Yemek yazarı, iletişim uzmanı ve gezgin Güzin Yalın’ın üstleri yemek kokan dokuz öyküden oluşan kitabı Ziyafet hakkında bir yazı.
Mutfağın pek çok kültürde oldukça önemli yeri vardır. Sofrasından bahsetmeyen millet sayısı oldukça az. Yemek yemekten uzun uzun bahsedebilir herkes. Eşe, dosta, aileye kurulan sofraların yeri her daim ayrıdır. Bizim gibi ülkelerde nedense evin mutfağı genellikle kadınlara bırakılmıştır. Mutfak, diğerleri için bir varlık nedeni olsa da aslında pek çok insan için yalnızlığı da ifade eder. Ben örneğin genel itibariyle yemek yemeyi sevmem, canımın ara sıra çektiği yemek sayısı bir ya da ikidir, sıkıcı bulurum yemek yemeyi. Ama evime misafir gelecekse eğer -ki gelen arkadaşlarım bilirler- özenle yemek yapmayı sofralar kurmayı severim.
Yemek yazarı, iletişim uzmanı ve gezgin Güzin Yalın’ın Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı Ziyafet, pek çok insanın özellikle kadınların mutfakla olan ilişkilerine dair hikâyelerden oluşuyor. Yemek ve yaşam kültürü üzerine pek çok yayında yazılarına yer verilen Güzin Yalın aynı zamanda yemek kültürü alanında birçok Avrupa Birliği projesinde yönetici ve uzman olarak görev almış.
Akademik birikimi bir yana hayata dair bir birikim sunuyor Güzin Yalın. En klişe olan tabirle herkesin ruhuna dokunacak bir hikâyesi var kitabının içinde. Ama Ziyafet’in içinde bulunan öyküler en çok yalnızlara yalnızlıklarını bir kez daha hatırlatacak öyküler. Kaynayan reçeller, gelmeyen çocuklara özenle kurulan sofralar, göç ettiği yeri bir kokuyla hatırlayanlar, aşkını kaynatarak ve bağırarak yaşayanlar, hastalığına çareyi çorba da arayanlar herkes bu kitabın içinde. Dokuz öykünün içinde bir apartmanın her dairesinde kendi kapısının içinden başka komşusunun sesini asla duymayan insanlar oturuyor gibi.
Öykülerini tek tek anlatırsam eğer kitabın büyüsü kaçacakmış gibi hissediyorum. Ama öykülerine dair pek çok şey söylenebilir Yalın’ın. Öncelikle Yalın’ın kahramanları yüksek sesle konuşmuyorlar, herkes hikâyesini tane tane ve usul usul anlatıyor. Yalnızlığının, anlaşılmamanın acısıyla kimse bağırmıyor. Olağan hallerin içinde akla düşmeyen bazı sorulara da yanıt veriyor. Örneğin bir festival bileti kuyruğunda herkese yetişmeye çalışan ama aklı menemen de olan gişe görevlisi gibi. Dokuz öykünün içindeki dokuz kahraman yan yana gelse birbirlerini çok iyi anlar, birbirlerinin sırtlarını sıvazlar, yalnızlıklarını giderirler. Merhem olurlar. Kelimenin tam anlamıyla Yalın’ın öyküleri okuruna merhem oluyor. Her okuyucu bir an için biri tarafından fark edildiği ve derdinin kısmen de olsa dile getirildiğini düşünebilir.
Kadınlar, anneler ve yemek konusu ise kitabın bütününde yer alıyor. Her öykünün kahramanı mutlaka birini çok özlüyor, çok anıyor, çok hatırlıyor. Bir ekmek fırınında çalışan göçmen bir çocuğun bir koku ile ülkesine dönmesi okuruna o ilk unutmadığı ve hayatı boyunca nerede olsa bir tek kişiyi hatırlayacağı o güvenli kişinin kucağına yeniden yedi sekiz yaşlarındaki gibi oturtuyor. Yalın’ın öykülerini okurken göğsünüzün üzerine bir taş gelip oturuyor. Ama yazar anlatım biçimiyle o taşın size ait olduğunu ve onu sevmeniz gerektiğini size merhametle anımsatıyor.
Mutfak işleri ya da birilerinin karnını doyurmaya yönelik yapılan işler en çok insanı kendini işe yarar hissettiren işlerden biri benim için. Çünkü hepimizin ihtiyacı var gırtlağımızdan geçecek olan bir kuru somuna ya da soğuk bile olsa bir tas yemeğe. Yalın’ın öykülerini anlatırken de aklım sürekli kitabı okurken geçmişten açılan fotoğrafların arasında dolandı. En çok babaannemi ve yeşil mercimek yemeğini düşündüm okurken. Yeşil mercimek yemeğinin kıymetinin ne olduğunu ve hâlâ nerede olursam olayım canımın çektiği tek yemek olmasını. Artık ayrı şehirlerde yaşayan biz üç kardeş için yeşil mercimek yemeği pişirmenin evde olmak demek olmasını.
Güzin Yalın, Ziyafet kitabında bir şeyi öyle iyi becermiş ki hayran kalmamak elde değil. Ziyafet sadece okurun zihnini besleyen bir kitap değil, okurun dönüp geçmişini ve kendisini de yeniden hatırlamasını, sevmesini hatırlatan bir kitap. İçindeki öykülerde yaşadığımız çağın kötülüklerine de yer veren ve korunaklı alanlarda görmekten duymaktan usandığımız pek çok olayı da geri çağıran öyküleri var. Bütün bu iç sızını bağırmadan okuruyla paylaşması ise Yalın’ın kesinlikle dil ve anlatım konusundaki başarısından kaynaklanıyor.
İçinizden gelen bir ah sesiyle okuyorsunuz kitabı. Kapağını kapatıp sizi o en güvendiğiniz kişiye ve zamana götürecek yemeği gidip mutfağa pişirmek istiyorsunuz. Küçükte olsa evden uzaktaysanız evinizin mutfağını özlüyorsunuz. Uzaklarda olan anneler ve çocuklar o kokuların içinden çıkıp beliriyorlar. Okurken biraz yaşlanıyorsunuz ama sonra bir küçük gülümseme ile gelen bütün hayaletleri kendi bahar bahçe yataklarına geri gönderiyorsunuz.
İllüstrasyonlar Toma Gogoladze'ye aittir.