23 MART, PERŞEMBE, 2017

Fırtınadaki Kuşlar Eşliğinde Suç ve Suçsuzluk

Erişkinliğin kıyısında şekillenen özgür bir iradenin öyküsü. Roberto Bolaño'nun hayattayken yayımladığı son kitabı olan Lümpen Roman, üzerine bir inceleme.

Fırtınadaki Kuşlar Eşliğinde Suç ve Suçsuzluk

Una Novelita Lumpen, Şili doğumlu şair-yazar Roberto Bolaño’nun 2002 tarihli bir küçük lümpen romanı. Roberto Bolaño, hemen hemen aynı döneme ait 2666'sından sonra 2003 yılında Barselona’da hayata gözlerini yummuş. Lümpen Roman ise bir kadının hayatından bir kesit ve -deyim yerindeyse- kurtuluşunun öyküsü… Kitabın sayfalarının az olması, aslında Bolaño’nun kurgusunun parçası.

Bolaño’nun edebiyat ile ilişkisinin ilk olarak şiir ile kurulduğunu, düzyazıya ailesine bakabilmek için başladığını söylemenin tam sırası. Onun yazarlıktan çok önce şair olduğu da düşünüldüğünde, okur olarak, 110 sayfada sapsade bir şekilde ele aldığı topluma ilişkin isabetli gözlemlerine ve bir insanın dönüşümüne işaret eden derinlikli yapıya kapılmamak elde değil.

Romanda kendisini kendi anlatan ana karakterin adını bu yazıda zikretmeye çekindim, Bolaño bunu bilinçli olarak belirli bir aşamadan sonra ortaya çıkarıyor. Çünkü okuduğumuz kadın ve O’nun etrafındakiler aslında her yerde. Hiç adı konmasa da olurdu, ama O’na nasıl hitap edeceğimizi bilemesek belki bu kadar samimi olmazdı!

Sanki yanımızdan geçiverir, sokakta ya da arka sokaklarda hatta üçüncü sayfa haberlerinde karşılaşacakmışız gibi duran bu insanlar “normal” insanlar elbette… “Normal” bir şekilde öksüz ve yetim kalan, “normal” bir şekilde “iyi” eğitim alamayıp “iyi” işlerde çalışmayan, bir “umudu” olan ya da olmayan aslında herkes gibi insanlar. İşte, sözün kısası, Bolaño’nun yarattığı dünya sadece “lümpen” bir sınıfa ait değil, tüm insanlara ait, ancak olumsuz etkisini yersiz ve yurtsuzlarda en şiddetli gösterir.

“Bunun üzerine kapı açıldı ve gece olmasına rağmen kendilerine var olmayan bir yaşam alanı yaratmak için mücadele veren bitkilerle dolup taşan küçük, bakımsız bahçeye girdik. Bahçeden çok mezarlığa benziyordu.”

Böyle bir meselenin tam ortasında bir kadının durması ise tesadüfi olmasa gerek. İpuçlarıyla dolu neredeyse tüm satırlar… Aynı zamanda eleştiren ve yol gösteren bir ışık titriyor okuyanın zihninde. Bu ılık ve sarı ışık sızıntısı duyumsanırken, geçip gidiveren ve çoğunlukla dayanmakta güçlük çekilen günlerin sıradanlığı bir yanılsama, tıpkı hayatlarımızdan akıp geçiveren zamanınki gibi...

Bolaño’nun günlerin sıradanlığını betimleyen yalın tasvirlerin içine gizlediği, şu anda dahi şahit olmaya devam edilen, insanın en zayıf halkasını bir kere yakaladı mı her yerine yayılacak tespitlerinden bir tanesi:

“Her neyse. Ne diyordum: Karanlıkta, yorganı çeneme kadar çekmiş, gecenin, bana sarıymış gibi gelen, sessizliğinde yatıyordum ve Roma Tren Garı’ndaki bir kafede kardeşimle iki arkadaşını gördüm; üzerinde üç bardak bira olan bir masanın etrafında oturuyorlardı, sıkılmış gibi bir halleri vardı; çünkü beklemek can sıkıcıdır ve onlar bir türlü gerçekleşmeyen ama gerçekleşmek üzere olan bir şeyi bekliyorlardı, en azından üçü birden gerçekleşeceğini varsayıyordu ve işte o esnada Bolonyalının L’Osservatore Romano’daki ya da La Repubblica’daki veya Il Messagiero’daki bulmacayı çözmek için fazla fazla vakti vardı. Ve bu hayali görüntü beni hüzne boğdu. Sanki göğsüm sıkışıyordu, kalbimde bir sancı hissettim, acı içindeydim. …”

Bütün bu yoğuşmuş ve geçer-geçmez günlerin arasında, kendi sesini nasıl duyacaktır kadın? Bunu anlatır tane tane Bolaño. Bir kadının kurtuluşu, kendinden doğru olacak, belki diğer kadınlara ve erkeklere ilham olacaktır.

Bu serüvenin kaldığı yerden başka bir romanda devam edebilecek olduğunu pek zannetmiyorum. Çünkü bu yaşam öyküsü aramızda bir yerlerde tamamlanmakta ve -umarım- vaat ettiği umut boşa çıkmayacaktır. Şimdi, yazarı O’ndan bir parçayla, “Sucio, mal vestido*” adlı şiiriyle anmalı…

Pislenmiş, perişan

Köpeklerin yolunda, ruhum buldu

kalbimi. Paramparça, ama hayatta,

pislenmiş, perişan ve aşkla dolu.

Köpeklerin yolunda, oraya gitmek istemez kimse.

Yol ki sadece şairler gider

kalmadığında yapacak başka şeyleri.

Ama var yapacak pek çok şeyim hala!

Ve yine de, oradayım: kendimi mahkum ediyorum ölüme

kırmızı karıncalarla ve hem

siyah karıncalarla, geçiyorum köylerden

boş: korku ki büyüdü

yıldızlara dokunana kadar.

Meksika’da eğitilmiş bir Şilili dayanabilir her şeye,

böyle düşünmüştüm, ama doğru değildi.

Gecede, kalbim ağladı. Seslendi, nehri var olmanın, diye

bazı ateşli dudaklar ki sonradan keşfettim onlar benimdi,

nehri var olmanın, nehri var olmanın, işte kendimden geçiş

ki bırakır kendini bu terkedilmiş köylerin kıyılarına.

Matematikçiler ve teologlar, kahinler

ve haydutlar yolda çıkar ortaya

adeta sudan gerçekler tam ortasında metalik gerçekliğin.

Sadece ateş ve şiir çağırır sezgiyi.

Sadece aşk ve hatırlama.

Bu yollar ve düzlükler değil.

Bu labirentler değil.

Ta ki ruhum kalbimi bulana kadar.

Hastaydı, bu doğru, ama hayattaydı.

Roberto Bolaño

(*Laura Healy’nin İngilizceye tercümesinden çevrilmeye çalışıldı: Bolaño şiirlerinin kendi yazıldığı dilden Türkçeye kazandırılmasına vesile olur ümidiyle, Şubat 2017)

Görseller: Michael Färber

0
5282
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage