Zaman Sığınağı romanı ile 2023 yılı Uluslararası Booker Ödülü’nü kazanan yazar Georgi Gospodinov’un yazın dünyasına Doğal Roman, Hüznün Fiziği, Zaman Sığınağı romanları odağında bakan bir yazı.
Bir ülkenin yakın tarihinde yaşanan değişimlerin etkisi ile o ülkede yaşayan bir yazarın kişisel tarihinin değişmesi ve bu iki önemli değişimin yazılan hikâyelere yansıması çağdaş dünya edebiyatına tekniği, anlatımı, kurgusu, diliyle üç önemli roman –Doğal Roman, Hüznün Fiziği, Zaman Sığınağı- kazandırdı. Yaşananlar asıl olarak Georgi Gaspodinov ile tanışmamıza vesile oldu elbet. İyi ki oldu, çünkü bu yaşananlar olmasaydı şiir yazarak edebiyat dünyasına adımını atan ve 1989 yılında, henüz 21 yaşındayken dünya edebiyatı içerisinde Bulgaristan’ın eserleri en çok çevrilen yazarları arasında yerini alan yazarını tanıyamayacaktık belki de.
1989 yılı hem -bizlerin de çok yakından şahitlik ettiğimiz üzere- Bulgaristan’da sınır kapılarının açılmasıyla yaşanan büyük göç nedeniyle toplumsal bazda, hem yazarın isminin edebiyat dünyasında duyulmaya başlandığı yıl olduğundan Georgi Gapodinov için ve hem de bu tarihten itibaren yazılan üç romanının, - özellikle son roman Zaman Sığınağı’nın- 2023 yılı Uluslararası Booker Ödülü ile taçlandırılması ile ülke, yazar ve kitapları adına oluşan tüm kesişimlerin ne kadar önemli olduğuna şahitlik etmemiz açısından önemliydi. Zaman kavramının aslında ne tür farklar yaratabileceğini görmüş olduk böylece. İşte bu kesişim noktalarının inşasını yaratan zaman kavramı ve zamanın direkt olarak edebiyatı konuşmamızı sağlayan farkları bu yazının -yazılan üç Gospodinov romanı odağında- konusunu oluşturacak.
Doğal Roman
“Hayatın her saniyesinde upuzun bir ağlayan insan kervanı, bir de daha küçük bir gülen insan kervanı var: Ama üçüncü bir kervan daha var –artık ağlamayanlar ve gülmeyenlerin- ki. Üçü arasında en hüzünlü olanı da o. Ondan söz etmek istiyorum.”
Georgi Gospodinov’un ilk romanı Doğal Roman’a üzerlerine söz söylemek istediği en hüzünlü üçüncü kervanın hikâyesini anlatma isteği ile başlayarak yola çıkması zaten bilinenler değil de bilinmeyenler üzerine bir hikâye okuyacağımızın ilk sinyali. Hüzünlü kervanın bu yolculuğunda görmek istemediklerimiz de bu bilinmeyenlere dahil, hatta gördüğümüz zaman kafamızı çevirdiğimiz pis ayrıntılar, atıklar, tuvaletler, çöpler, sinekler, bitkilerin üreme biçimleri, adet sancıları, kanamalar ve bu zaman diliminde girilen cinsel ilişkiler de. Anlatılmak istenen hikâyenin bu bilinmeyen tarafları bir romana konu edilmeyecek kadar yersiz ya da önemsiz görülebilir. Ya da bahsedilenler “bahsedilmeyecek” kadar gündelik hayatımızın önemsiz ayrıntılarını içerebilir (ya da bahsedilmeyecek denli “ayıp”) fakat mesele şu ki, “doğal” olanın dışlanmışlığı ile bu denli burun buruna gelmemiştik. Çağdaş edebiyatın içerisinde burnumuzun dibinde cereyan eden tüm bu “doğal” dışlanmışlıkları en hüzünlü kervanla yola çıkıp görmek istemeyerek kafamızı çevirdiğimiz “doğal” ayrıntılar üzerinden anlatmak –ve ayrıca bir birey üzerinden anlatmak- Georgi Gospodinov’a karşı oluşan okur ve yayın dünyası dikkatinin ilk en önemli göstergesiydi.
