Jodi Picoult'nun günümüz Amerika’sının “eşitlikçi” toplumundaki ırkçı izdüşümlerin peşinde -mış gibi yapmanın ve empati kurmanın imkânlarını sorguladığı romanı Küçük Muazzam Şeyler üzerine bir yazı.
“Bazı şeyler yüzleşmekle değiştirilemeyebilir. Ama hiçbir şeyi yüzleşmeden değiştiremezsin.” -James Baldwin
Jodi Picoult, Kız Kardeşim İçin, Cam Çocuk, Bir Daha Bak, Abra Kadabra, Ayrılık Vakti, Hikâyeci ve Ev Kuralları gibi uluslararası çoksatar romanlarının ardından New York Times çoksatarlar listesinde ilk sıraya çıkan kitabı Küçük Muazzam Şeyler’le Türkiye’deki okuruyla buluştu. Roman Serpil Çağlayan çevirisi, Terapi kapak tasarımı ve April Yayıncılık etiketiyle raflardaki yerini aldı. Picoult’nun merceğindeyse bu kez, insanlığın başlangıcından beri süregelen ve politik alanlarda yeniden yükselen ırkçılık konusu var.
Romanın başkarakteri Ruth Jefferson, 20 yıldır aynı hastanede doğum hemşireliği yapıyor. Yeni doğan Davis Bauer’in beyaz ırkçı ebeveynleri, Afro-Amerikalı bir kişinin çocuklarına dokunmasını istemeyince hastane amiri bebeğin dosyasına şu notu iliştirmekte beis görmüyor: “Bu hastaya Afro-Amerikalı personelden kimse bakmayacak.” Bebek kalp krizi geçirdiği zaman gözetiminde tek başına kalan Ruth’sa kendini olabilecek zor durumlardan birinde buluyor: Bebek ölüyor ve Ruth cinayetten yargılanıyor.
Kitapta üç anlatıcı karşımıza çıkıyor: Ruth, Ruth’un avukatlığını yapan beyaz orta-sınıf bir anne, Kennedy McQuarrie ve kafasındaki Svastika dövmesiyle beyaz ırkçı Turk Bauer, ölen bebeğin babası. Roman, Ruth’un hikâyesiyle başlıyor ancak diğer karakterlerin gelişimi de en az onunki kadar öne çıkıyor. Ben-anlatıcı tekniğinin sunduğu olanakları kullanan yazar, hem karakterleri hem de okuyucuyu ırkçılığın muhtelif taraflarıyla empatiye çağırıyor. Herkesin kendince haklı olduğu bu kurgu dünyada karakterlerin baskın olanla ilişkisi irdeleniyor. Karakter inşasında kullanılan klişelerse toplumsal önyargılarla kurulu karmaşık ağların anlatıdaki düğümüne olanak sağlıyor: Ruth’un “beyazların dünyası”na adapte olmuş çok başarılı bir hemşire olması, oğlunun okulda çok parlak bir öğrenci olması, annesinin yıllarca çocuklarını okutabilmek için beyazların yanında çalışan bir yardımcı olması, “ten rengi” ondan daha koyu olan ablasının aktivist ve öfkeli bir kadın olması, beyaz-ayrıcalıklı Kennedy’nin örnek birey ve aile kurgusu gibi.
Karakterlerin bu bağlamda inşası, romanın düğüm bölümünü hazırlıyor ve ikilemleri anlatı boyunca ayakta tutuyor. Ruth, görmezden gelerek, adapte olarak yaşarken bir yanda deri renginden dolayı bütün başarısının, emeğinin ve yetkinliğinin anında bir kenara atılabilmesi; diğer yanda o anın içinde bırakıldığı çelişki ve çözümsüz görünen toplumsal bir düğümün içine sürüklenmesiyle birlikte ötekiliğiyle tekrar yüzleşmek zorunda kalıyor.
“Bir krizin ortasındaysanız, zaman yapış yapıştır. O bataklıkta öyle yavaş yüzersiniz ki geçen her korkunç an, bir ilk mi yoksa tekrar mı anlayamazsınız. Ellerinizin o işle uğraştığını görebilir, onlar size ait değilmiş gibi izleyebilirsiniz. Bir panik merdivenini tırmanan sesler duyarsınız ve hepsi sağır edici, akortsuz tek bir notaya dönüşür.”
Turk Bauer’in gözünden dinlediğimiz hayatsa bizleri hikâyenin karşı saflarında bir yolculuğa çıkarıyor. “Bu yabancıyı, iyice tanınmaz hâle gelene kadar dövüyorum çünkü kim olduğumu unutmamanın tek yolu bu,” diyen Turk Bauer’in. Yazarın bu bağlamda her karakter için karşı tarafa ya da okuyucuya birer empati kapısı araladığını görüyoruz. Özellikle Kennedy’nin karakter gelişimi, yazarın hedeflediği okurda yaratmak istediği etkinin, empatinin bir üst kurgusu gibi. Picoult, orijinal kitaptaki notunda şöyle tanımlamış romanın kitlesini: “Kendi topluluğuma -sınıfsal ayrıcalıklı beyazlara- hitaben yazıyordum. Yani dazlak kafalı Neo-Nazi’leri işaret ederek kolayca ırkçı diye yaftalayıp kendi içindeki ırkçılığın farkında olmayanlara…” Kennedy’nin kendi içindeki ırkçılıkla yüzleşme yolculuğu, bu hitabetin doğrudan bir göstergesi.
Küçük Muazzam Şeyler, aynı patikada farklı renklerle yürüyen karakterlerin hikâyelerinde sorguladığı “sınıfsal yapılar”la aslında her bireyin ayrı ayrı yaşadığı paralel dünyalara işaret eden bir roman. Çetrefilli kültürel formasyonlara kurgunun imkânlarını kullanarak yön verdiği bu kitapla yazar, görmezden gelinen toplumsal sınırları sonuçlarıyla birlikte yeniden açığa çıkarıyor ve kurguyla gerçekliği yüzleşmeye çağırıyor.
Başlıktaki görselin kaynağı: https://www.nytimes.com/2016/10/16/books/review/jodi-picoult-small-great-things-roxane-gay.html