiliyoruz. Şiir üstüne yazmış şairlerden bazıları yukarıda belirttiğim ana çizgiler dolayında yer alırken, bazıları "çizgi dışı" kalıyor.
Daha çok izlenime dayalı dediğim birinci çizgiye sonradan Salâh Birsel, Gülten Akın, Turgay Fişekçi, Veysel Çolak gibi şairler ekleniyor. Roni Margulies ve Ataol Behramoğlu, bu çizgiyle Bezirci arasında.
Cöntürk-Gürson-Belge-Koçak çizgisine yakın olan şair eleştirmenleri ise Güven Turan, Enis Batur ve Mehmet Yaşın diye sıralayabiliriz. Ahmet Oktay, en dar anlamdaki "üslubu" açısından bu çizgiye yakın olmakla birlikte, kaygıları bakımından bu çizgiyle Bezirci arasında.
Belki bir açıdan dördüncü bir çizgi (İkinci Yeni çizgisi) gibi görülebilecek Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever ve Turgut Uyar'ın dışındaki "çizgi dışı" şair eleştirmenler, Atillâ İlhan, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, İsmet Özel ve son on beş yirmi yılın "çizgi dışı"ları: Akif Kurtuluş, Ebubekir Eroğlu, Yücel
Kayıran, Orhan Kahyaoğlu, Metin Celâl, Mahmut Temizyürek, küçük İskender, Haydar Ergülen, Orhan Alkaya, Oktay Taftalı, Sezai Sarıoğlu, Süreyyya Evren, Hakan Arslanbenzer... Görüldüğü üzere, "üslup"lar dallanıp budaklanma eğiliminde. Şiir eleştirisi açısından iyi bir durum. Dalların birbirinden haberdar olması kaydıyla elbette. Bir de, benim şu an gösterdiğimden daha ayrıntılı bir çabanın saptayabileceği çizgisellik olasılığını saklı tutmak kaydıyla.
Bu soruyla ilgili olarak yeniden başa dönersek: Şiir eleştirisinin varlığına ilişkin kuşkuları artıran nedenlerden biri de sinemaya ve romana gösterilen ilgideki artışın tersine, şiire gösterilen ilginin artmıyor görünmesi olabilir. Sinema, belki son gelen olması nedeniyledir, kendi melodramını herkesten önce eleyip popüler olanın adını herkesten önce koydu. Bu konuda roman biraz arkadan, şiirse en arkadan geliyor. "Edebiyat yapma!" uyarısı yeni değil ama, yerini bulmuş da değil.
2. Bir şiiri çözümlerken belirleyici olan analiz öğeleri nelerdir? Eleştirel yaklaşımınızın ve/veya çözümlemelerinizin temelinde yer alan kuramsal poetik ilkeleri nasıl tanımlarsınız? Tanımlamak ister misiniz?
2. Bu üç parçalı soruya üçüncü parçadan başlamak zorundayım: Yaklaşımımın temelinde yer alan kuramsal poetik ilkeleri tanımlamak ister miyim?
Yanıt biraz şu ünlü söze benzeyecek: "Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir." Tanımlamak istemem, tanımlamak zorundayım.
Tanımlamak istemem, çünkü bana göre sanat eleştirisinin temel ilkesi (burada sorunun ikinci parçası, "nasıl tanımlarsınız" sorusu da devreye giriyor) sonsallık olmalıdır ve buradaki kullanımıyla sonsallık, belirli bir şiirsözle ilgili olarak tanımlayacağınız her ilkenin başka bir şiirsöz tarafından geçersizleştirilebileceği anlamına geliyor.
Ama "sonsallık" deyince bir eleştirel ilke de tanımlamış oluyorsunuz sonuçta. Kusursuzca uygulanması olanaksıza çok yakın bir ilke, bir tür meydan okuma.
Eleştiri etkinliği yol göstericiliğe soyunmamak, şiir mezuraları üretmemek için çaba göstermek, odaklandığı şiirle ilgili vargılarına, kavramlarına, "kuramsal" saptamalarına mutlak bir genel geçerlik yüklememek zorunda. Bunun tersi, tıpkı dolaysız bilgilenme alanlarındaki gibi sanat alanında da belirli boyutlarla sınırlanmayı peşin peşin kabul etmek anlamına gelebilir.
Eleştiri tıpkı zanaatçılar gibi karşısına neyin çıkacağını bilmediği için, her yol alışında dağarcığını yanında taşımak zorunda. Edebiyat bilimi ve tarihi kadar başka disiplinlere ait malzeme ve araç gereçlerin de karınca kaderince bulunduğu, ayrıca, sırası geldiğinde aynı şiirsöze ilişkin --varsa-- başka eleştiri yazılarının yer aldığı dağarcığını.
Ancak, kişi ilgilendiği şiire kendini yeterince maruz bırakmadan dağarcığa davranmamak, hatta bazen, bazı yaratılar karşısında, dağarcıktakilerin yetmeyeceği ya da işe yaramayacağı belli olduğunda hiç ona davranmayıp yeni araç gereçler üretmek zorunda.
İlk zorluk da burada karşınıza çıkıyor; kendinizi şiirsöze maruz bırakırken dağarcığı zihninizden uzak tutmak kolay değil. Her eleştiri etkinliği ister istemez kendisinden öncekilerin etki alanında. Dağarcıktakiler, özellikle de oraya kendi eklediklerimiz, zihnimizi kendine doğru çekiyor, uslu uslu çağrılmayı beklemiyor. Onları dağarcığa kapatmak da kolay iş değil. Ayrıca, oradaki malzemelerden, araç ve gereçlerden hangisinin öne çıkacağı konusunda belirli kalıplar, alışkanlıklar edinmiş olmak var işin içinde. Oysa zihnimiz, elbette donanımı ölçüsünde, kullanılacak malzeme ve araç gereç konusunda ne kadar esnekse eleştirel verimi de o kadar yüksek oluyor.
Kişi eleştirel çabanın ilk aşamasında kendini şiirsöze maruz bırakmalı. Çözümleme aşaması, olabilecekse, daha sonra gelmeli ve çözümleme öğelerini maruz kalınan şiirin kendisi esinlemeli. Sonsallık dediğim ilkenin yolunu yordamını böyle betimleyebilirim: Çözümlemeye, şiirsöz karşısında insanteki olarak kendimizde, kendi ruhumuzda, zihnimizde olup bitenleri gözlemleyerek başlamak. Bu şiirsöz bende bir heyecan yaratıyor mu diye bakmak. Yaratıyorsa, ardından nasıl, neden, hangi özellikleriyle, hangi çağrışımlar nedeniyle yaratıyor gibi sorular geliyor. Eşzamanlı olarak "başka şiirlerin yarattığından farklı bir heyecan mı bu" sorusunun doğmasıyla birlikte bir karşılaştırma mekanizması işlemeye başlıyor zihinde. Böylelikle dağarcığa başvurma, gerekiyorsa başka araç gereç bulma/ yaratma aşamasına gelinmiş olunuyor.
Eleştiri etkinliğinde başvurulabilecek araç ve gereçlerin bir bölümünü başka insanların söylediklerinde, yazdıklarında bulabiliyoruz. Birikmiş kuramlar, kavramlar, formüller, kalıplar, akımlar, disiplinler... Bunlar herkesçe kullanılabilecek olanaklar. Ama eleştirel etkinlikte kişinin başkaları aracılığıyla ulaşamayacağı başlıca ve en temel olanak, verili bir şiirle karşılaşmış insanteki olarak kendisine, kendi heyecanlarına ve zihnine bakma olanağı. Şiir eleştirisinde bu bakışın ön planda olması, diğer tüm malzeme ve araç gerecin ancak onun çağırdığı ölçüde ve onun gözetiminde devreye girip iş görmesi gerekir. Belirli bir şiirin şiir olmaklığı ancak böyle sezilebilir ve bilinebilecekse de buradan güç alınarak açılacak yoldan giderek bilinebilir.
O şiiri o şiir yapanın ne olduğuna yönelik araştırmayı, maruz kalma durumunun sağladığı ışığın dışına çıkardığınız anda, eleştirel etkinlik de şiir eleştirisi olmaktan çıkıp başka bir disiplinin alanına geçiyor, çeşitli disiplinler çerçevesinde rastlanabilecek herhangi bir metin incelemesine, o değilse, boş bir çabaya dönüşüyor.
Eleştirel etkinlikte zaman zaman ikiye bölünen bir zihinden söz etmiş oluyorum böylece. Zihnin bir bölümü olabildiğince başıboş, heyecan ve sezgi temelinde işliyor, diğer bölümü ise, devreye sonradan girmek ve hep haddini bilmek kaydıyla, akılsal bir temelde. Önce art arda, sonra iç içe yürüyen iki işleyiş. Bazı uğraklarda, diyelim, "buradaki fiil çekimi neden böyle" gibi teknik sorgulamalara girişme gereğini duyduğunuzda, aklınız bir süre için tek başına çalışıyor elbette. Belirli anlarda metne büyüteçle bakmak, bakış açısı değiştirmek vb. gerekebiliyor. Şiirsözün çağırdığı ayrıştırma, birleştirme, adlandırma, kavramlaştırma gibi çabalar giriyor araya.
