03 EKİM, CUMARTESİ, 2020

Geçmişe Dair Çetin Bir Düello: Ödül

İki bilim insanı Alman kimyager Otto Hahn ve Avusturyalı fizikçi Lise Meitner’in geçmişlerindeki karanlığı aydınlatmak ve göz ardı edilmiş bir hakkın teslimi için girdikleri hesaplaşmayı konu edinen, Cyril Gély’nin gerçeklerden beslenen romanı Ödül üzerine bir yazı.

Geçmişe Dair Çetin Bir Düello: Ödül

Kaleme aldığı tiyatro oyunları ve senaryolarıyla pek çok ödüle layık görülen Fransız yazar Cyril Gély’nin okurunu Alman kimyager Otto Hahn ve Avusturyalı fizikçi Lise Meitner’in karşısına oturttuğu ve hem kendi tarihlerinde hem de dünya tarihinde eksik kalan bir parçayı tamamlamak için giriştikleri hesaplaşmaya şahitlik ettirdiği romanı Ödül, geçtiğimiz Haziran ayında Esma Fethiye Güçlü’nün çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından dilimizde yayımlandı. Gély, romanını bilinen olaylardan, Otto Hahn’ın hatıratından ve Liste Meitner’in bir arkadaşına gönderdiği mektupta geçenlerden yola çıkarak kaleme alıyor. Gély, Ödül ile Otto Hahn’ın Nazi tehdidiyle ülkesini terk eden 30 yıllık çalışma arkadaşıyla değil tek başına Nobel’i almasının tetiklediği, geçmiş hesaplaşmasında boş kalan bölümü tamamlıyor.

​Stockholm’de, Grand Hotel’in üçüncü kattaki 301 numaralı süitinde başlayan hikâye mekânı aynı tutup geçmişe doğru uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Tarihte önemli kırılmalara sebep olan nükleerin, keşif aşamalarına, Nazi Almanyası’na, Kaiser Wilhelm Enstitüsü’ne, savaş yıllarında yaşanan olaylara ve mecbur kalınan kaçışlara sürüklüyor okurunu. Ama asıl önemli olan sekiz yıl önce yaşanan “o gece”ye, 12 Temmuz 1938’e, dair yıllardır beklenen yüzleşmeyi nihayete erdiriyor. Zorlu bir düello gerçekleşiyor ikilinin arasında. Karşımızda her iki karakter de elleri sakladıklarıyla ve itiraflarıyla dolu duruyor, karşılıklı bir müsabaka izler gibi başımızı bir Otto Hahn’a bir Lise Meitner’e -bazen de yan odadaki Otto’nun eşi Edith’in sessiz tanıklığına- çeviriyoruz. 

Gély, otel odasından dışarıya çıkmadan 10 Aralık 1946 gününün yarısını kullanıyor. Kısıtlı bir zamanda tek mekâna sıkıştırdığı bu yüzleşmede de kaçacak yer pek bırakmıyor. Yazar tıpkı bir tiyatro metni gibi zaman ve mekân konusunda dar alanı seçip koca bir dünya yerleştiriyor içine. Bu da elinizdeki metnin birkaç değişiklikle sahnelenmeye hazır bir metin olduğu hissini veriyor. Şiddetini bile düşük seyirde tutan ama gürül gürül anlatılan anıların ortasında bırakıyor.

“Geçmişin bizim için neler sakladığını kimse bilemez.” cümlesiyle başlayan Ödül, ilk andan bilmemenin bile bir bilgi içerdiğini; geçmişte göremediğimiz ya da görmezden geldiğimiz her şeyin bir noktada, doğru ya da yanlış zamanda gelip bizi bulabileceğini hatırlatıyor. Doğru bildiklerimizin aslında pek de öyle olmadığını, bir ânın ortakları tarafından farklı anlatılabileceğini, bakış açısının o anıya dair ne kadar çok farklı pencere açabileceğini gösteriyor. Romanda kimi zaman Otto kimi zaman Lise kimi zamansa Edith açıyor bu pencereyi.

​Alman kimyager Otto Hahn ve Avusturyalı fizikçi Lise Meitner 30 yıl boyunca Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde birlikte çalışmalar yürüten iki bilim insanı; birinin başlattığını diğerinin tamamlamasıyla güçlü bir iş birliği içinde iki çalışma arkadaşı. Sadece iş değil sosyal hayatlarında da bir bütünün iki parçası gibiler. Bu birlikteliğin hem kendi hem de dünya tarihi için en önemli sonucu “nükleer fisyon”un keşfi. Yani atom bombasının bulunmasına sebep olan keşif. Nükleer fisyon hakkında da bilgi vermek gerekirse: bir nötron, uranyum çekirdeğiyle çarpıştığında kararsızlaşıyor ve patlayarak büyük miktarda enerji açığa çıkarıyor. Deneylerinde sona yaklaşan Otto ve Lise, Lise’in 1938’de artık gittikçe şiddetlenen Nazi tehdidi sebebiyle Berlin’den Stockholm’e kaçmasıyla başka bir yön alıyor. Beş ay sonra Otto çalışmalarda sona yaklaşıp baryum çekirdeğinin ortaya çıkmasını keşfettiğinde bunu açıklayan kişi Lise oluyor. Ancak 10 Aralık 1946’da ödülü sadece Otto Hahn almaya gidiyor ve Lise bu çalışmada adı bile geçmeyen bir karakter olarak kalıyor. Her şeyi, tüm hayatını geride bırakmış bir insan için, üstelik dünya tarihini değiştiren bir keşfin ortağı olarak tahmin edersiniz ki bu kadar yok sayılmak oldukça can yakıcı oluyor onun için. 

