Cat Patrick’in bir genç kızın dürüst, kırılgan ve hüzünlü portresi üzerinden arkadaşlığa, kız kardeşliğe, affetmeye ve farklılıklarımıza dair bir hikâye anlattığı kitabı Hortum Akıllı üzerine bir yazı.
Dışarıdan ne kadar birbirimize benzesek de içimiz bazen birbirimizi yanlış anlamaya yol açacak kadar birbirinden farklı olabilir. Hepimizin şu hayatta kendimize has birtakım karakteristiklerimiz var. Üstelik bunlar bazen bir arada yaşamayı zorlaştıracak kadar da birbirine aykırılıklar arz edebiliyor. Fakat birini sevmek onu anlamaksa, kuşkusuz birini anlamak da onu olduğu gibi kabul etmek demektir. Çünkü bütün o farklılıkların, hatta insanın kendi bakış açısından kolayca tuhaf veya ucube diye mahkûm edebileceği alışılmadık davranışların altında aslında hep benzer kaygılar yatar: İnsanın yalnız kalmaktan ve sevilmemekten korkması. Ne kadar farklı olsa da her insan yalnız kalmaktan üzülür ve sevilmediğini hissettiğinde kırılır.
Cat Patrick’in Türkçeye Seda Ateş tarafından tercüme edilen Can Çocuk'tan çıkan romanı Hortum Akıllı’nın on üç yaşındaki kahramanı da nörolojik açıdan farklıdır. Zihni sınıf arkadaşlarından, yaşıtlarından, hatta ikizi Tess’den bile farklı işlemektedir. Bazen ikizler bile birbirlerine benzemezler.
Tess ne kadar sosyal, yaşıtlarıyla iletişim kurabilen, dışa dönük ve çok yanlış – yanlış olduğu kadar da acımasız – bir ifadeyle “normal” bir kız çocuğuysa, Frankie de bir o kadar asosyal, yaşıtlarıyla mesafeli, içine kapanık ve yine çok yanlış – yanlış olduğu kadar da insafsız – bir adlandırmayla “anormal” bir kız çocuğudur. Tess’in hayatı herkesinki gibi yolunda giderken, Frankie başkalarının kendisine dokunmasına dayanamaz, yüksek seslerden rahatsız olur, kendi kişisel alanının ihlal edilmesinden haz etmez, gündelik hayatındaki rutinin bozulmasından hoşlanmaz. Bütün bu hassasiyetleri onu ters ve asabi kılabildiğinden diğer arkadaşlarının aksine terapiste gitmek zorundadır. Anaokulundan beri tek bir arkadaşı vardır: Colette. Ama ne yazık ki iki ay önce onunla da arkadaşlıkları bitmiştir.
Cat Patrick’in hikâyeyi anlatırken zaman içinde ani ve kısa harikulade geri dönüşleri, Frankie’nin iç dünyasında olup biteni, onun üzüntüsünü, Tess ve Colette’e neden kırıldığını yün bir çorabı söker gibi yavaş yavaş anlamamızı sağlıyor. Yedinci sınıfın bitmesine az kala bir gün okulda bir öğrencinin kayıp olduğu duyurulur ve okul tatil edilir. Aynı gün kayıp çocuğun Colette olduğu duyulur ve bütün sınıf karakola gidip tek tek polislere bilgi verir. Oysa Colette ortadan kaybolmadan önceki gece Frankie’nin odasının kapısına gelmiştir. Onu son gören Frankie’dir. Zaten arkadaşını özleyen Frankie, onu bir kez daha kaybetmeye dayanamadığından, kendi farklı işleyen zihinin yardımıyla onu bulmaya karar verir. Ayrıntılara düşkün, detayları ıskalamayan Frankie, Colette’in ardında yalnızca kendisinin çözebileceği ipuçları bıraktığını keşfeder. Fakat yardıma ihtiyacı vardır ve yardım için de Tess’i ikna etmek ve kendisine inandırmak zorundadır. Söz konusu olan ikisinin de müşterek dostu Colette’in hayatıdır. Şimdi iki kız kardeş yeniden birbirlerine güvenmek ve inanmak mecburiyetindedir. Belki de kayıp Colette’i ararken iki kız kardeş, kendi aralarındaki aslında hiç kopmamış ama örselenmiş sevgi bağını yeniden inşa edip tazeleyeceklerdir.
Frankie’nin hepimiz gibi sevilmek ve sevdiklerine güvenmek isteyen dürüst, kırılgan ve hüzünlü portresi üzerinden arkadaşlığa, kız kardeşliğe, affetmeye ve farklılıklarımıza dair sağlam, samimi ve hakiki bir hikâye anlatan Cat Patrick doğrusu harika bir iş çıkarmış.