Doğal Roman aslında karısından ayrılmak üzere olan bir adamın hikâyesi. Romanın toplumsal tarafını görmemizi sağlayan hüzünlü kervan fonunu yazının bundan sonrası için de göz ardı etmeksizin vurgulamaya devam edeceğim fakat modern dünyanın kervan inşası bireyden gayrı yapılamaz, birey olmanın elzemliği üzerine yapılan vurguların tamamı toplumu oluşturan başat unsurların oluşumunda kullanılır ki, bu da kapitalizmin en önemli illüzyonu. Gospodinov’un Bulgaristanlı bir yazar olarak bunu görüp Doğal Roman’ın ayrıntılarını oluşturması tesadüf değil. Romanın yukarıda alıntıladığım açılış paragrafı Gospodinov romanlarının yekunu adına apayrı bir yere konumlanırken roman asıl olarak “Ayrılıyoruz.” kelimesiyle kendi özel hikâyesine ilk adımını atıyor aslında.
Hikâyeyi anlatan adam roman boyunca kendini arada bir bizlere gösteren Georgio Gospodinov’un kendisi. Hikâye bir adamın anlatımıyla aktarıldığı için birey, hikâyeye ilk adımımızı “biz” üzerinden olumsuz bir eylemle attığımız için toplumu oluşturan çekirdek aile gerçekliği bir arada sunulmuş, roman kendi genel yapısını böylelikle oluşturmuş da oluyor. Fakat bu faktörler edebiyat adına düşünüldüğünde bu genel unsurlara “yeni bir yapı kurmak” diyemeyiz. Çağdaş edebiyat içerisinde bu şekilde kurgulanmış binlerce “yeni” roman var çünkü. Doğal Roman’ın farkı yeni yapı içerisinde “melez olanı” anlattığı hikâyeye doğru biçimde adapte etmiş olması.
Gospodinov, Avrupa memleketi görünümünde olmasına rağmen, Avrupalılığın çok da benimsenmediği, bu anlamda dışarıda kalmışlığın hep hissedildiği Bulgaristan kültürü içerisinden romanlar yazarak “yeni”den ziyade “melez” yapıyı –özellikle Doğal Roman’da daha fazla gördüğümüz şekliyle- metinlerine adapte edebilmesi onun uluslararası edebiyattaki farkının ikinci en önemli göstergesi. Kültürü ne Avrupalı ne de yerli olabilen, bu çerçevede bireyin yaşamını, yürümeyen karı-koca ilişkisini, iş hayatını, toplumsal olanı dışlanmış ve günlük hayatımızda hiç gözümüze çarpmayan, üzerine hiç düşünmediğimiz tuvaletler, sinekler (tuvalet sinekleri olarak) bitkilerin üreme biçimleri, kadınların adet dönemi, bu dönemde girilen cinsel ilişkiler, evliliğin yürümemesinden mütevelli son derece doğal olarak gerçekleşmesi gereken boşanmanın bir türlü gerçekleşmemesi, karısının hamileliği ve kendinden olmayan çocuğa babalık yapma düşüncesi üzerinden ele alan Gospodinov aslında insana dair olan son derece içeride cereyan eden mevzuları önümüze büyük bir yaşam mücadelesi olarak koyuyor. Gündeliğe dair doğal olarak gerçekleşmesi gereken ve sıradan olan her eylem büyük bir çaba gerektiriyor aslında.
Tüm olup bitenler bölümler boyunca fragman fragman anlatılıyor. Kısa kısa geçiyor sahneler önümüzden, zaman anlara bölünmüş gibi. Buna karşılık bir olaydan diğerine hızlı geçişler yapan, bizlerin normalde hiç dikkat kesilmediğimiz her ayrıntıyı bizlere güzelce anlatan anlatıcımız bir monoloğun içinde sanki. Biten, geride kalan her sahneden sonra anlatıcımızın bilinci hemen olay yerinden uzaklaşmak istiyor ama doğal olmasına rağmen ne kadar “pis” detay varsa önümüze serdikten sonra. Dış dünyadan kopup, iç dünyaya odaklanmak isterken tam anlamıyla odaklanamamasının, süreci bir nevi doğal yaşayamamasının bedellerini kendisiyle beraber bizlere de ödetmek istiyor olabilir mi? Birey, toplum, aile, kültür çağdaş dünyada birbirini domino taşı misali etkileyen bu unsurlar Gospodinov edebiyatına ne tam olarak içerden çıkabilme ne de tam olarak dışarı açılabilme imkânı sağlayabilen melez yapı olarak yansıyor. Edebiyata dair olan bu melez yansıma Gospodinov edebiyatının farkının üçüncü en önemli göstergesi.