Lise Meitner, ödülün verileceği günün sabahında Otto’nun otel odasına, 8 yıl sonra ilk kez karşılaşacağı arkadaşını görmeye değil, adının bir kez bile “neden” geçmediğini öğrenmek için gidiyor. Neden Otto, 30 yıllık çalışma arkadaşının, karısından bile ona yakın olan, Lise’in, keşif çalışmalarında sonucu bulmuş olmasına rağmen ismini bir kere bile anmıyor. Neden o an Stockholm’de Otto ödül almak için bulunurken Lise 8 yıl önce zorunlu olarak geldiği bu şehirde imkânsızlıklar içinde bir hayat sürdürüyor? Roman boyunca Otto’nun bu konuda çeşitli açıklamaları var ama bütün açıklamalarının alt metninde hep bencillik ve kibir yatıyor. Otto, genel açıklamalarına bakılırsa bencil bir karakter. Bu ödülün Alman bilim insanları için, Almanya’nın aklanması için önemli bir olay olduğunu söylerken bile kendi çıkarları için söylüyor bunu. Elinden tuttukları siyasetten sorumlu tutmuyor kendisini. Verdiği röportajlarda bile Lise’in adını neden geçirmediğinde şeffaf değil ama bunun altında yatan sebepler zaten belli. Hesaplaşma boyunca gözünü gözünden çekmeyen –bazı anlar dışında–  tek karakter Lise oluyor. Mağduriyetini duyurmaya değil, haklılığını açıklamanın, neden yok sayıldığının peşinde.

​Lise Meitner, Almaya’da önce bir kadın sonra da bir Yahudi olarak sürekli baskı altında yaşamış ve mecburen “sıfır” bir şekilde kaçmak zorunda kalmış Stockholm’e ki burada da hayat onu sınamaya devam etmiş. Çalıştığı Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde varlık sebebi başarılı olmasından çok Otto sayesinde olmuş. Bu “sayesinde” kelimesi onu değersiz kılmak için değil sadece sistemin içinde bir kadının yer bulması anca bir erkeğin kefil olmasıyla mümkün olabilmesi sebebiyle. Bir kadın olmak, bir Yahudi olmak, bir bilim insanı olmak, bir eş olmak hatta bir Alman olmak kitabın etrafında dönüp durduğu meseleler de aynı zamanda. Bunlardan en zararlı çıkan kuşkusuz bir kişi var o da Lise. Otto Hahn daha çok göz ardı ettiği, üstünü kapattığı “halletmeye çalıştığı” durumların, verdiği kararların sonuçlarına katlanan bir karakter olarak karşımızda. Otto yalnızca 30 yıllık çalışma arkadaşını değil, eşi Edith’i de yok sayan bir karakter. Kitap içinde de Edith; Otto ve Lise’in ilişkisinde, o anki tartışmada bir hayaletten farksız bir karakter. Otto, bugün bile sorunun ta kendisi olan yapının bireysel temsili gibi. 

​Roman süregiden hesaplaşmanın fonunda bilimin yanı sıra sanat ve müzikle de besleniyor. Otel odasında ikilinin bu hesaplaşmasına William Turner’ın “Denizde Kar Fırtınası” adlı tablosu şahitlik ediyor. İlerleyen sayfalarda bu tablonun bilinen gibi olmayan hikâyesi aslında onların da doğru olmayan hikâyesine referans veriyor. “Harwich denizcilik tarihinde Aralık 1842’de böyle bir kar fırtınası yok. O tarihte yaşayan denizcilerin hiçbiri direğe bağlanmış bir ressamı hatırlamıyor. Turner, Harwich’e hiç ayak basmamış. Her şey yalan. Kendi kendine bir efsane uydurmuş. Tıpkı Hahn gibi, diye düşündü Lise.” (s. 74) Yan odada tek başına oturan Edith ise Monet’nin “Sağa Dönmüş Şemsiyeli Kadın” tablosuna karşı. Tablodaki kadın da tek başına. “Edith onda kendini gördü. Yüzü olmayan bir kadın.” (s. 22) Radyodan ve geçmişlerinden gelen klasik müzik notaları ise ortamın gerginliğini alıyor kimi zaman Chopin kimi zaman Haydn kimi zamansa Otto ve Lise’in birlikte çaldığı Schubert’in “Macar Melodisi”.

​​Ödül, kısa bir zaman aralığında yoğun paslaşmalarla ilgiyi ayakta tutan ama yazarın formülleri iyi bildiğini ve matematiğine iyi oturttuğunu da hissettiren bir metin. Tarihten iki gerçek karakterin gerçek hikâyesinin Cyril Gély tarafından tamamlanma çabası olarak görülebilecek Ödül, çatışmalarla hız kazanan, anlarla hafızayı canlı tutan, tartışmayı bırakıp çıkıp gitmek istemeyeceğiniz bir okuma deneyimi sunuyor. 

0
6913
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage