“Genç Şiir” sayfalarımızda Sinem Sal ve şiirleri…
Sinem Sal
19 Eylül 1987'de, ki yılıyla ilgili çeşitli söylentiler var; ailede iç savaşın olduğu yıllarmış doğumu fark edilmemiş, İstanbul'da hayata başladı.
2010'da Lakuna, 2012'de Anekta ve 2014'te Yine de Âmin kitaplarını Dünya'ya postaladı. Afili Filintalar ve Ot Dergi'de yazıyor.
Şiirlerinde ve hikâyelerinde olmayacak işlerin, ütopyanın, ironinin, kalbe varmanın türlü yollarıyla muhatap. Kadıköy'ün sokak çaycılarında kâinata dair büyük bir ipucu bulduğu gün şükredecek.
***
kimle yürüdüğümden emin değilim ama
yalnız olduğum şüphesiz.
batıl aşktan geçenin kemikleri ayrılır üçe beşe
sonra yanmış bir kasabada ahaliye ibret salar
on köye yayılır efsanesi bir ölünün
zira ölmeden efsane olan varsa aranızda
muhtemelen bizden değildir o da.
yedi kez tavaf edip koyup seni ortaya
iyi huylu atlar da değil üstelik bindiğim
sandığımdan kısa sürdü şeytan taşlama
huyudur şeytanın hep olur ve havada kalır elim
alıp götürmüştür satamadan getirmez zira.
açacağımız pencere üç adım ötede
oda giderek büyüyor, eşyalar da öyle
kalbim bedenimin içinde mehteran
bir yere vardığım görülmez benim
şu hayatta en çok
sabrımı zorlamadığına gücendim.
bizim için yalnız şunu dileyebilirdim
iki farklı dilde aynı anlama gelseydik
keşke.
Fabrika ayarlarına dönemeyen aşkın çilesi
ayıkla pirincin taşını, dök kalbime, elleme
o kadar çocuğum olsun seninle.
ağzımda çiçek yetiştiriyorum üstadım
öpersen açıyorum, öpmezsen zulüm
dünya acı için müsait durak, şurada inelim
yerçekiminin bir hayrını hiç görmedim
ben sinek kanatlarımı boşa çırpayım
konmadan uzay boşluğuna varayım
sen aya sal orangutan kollarını
vira vira, çek parçala dünyayı.
üstadım şimdi şöyle bir mesele var
ama dur ayaküstü konuşmayalım
atıfta bulunalım ahır hayvanlarına
sevişmeyi böyle bir karara bağlayalım.
kafamın içinde swing, bir yandan tey tey
cenaze arabası arkasından giden cemaat
öyle ki gelebilirdi seninle güzel, caney caney
kalbin inen vahiy sanki, ruhun bana a priori
yapmadığım kalmadı da bahtım yine gülmedi.
üstadım biz de mesut olurduk
olsaydı kalbimiz sanki takoz
radyo frekansları arası beynim
Kadıköy çarşı pazar bense kara gelin
bir yere gideceği yok bu tozun pisliğin
fazla konuşma hadi, halıyı kaldır
altına süpüreyim.
sana son bir sorum olacak saatin kaç tilki tilki
annem bunun üstüne bana, kürkçü dükkanı süsü verdi.
Bir tuhaf çiçek açarsa, kalbindir
kargayı beslemekten yaralanmıştım
selameti beklemekten usanmıştım.
kalbimden fırlamak istiyorum artık
uzay boşluğunda taşa dönüşmek
ve hızla geri dönüp parçalamak dünyayı
sanmam ki anlaşılayım kolayca
kendinden utanan cenaze helvasıyım.
kabımdan taşmak istemiyorum artık
zamana bırakıp bünyemi sönmeyi beklemek
harcımı kurutmadan üstüne basmak
sanmam ki seyredileyim sonsuza kadar
iki durak arası bir tren önündeyim.
insan kılığına girmeyi beceremiyorum artık
dünyaya sokulmak için benzemeyi bilmek
dolaştırmayan âşığa, dolaştıran taksiciye kızmak
sanmam ki bu ağaçlar meyve verince
sıkışmadan kalırdım orta yerde.
kalbim kuzeyde bir yerde
sola çark:
Esselâmû aleyküm ve rahmetûllah.
kafamın içinde açan çiçekleri ellerimle yolarken
bahtiyar olacağıma çok inanıyordum.
geciken kara trenleri beklerken üzülen anneleri tanıyorsan
serçe parmağı hazırolda çay içen babaları da bilirsin muhakkak
ve elbette floresan ışığında beş parasız ama çok zengindiniz
sabah haberlerini izlemek için danteli geriye attığınız gün
yerinizde olsam “Dur bir örneğini alayım” derdim.
“Gel ben seni bi’ okuyayım” diyen kadınları gördüysen
sende bir ağırlık olduğunu da bilirsin mutlaka
ve elbette esnerken ağzımızı kapatmazsak şeytan kaçar
bütün köşe bakkalların iflas ettiği o pek acıklı gün
yerinizde olsam pazar arabasına oturur “Gazla hadi” derdim.
modern insanın yalnızlığını anlatan adamları okuyorsan
modern insan olmadığını da bilirsin umarım
ve elbette davetiyeler iki kişiliktir buna hiç üzülmeyin
bankamatik şifresini bozuk parayla kazıdığınız ilk gün
yerinizde olsam bakar bakar “İyi ki doğdum” derdim.
elindeki bıçakla top kesen kadınlara tanık olduysan
karşılığında baş tacı eden oğlanları da bilirsin sanırım
ve elbette kalbini deştiğinde sevdiğin, oh çok şükür
otobüste oturan çocuğa öfkeyle baktığınız gün
yerinizde olsam eğilir “İyi dinlen çünkü daha çooook…”derdim.