Naif bir duygu durumu olan “hüzün” ile maddenin uzay-zaman boyunca hareketini, davranışlarını inceleyen doğa bilimi “fizik” konusunun bir araya getirilmesi nasıl bir hikâye vaadidir? Cezbedici olan ya da dikkat çekilmesi gereken husus hüznün fizikle yan yana getirilmesi de değil, edebiyat söz konusu olduğunda tüm duygular, tüm kavramlarla yan yana gelebilir elbet. Böyle bir roman isminde cezbedici olan karşılaşacağınız hikâye, yani davetkar olan bu roman isminin vaat ettikleri. Beni duygusal olandan metafiziksele götüreceğini düşündüğüm ama neyle karşılaşacağımı da tam olarak bilmediğim bu davette roman bitiminde hangi duygularla baş başa kalarak, neleri düşüneceğim konusu en baştan itibaren beni cezbeden en önemli merak unsuruydu. Özellikle de farkları kendine münhasır olan Doğal Roman okuma deneyiminden sonra insan ister istemez düşünüyor bunları. Bir de romana kapak resmi olarak seçilen -kendine münhasır olan başka bir sanatçı Pablo Picasso’nun Minotorların Kralı (1958) tablosu da yer alınca Hüznün Fiziği cezbediciliğini daha da yükseltiyor. Sonuçta Picasso da resmin fiziğini değiştirmedi mi?
Gospodinov, Hüznün Fiziği’nde yine çeşitli fragmanlar ile çıkıyor karşımıza. Olay yeri –yani dünya- son derece kendine has bir kurgu ile bir labirente dönüştürülüyor yazarı tarafından. Fakat bu sefer anlattığı hikâyeye hüzünle birlikte daha metafiziksel unsurlar katarak labirentlerini oluşturuyor. Bu labirentler içerisinde tam kopacağım galiba, yönümü kaybedeceğim derken asla kopmadığımı fark ettim. Böyle bir labirent içerisinde devam etmemi sağlayan itici gücün ne olduğunu düşündüm. Parçalı bir bütünden ziyade, beni peşinden sürükleyen bütünsel parçalar bu gücü sağladı diyebilirim. Parça parça fragmanlar söz konusu yine evet, fakat yazar görmediğimiz alanlarda hikâyeden kopmamamızı sağlayan bütünsel yapıyı oluşturup fiziğin ilk kuralı olan hiçbir şey boşlukta değildir, gizlide olan, yani evrenin göremediğimiz tarafları asıl güçlü parçayı yaratarak bir bütüne ulaştırır tezinin kanıtı niteliğinde bir edebiyat metni okutuyor bizlere. Romanın içinde ilerledikçe Gospodinov’un tekniği bambaşka olan ve normal formatlarda roman okumayı asla düşünemeyeceğimiz bir hikâye anlatıcısı olduğuna kani oluyoruz. Aynı Picasso gibi anlattığı hikâyenin sadece fiziksel özellikleriyle, biçimiyle oynayıp tablosunu tamamlamıyor, duyguların fiziğiyle, hissettiklerimizin sonsuz metafizik ortamda nasıl yansıma bulacağı ve bizi nasıl yansıtacağı ile de ilgileniyor yazar.
“Öyküsünü satın aldığım tüm kişilerin çocukluğunu elde ediyorum, onların karılarına, hüzünlerine sahip oluyorum. Onları o bodrumun Nuh kutusuna yığabiliyorum.” diyor Gospodinov. Hüznün fizik evreni işte tam da böyle bir yer.
Geçmişten gelen hikâye fragmanları, şimdiki zamanda var olan hikâyeler ve geleceğe uzanan hikâye fragmanları arasında mitolojik karakterler eşliğinde devam eden roman benim için en ilginç bölümleri oluşturdu. Kitabın ismine vurgu yapan, okuru Hüznün Fiziği’nin magma tabakası ile buluşturan fragmana romanın sonunda ulaşmamız ise iyi bir roman okurken ne kadar sabırlı olmamız gerektiğini gösteriyor bize bir kez daha. Geçmiş, şimdi, gelecek; zamanın çekimleri uyarınca -aynı Doğal Roman’da olduğu gibi- karakterlerin zihinlerine giren, çıkan fakat bu konuda fizik kuralları gereğince elini -uzayın sonsuzluğunu da arkasına alacak şekilde- yükselten Gospodinov birtakım bilinç oyunları oynamayı tercih ediyor. Oyunlar oynuyor diyorum, çünkü yukarıdaki paragrafta da belirttiğim üzere niyeti fizik kurallarını değiştirmek değil, edebiyatın imkânlarıyla yeni alanlar, yansımalar yaratmak. Mesela kitaptaki fragman sırasıyla gidersek Hüznün Ekmeği (Bayıldım bu başlığa ve bu fragmandaki hikâye akışına), Hüznün Göçü ve son olarak Hüznün Fiziği bölümleri özel bir dikkat talep ediyor okurundan. Kitabın ismini görür görmez okuyucu zihninde yüksek çağrışım yapan fiziğin baş tacı Kuantum bilimi de var elbet. Hüznün Kuantumu. İşte tam bu noktada yazar şu soruyu soruyor:
“Edebiyat için kuantum fiziği geliştiren biri olmuş mudur?”
