30 KASIM, ÇARŞAMBA, -0001

“Genç Öykü”: Hakan Güngör

“Genç Öykü” sayfalarımızda ilk öykü Hakan Güngör’ün kaleminden, “Aradığınız Dileğe Şu Anda Ulaşılamıyor”

“Genç Öykü”: Hakan Güngör

Aradığınız Dileğe Şu Anda Ulaşılamıyor

Ayrılıklar karşıdan son bir şey istemek için uygun zamanlar değildir. Adı üstünde, “karşıda” kalmış birinden ne istenebilir? Ayrılık konuşması yapmak zordur… Ayrılan taraf kötü biri olmadığını düşünmek ister. Karşıdakinden son isteği budur. Gözlerinde “Tamam, senin suçun değil” bakışı… Ortada bir suç olduğu kabul ediliyorsa, ilk kabul eden kabahati üstüne almaya en yakın kişidir.

Ankara’da bakanlıkta bulduğum işten onun için vazgeçemezdim. O da benle gelmezdi. “Suç” benim üzerimdeydi, ayrılan benmişim gibiydi, ancak gerçek bu muydu? Aslında bana ayrılıktan başka seçenek bırakmamıştı. Seçenekleriniz sınırlıysa, seçtiğiniz şeyden sorumluluk ne ölçüde duyulabilir? “Ailemi, arkadaşlarımı nasıl bırakırım, çıldırdın mı sen?” demişti. Annesi ölmüştü, babasını sevmezdi. Arkadaş konusunda çoğul eki kullanması bile tuhaftı, o kadar çok arkadaşı gerçekten var mıydı?

Birbirimizin yüzüne bakamayacağımızı bildiğimizden bir mekana gitmemiş, bir banka ilişmiştik. Son kez yan yana geliyorduk. Neden şu işi telefonda halletmemiştik ki? Yan yana olmanın tek bir olumlu tarafı vardı; yan yana olmak, göz göze olmaktan kolaydı…

O gece gökyüzünde kayması muhtemel hiçbir şey kaymadı. Zaten yıldızları görmek için pek uygun bir şehir değildir İstanbul. Yıldızları bile göremediğiniz bir şehirde, yolunuzu kaybetmeniz işten bile değildir. Yollarımız ayrılıyordu…

Son görüşmemizde bana, “Seni ben toparladım be!” demişti. “Hangi toparlamadan bahsediyorsun sen! Sen yalnızca ruhumun pisliklerini görünmeyecek bir yere süpürdün!” diye karşılık vermiştim. Öyle değildi aslında. Birisi tarafından derlenmiş, toparlanmış olmayı kendime yediremiyordum. Belki de bunu bilmesine rağmen, canımı yakmak için söylemişti bu sözü. Evet, hayatımın bir döneminde bana can katmış, can vermişti… Can vermeyi bilenler, can yakmayı da iyi bilirler. Canımı asıl yakıp kavurmasına ise birkaç ay vardı.

“Senin için her şeyin çok güzel olmasını dilerim” dedim. “Dileklere inanmaz oldum” diye mırıldandı. “Ne zamandan beri” diye sordum… “Gökyüzünde kayışını izlediğimiz şeyin yıldız değil gök taşı olduğunu öğrendiğimden beri” dedi. Ona bu gereksiz bilgiyi ben vermiştim. Adı Dilek’ti… Adının Dilek olmasının ne hüzünlü bir şey olduğunu, o an, orada fark ettim.

Devlet dairelerinin orta yerinde kendimi bir dairenin içinde hapsolmuş hissettiğim bir gece aradı… Dairenin çeperini kırıp atabilirmişim gibi hissettim, heyecanla açtım telefonu. Bir ihtimal mi vardı?

“Birazdan” dedi, “Hiç tanımadığım bir erkekle birlikte olacağım…”

Arkadan kalabalık bir grubun kahkaha sesleri yükseliyordu.

“Dilek…” diyebildim sadece…

“Her dilek, büyük bir hayal kırıklığıdır. Elde edebilmiş olsak neden dileyelim” dedi…

“Yapma” dedim. Telefonu kapattı… Aradım. “Aradığım kişiye ulaşılamıyordu…”

​Bir dilekti ulaşamadığım. Adımın Ulaş olmasından o gece, orada ölesiye nefret ettim…

0
4085
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage