Şafak Efendioğlu’nun kahramanlarını bambaşka coğrafyalarda bambaşka sorunlarla yüzleştirdiği; geçmişle geleceğin, hayalle gerçeğin iç içe geçtiği ilk romanı Semender üzerine bir yazı.
Şafak Efendioğlu’nun geçtiğimiz günlerde Holden Kitap’tan çıkan ilk romanı Semender, merkezine oldukça yalın ve duru bir hikâyeyi alan, İstanbul, Bakü ve Roma hattında dolanan, bu sırada bambaşka coğrafyaların bambaşka kültürel miraslarına temas eden bir kitap olarak dikkat çekiyor.
Odak noktasında Elşad ile Mehlika’nın başından geçenleri okurla buluşturan Semender, arka planında çeşitli yan hikâye ve kahramanları da işin içine dâhil ediyor. Nihayetinde her şey birbirlerine taban tabana zıt iki kahraman olan Mehlika ve Elşad’ın başından geçerken, metne dâhil olan bu yeni olaylar anlatının farklı yerlere doğru açılmasına olanak tanıyor.
Mehlike ve Elşad’ın hikâyesini birbirine taban tabana zıt iki unsurun yan yana gelmesi olarak tanımlamak mümkün. Birbirlerinden oldukça farklı iki kişilik özelliği gösteren bu kahramanlar, roman içerisinde büyük bir birlikteliğin, ilk planda çok kolay anlaşılamayacak ancak arkada olup bitenler düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilecek bir birlikteliğin parçaları olarak düşünülebilir:
“Ben teşekkür ederim. İyi günler, derken elini sıkıyor ve bırakmadan adını söylüyor; Elşad.
Mehlika. Elini geri çektikten sonra kol çantanı kavrıyorsun.
Bu ismi daha önce duymamıştım.
Azeri’yim, burada birkaç gün misafirim.
Aksanınızdan hiç belli olmuyor, hoş geldiniz öyleyse.” (Efendioğlu, 2021: 9)
Hem birbirlerine paralel hem de birbirlerinden ayrıksı iki farklı yaşamı paylaşan bu kahramanlar, nihayetinde tanıştıkları sanat galerisi üzerinden yeni bir hikâyeye yelken açarlar. Bu serüvende Mehlika, kendi içinde biriken onca duyguyu, anlatmak, dile getirmek, yanındakiyle paylaşmak istediği onca hadiseyi Elşad ile paylaşmak ister. Elşad ise Mehlika’nın aksine oldukça ketum, yanındakiyle iletişimi ve paylaşımı oldukça sınırlı, kendi yolunda bir başına olmak isteyen bir kahraman olarak göze çarpar. Romanın sonuna doğru giderek farklı bir yön alan bu durum, kitabın başında kahramanlar arasındaki gerilimin nasıl olduğunu anlama çerçevesinde büyük bir önem taşır. Bu gerilim, sırf kahramanların birbirlerinden farklı karakter özellikleri sergilemesi ile ilgili değildir, aynı zamanda Elşad etrafında kurulan hikâyenin birçok açıdan belirsiz olmasıyla da ilgilidir.
Romanın başat gerilim unsurunu temsil eden Elşad, hikâyesindeki boşluklar kadar geride bıraktığı anılarda, insanların onunla ilgili söylemlerinde ve Mehlika’nın belleğinde elde ettiği yerle de oldukça sorunlu bir yere yerleşir. Mehlika, birçok açıdan Elşad’ın varlığından dahi emin olamaz, zaman zaman onu kendi belleğinin bir üretimi olarak görür, ki bu durumda da sonuna kadar haklıdır; zira Elşad, o “büyük kayboluş”un öncesinde kendisine dair her ne varsa her şeyi ortadan kaldırmıştır. Kendisine dair hiçbir fotoğraf, hiçbir belge, hiçbir kanıt kalmamış, âdeta hiç var olmamıştır. Mehlika için ondan geriye kalan tek şey evlilik cüzdanıdır, artık hiçbir işe yaramayan.