Siz oldunuz işte sevgili Georgi Gospodinov bunu yapan. Hüznün Fiziği ile edebiyat için bir kuantum fiziği formülü geliştirdiniz. Bu yüzden deneyselin ötesine geçen, edebiyatın melez anlatı modelini Doğal Roman sonrası Hüznün Fiziği’nde de devam ettiriyorsunuz. Fakat nasıl bir soru sorduğunuzu ve ne yaptığınızı çok iyi bilen bir yazar olarak yukarıdaki sorunun hemen ardından şu cümleleri kurmuşsunuz:
“Şansıma ilgilendiğim şeylerin ağırlığı yok. Geçmiş, hüzün ve edebiyat, beni sadece ağırlığı olmayan bu üç balina ilgilendiriyor.”
“Sizi sadece edebiyat adına ağırlığı olmayan bu üç şey ilgilendiriyorsa, Zaman Sığınağı’nı nasıl yazdınız?”
Gayriihtiyari soruyorum bu soruyu. Hüznün Fiziği odağında yaptığı bu tespiti alıp Zaman Sığınağı’na adapte etmek istemem doğal olana, zamana, hüzne, fiziğe dair olanların Gospodinov distopyası diyebileceğim bir zaman sığınağına toplanabiliyor olmasından kaynaklı. Gospodinov edebiyatında zaman tüm doğal ortamı, zaman karakterleri, zaman olayları, zaman bilinçlerimizi ve duygularımızı, zaman yeni mâkanları ile türleri; “Gospodinov’a dair olan distopyayı” yaratıyor. Gospodinov’un bütün meselesi zaman. Hangimizin değil ki? Peki, bütün meselesi gerçekten zaman mı, yoksa zamanın olmadığı bir yere sığınmak mı? Zamandan gayrı bir yer olabilir mi, ne dersiniz? Ölümsüzlüğü isteyen hepimizin düşü değil mi bu.
Hüznün Fiziği’nde “Zaman Barınağı” isimli bir bölüm var. Bu bölümün ilk cümlesi şöyle bir tespitle açılıyor: “Kıyametten sonraki gün hiçbir gazete olmayacak. Ne kadar garip. Dünya tarihinin en mühim olayı basına yansımadan kalacak.”
Zaman izafi, evet, bunu nasıl aşabileceğiz? Fakat zamana dair net şeyler de var işte, kıyamet günü sonrasının basına yansımayacak olması gibi. Zaman Sığınağı’nda aşılmak isteniyor bu konu ve romanın yazarla aynı adı taşıyan kahramanın yolu bir gün geçmişle kafayı bozmuş olan Gaustin ile kesişiyor. Gaustin için zaman geriye dönüp baktığımızda geleceğimizi gördüğümüz bir şey. Buna karşılık Gospodinov, “Geçmiş, şimdiki zamandan temel bir konuda farklılık gösterir, asla tek yönde akmaz.” diyor. Zamanla kafayı bozmuş olan bu iki kafadar, hafızası yavaş yavaş yitip giden insanlar için, anılarından geriye kalanları korumak amacıyla “geçmiş klinikleri” kurarak “Zaman Sığınakları”nı sunuyorlar onlara. Avrupa bir geçmiş zaman çılgınlığına kapılıyor elbet ve işler çığırından çıkıyor.
Gaustin, bu karakteri kolay kolay unutmayacağım sanırım ve hikâye akarken çoğu yerde bu satırlar –düşünceler- Gaustin’e mi yoksa Gospodinov’a mı ait diye düşündüm. Kafamın karıştığı noktalarda zaman hangisi için işliyordu acaba? Zaman ve olayların tamamı kimi tam olarak var etmiş olabilir? Hangimizi? Zamanı hızlı bir şekilde yiyoruz sürekli ve sürekli şekilde geçmişi üretiyoruz. Çağdaş zaman işte tam da kontrol edilemez olan böyle bir akıntı içerisinde ilerliyor, Gospodinov ise bunu en iyi yansıtan çağdaş yazarlar arasında -artık Booker ödülü sahibi olarak- yerini alıyor.
Metis Yayınları’na Georgi Gospodinov romanlarını bizlerle buluşturduğu için ve bu buluşturmayı sağlarken tüm kitapların çevirisini Hasine Şen Karadeniz’e yaptırdığı için teşekkür ederim. Hasine Şen Karadeniz’e de nitelikli çevirisi için ayrıca teşekkür etmek isterim. Ve tabii ki Doğal Roman ve Zaman Sığınağı’nın son derece güzel kapak tasarımları için Emine Bora’ya da teşekkürlerimle.