şimdilik akbilimiz yetersiz, birkaç seneye kalmaz
siz bu sesi de özlersiniz.
Bay Lewe, İncir Ormanı ve Gökten Düşen Üç Yıldız
buna tanıklık etmeyeceğim
bu defa meleklerin uğuruna
ve kaderi değiştirmenin gücüne
inanmayacağım.
kara bir duaya benziyor daha çok saçlarımı uzatmam
ellerimle yoklarken kuşa benzer bir şey arıyorum
hiç durmadan akıntıya kapılan kalpleri ne korur vurmaktan
kıyıya, dinlenmek değil bu Bay Lewe, kıyıya vurunca kalp
vurmuyor bir daha.
ben bir incir ormanına taşınacağım, yavru kurtların annesi olarak
bir işaret bulacağım hâlâ aşkın ve diğer şeylerin olduğuna dair
sonra bir halk edineceğim kendime, alışılmamış fermanlar yazacağız
bir incir ormanında ben, yavru kurtların ağzına şerbet sunmayacağım
hangi kılıkla karşılayacağım bilmem, ama atlardan söz edeceğim
Bay Lewe kesinlikle beni parmaklarımdan tanıyacak, şiiri bilir çünkü
geceleri dişlerini sıkmadan uyanacak, o incir ormanında "belki"
diye bir şey asla olmayacak.
bir sabah kendimi uğuldayan bir mağarada bulacağım, aydınlık
adımla sesleneceğim, merhaba diyecek, kalbimi bulacağım
bir sırrı açtığımda, zamanı anlayacağız birlikte, bir incir ormanında
gökyüzüne varmadan gök anlanmaz diyeceğim, Bay Lewe bunu
kendisinden ve fesleğenlerden biliyor olacak en çok
el sürmeden ve eğilmeden üzerine, bilinmez koku
bir incir ormanında ben ona yanını yoklayan ateşi göstereceğim
birlikte ayak izlerini takip edeceğiz, dünyaya şaşırmaktan terfi edileceğiz
tacımız başımızı kaşındıracak, buna hiç alışık değiliz
o incir ormanında ben, yosunların parmaklarımdan çekilişini
görmeden hissedeceğim, uzağa bakacağım ve fırtına yaklaşacak
o incir ormanında ben, kalbimi açtığımda
kalbimi bulacağım.
Bay Lewe, parmaklarını gevşettiğinde
yıldızları bir ağaç kovuğuna koyup
incir ormanından
ayrılmış olacak.
Bay Lewe, İncir Ormanı ve Kaçırılmanın Tarihi
büyük büyü bozuldu, lanetine inananlar bu ağaçların
artık çok uzaktalar.
tencerenin dibini kazımakla meşguldüm o sırada
Bay Lewe, yere inen örümcek ağırlığından kurtulmuştu
ipin orta yerinden kesilmesine şahit olmuştuk tüm halk
Bay Lewe, çimlerin üzerine düşünce parçalanacaktı
ağzında bir tür bitki besleyecekti, kaynağını bilmez hiç
ateş halkalarının içinden kendini atlatmayı öğretecekti
boydan boya tarayacaktı ağaçları ve tüm canlıları
Bay Lewe, soluksuz kalana dek koşacaktı
ölümün kurtuluşuna inanırdı sonsuz.
ben kulübenin kapısını aralayacaktım, birlikte
bacanın kapkara dumanından göğe yükselecektik
kadınlar beyaz çamaşırlar asacaktı, üstlerine sızacaktık
kara duman yükselen bacanın mesajını anlatacaktık:
"Evimiz burada!"
kolları ve ayakları olmayan bir kabile tarafından tutsak edilecektik
İncir Ormanı'nda dikenli telleri olmayan bir koyda hapis hayatı
tam 874 sene orada olmanın anlamsızlığı üzerine düşünecektik
Bay Lewe ve ben, genellikle kalbimizin eşzamansız atışından yakınırız
kabile bizi masallarla ve türlü şifalarla ikna edecekti
mahkumiyetimizin manası olacaktı özgür olduğumuzda
Bay Lewe ve ben, İncir Ormanı'nda dilimizi yere sürmenin
hazzına ve aşkına varmadan, ağaçların kabuklarına yaslanacaktık
yanlış şeyler böyle zamanlarda olur diyecektim ben ona
elbette anlayacaktı.
İncir Ormanı'nda varlığı tespit edilemeyen bir tür yetişecekti
kâinatın gözden kaçırdığını, eğilip koparacaktık
hastalığının bir anlamı olacaktı şifalandığında
hastalığımın bir anlamı olacaktı.
Bay Lewe ve ben İncir Ormanı'n tuhaf bir gezegen olduğunu
aslında kolay anlaşılmayacağı ve alışılmayacağını
Dünya'ya gönderilince anlayacaktık.