Bir açıdan en heyecan verici şiirsöz, bazı düşünsel kazanımlar, kavramlar vaat ettiği belli olandır. Bu vaat bazen hayat boyu ulaşamayacağınız belirsizlikte olabilir; adını koymayı, dile dökmeyi hiçbir zaman başaramayabilirsiniz. Size meydan okuyan bir metin vardır karşınızda. Bırakınız yazıp yayımlamayı, kolaycılık etmeyeyim diye kendi zihninizde bile dile getirmek istemeyebilirsiniz yorumlarınızı; biçimlenmemiş olarak gezdirip durursunuz. Ya da bir kenara alınmış notlardan ibaret kalır okuma çabanız. Günün birinde parlayabilecek ya da hep küllenmiş kalacak fikir kırıntıları halinde.
Sorunun ilk parçasına, "bir şiiri çözümlerken belirleyici olan analiz öğeleri nelerdir?" sorusuna geliyoruz. Bunun yanıtı, "belirleyici olan, metnin kendisidir" olmalı; belirleyici olan, şair değil, şiire dışarıdan yüklenmiş beklentiler değil, şiirsöz konusunda oluşmuş olabilecek başka tavırlar, üretilmiş başka eleştiriler de değil. Bu değillediklerim elbette eleştirel etkinliğin belirli aşamalarında dikkate alınabilir, eleştirinin amacı açısından aydınlatıcı da olabilirler. Ancak, metin, onların tümünden özerk olması nedeniyle öncelikli ve belirleyici sayılmalıdır.
Çözümleme araçlarına gelince. Bunlardan hangisinin öne çıkacağını şiirin kendisi esinlemeli demiştim. Sözgelimi, kavramlar ve kuramlar eleştirel etkinliğin başlıca gereçlerinden. Ama kavramlar, özellikle olumlama/ olumsuzlama işlev çiftine denk düşen kavram çiftleri, yol tıkayıcı, genelleştirici, toptanlaştırıcı etkileri nedeniyle, kesintisizce sorgulanmayı gerektiriyor. Belirli bir şiirin özelliklerini saptamada çok işe yarayan bir kavram ya da kavram çifti başka bir şiir için hareket noktası kılındığında (=önselleştirildiğinde) bir reçeteye ya da bütünsel olumsuzlama ölçütüne dönüşebiliyor.
Burada elbette ideal bir eleştiri etkinliğinden söz ediyorum. İşin zanaat yönü, çözümleme araçları açısından donanmayı ve beceri kazanmayı gerektiriyor. Yukarıda da belirttiğim gibi edebiyat bilimi ve tarihi başta olmak üzere eleştirel etkinlikte yararlanılamayacak disiplin yoktur sanıyorum. Bunlardan bazılarının uygulanması sonucu disiplinin kendi adıyla anılan eleştiri türleri de ortaya çıkmış durumda: Marksist eleştiri, feminist eleştiri, dilbilimsel eleştiri, göstergebilimsel eleştiri, psikanalitik eleştiri, vb. Bunlar eleştiri yordamlarına gitgide daha çok katılan, sezgisel ve izlenimci eleştirinin imdadına yetişip yeni çözümleme olanakları sağlayan bakış açıları. Listeyi uzatmak da olanaklı. Ancak bu saydıklarımdan hareket eden eleştiri ile, bunları birer çözümleme aracı olarak göz önünde bulunduran eleştiri birbirinden farklı. Birincisi bilimsel olana, ikincisi edebiyata dahil. Bu ayrım birbirine dönüşmeyi ya da birbirini içermeyi engellemiyor.
Zanaat yönünden iyi durumda olmak, başka bir deyişle çözümleme gereçlerini iyi tanıyıp iyi uygulamak, tümünde kusursuz olunabileceğini varsaysak bile, düz adıyla "şiir eleştirisi"nin gerekli ilkesi olmakla birlikte, yeter ilkesi olmaktan uzak, çünkü şiir eleştirisinin uğraştığı nesne yaratıdır ve yaratı hep kendi "önce"sinin kuramını da kılgısını da geride bırakan varlık anlamına geliyor. Önsel/ sonsal ekseninin bir tarafında, ilgili disiplinin egemenliğinde yürütülen ve şiire disiplinin malzemeleri arasında bir malzeme muamelesi yapan bir çaba var. Diğer taraf ise şiirin şiir olmaklığını hem heyecan ve duygu hem de akıl temelinde sorgulama konusu yaparken, acaba bu sorgulamaya şu disiplin de katkıda bulunamaz mı diye bakıyor.
Şiir doğal dillerle yaratıldığından, dağarcıktaki dilsel ilgi verileri durmadan öne çıkma eğiliminde. Şiirsel gerçekliğin karmaşıklığı ise çözümleme gereçlerinin hiçbirinden vazgeçmemeyi telkin ediyor.
* Bu yazı Yücel Kayıran'ın "Eleştiri Dosyası" sorularına yanıt olarak yazıldı, Ağustos 2004 tarihli Hürriyet Gösteri dergisinde ve “Yaklaşma Çabası” adlı kitabımda yayımlandı. –N.A.