Çiftlerden biri artık var olmadığında bir kâğıt parçasının nasıl bir hükmü olabilir? Mehlika’nın peşine düştüğü soru budur. Elşad’ın hiç haber vermeden ortadan kalkmasının ardından Mehlika onun peşine düşer ve ne yapacağını kestirmeye çalışır. Nihayetinde Elşad, onun için onca hayal kırıklığının buluştuğu nokta olur. Ne yapacağını, karşılaşsa ne söyleyeceğini, buluşsa hayatına nasıl devam edeceğini bilemez. Bu durum da Mehlika’yı giderek yalnızlaştırır. Nihayetinde onca hikâyenin ardından Mehlika’nın hayatında beliren iki temel duygu vardır: “bekleyiş” ve “belirsizlik”. Özellikle romanın ilk bölümü, Mehlika’nın Elşad ile ilgili anılarını ve çevresindeki insanları yokladığı bölümler bu örgü ile kuruludur. Öyle ki Mehlika bu durumu şu sözlerle ifade eder:
Bekleyiş: “Zor olan beklemektir halbuki derken yüzüyle elini okşuyor. Çatlamış derisi yüzünü çizmiş gibi hissediyorsun o an. Hâlâ parmağına taktığı nişan halkası sol yanağını, sonra sağ yanağını dolaşıyor. O yüzüğü neden çıkarmadığını anlayamıyorsun o sıralar. Bir gün kendisine sorduğunda; büyüyünce anlayacaksın, diyor. Evet, bugün çıkarılmayan, sahipsiz bir halka senin de parmağında.” (Efendioğlu, 2021: 15)
Belirsizlik: “Bir an sonrasının bile belirsiz olduğu bir dünyada yaşamak ne korkunç. Hiçbir şeye güven duyamıyorsun. Her korku baş bir korkunu besliyor. Ardına dönüp baktığında, gelecek korkusu yığınıyla dolu koca bir geçmiş. Bunun farkına vardıysa adım atma yetini çoktan yitirmiş olacaksın; senin gibi. Sen de güvenip tekrar belirsizliğin içine düşeceksin. Her adım ardında umut taşır ama sen onları çoktan tükettin. Bu uçağa umutla binmedin; seni harekete geçiren daha fazla belirsizliği taşıyacak gücü kendinde bulamaman.” (Efendioğlu, 2021: 20)
Gerek bu iki paragraf, gerekse Mehlika’nın kurduğu bu dünya, zamanla değişir. Bunda en önemli etken peşine düştüğü hayalete dair bulduğu ipuçları ve çevresinden edindiği bilgilerdir. Mehlika’nın Elşad’ı arayış serüveni bir süre sonra onun kendisini bulma hikâyesine de dönüşür. Kendi zayıflıklarını, güçlü yanlarını, geçmişine bağlılığını keşfeden Mehlika, zamanla kendisini bambaşka bir yapıya doğru sürükler. Bu sırada özellikle “anneanne” önemli bir yer tutar. Onun her fırsatta yâd ettiği, sürekli belleğinin bir köşesinde yer alan ve onu yönlendiren, fiziksel olarak var olmadığı yerlerde dahi varlığını hissettiren bu anneanne, Mehlika için ikinci bir karakter gibidir. İkisi birlikte aynı zihni paylaşırlar, aralarında görülmez ve hemen fark edilemez bir bağ vardır ve Mehlika ne zaman başı sıkışsa ve bir şeyler hakkında düşünmeye başlasa anneanne orada yer alır. Dolayısıyla Mehlika ve anneanne arasındaki bu iletişim, bu bağ, bu ortaklık her daim onların birbirlerini derinden yoklamasına sebebiyet verir.
Mehlika için hikâye ilerledikçe söz konusu olan bir diğer kavram ise “yeniden doğuş”tur. Çünkü zaman geçip Mehlika kendisine dair yeni farkındalıklara giriştikçe kendi kimliğini yeniden inşa eder. Romanın üzerine inşa edildiği temel meselelerden birisi de budur: kişinin yeniden doğması, yeni bir hayata, yeni bir hikâyeyle girişmesidir. Bu konuda özellikle şu cümleler büyük bir önem taşır:
“Kolay olmadığını söyleyen kim? Engeller, her zaman varacağın yerin güzelliğini görebilmen için karşına çıkar. Aştıkça yol güzelleşecek, yürüdükçe akıllanıp güçleneceksin.
Doğmak mümkün mü, yeniden küllerinden. Cesedi diriltmek, gerçek seni uyandırmak, ete kemiğe büründürmek. Hep o gün için hazırlamak, beslemek, emmek ta ki o ana kadar. Sonrası kopuş. Seni besleyen damarları kesip atmak. Acısa da kopmak. An gelir. Her şey o ana hazırlar seni. Büyük doğum.” (Efendioğlu, 2021: 26)
Mehlika için büyük doğum ânı onun Elşad’ın izini sürüp, Faig’den aldığı haberler aracılığıyla, Bakü’ye gitmesiyle gerçekleşir. Roma ve İstanbul’un ardından Bakü, Mehlika için doğumun gerçekleşeceği şehirdir. Orada öncelikle bir televizyon ekranında Elşad ile karşılaşan Mehlika, onun kimliğini ve ne işle uğraştığını anlamaya başlar. Elşad, devlet kademelerinde derin ve kendisinin bilgisi dışında farklı görevler üstlenmektedir. Nihayetinde bir an televizyonda gördüğü Elşad’ı bir an sonra kaldığı otel odasının kapısında bulan Mehlike, kendisini dipsiz bir kuyuda kendi aksine bakar bulur. Bu akis, ona hayatına dair birçok şey fısıldar. Mehlika, sanki onca aydır bir hayalin peşinden koşmuş, dipsiz bir kuyudan çıkmak için çaba göstermiştir. Böylelikle Mehlika özelinde tüm serüven sona ererken çözülme gerçekleşir. Elşad artık onun için bilinmez bir varlık değil, elle tutulur, gözle görülür, kimliği olan bir bireydir. Onun da korkuları, görevleri, üstlendiği sorumlulukları, endişeleri vardır. Roman boyunca süregiden gizem ve gerilim böylelikle çözümlenmiş olur. Bu nokta aynı zamanda hikâyenin de bitiş noktasıdır.
Şafak Efendioğlu’nun ilk romanı Semender, okura kimliği belirsiz bir eşin etrafında onca yol giden, bu süreçte kendisini ve hayata atfettiği değerleri yeniden keşfeden Mehlika’nın hikâyesini anlatır. Kendi içinde birçok önemli uğrak yeri olan, kahramanlarını bambaşka coğrafyalarda bambaşka sorunlarla yüzleştiren eser, yazarın daha sonra yapacaklarına dair de önemli bir referans metin olarak görülebilir.
Tasarımda kullanılan fotoğraflar sanatçı Anja Niemi'ye aittir.