28 EYLÜL, SALI, 2021

Gerçeği En İyi Gizleyen Şey, Yaşadığımız Hayatın Soyut Gerçekliği

Karikatürist ve yazar Behiç Ak ile günümüz dünyasını çocukların gözünden yorumladığı 143 karikatürden oluşan ikinci Karikatür Kitabı’nı konuştuk.

Gerçeği En İyi Gizleyen Şey, Yaşadığımız Hayatın Soyut Gerçekliği

Kitabı açar açmaz ‘’Dikkat, şehirde çocuk var!’’ cümlesiyle karşılaşıyoruz. Şehir hayatının çocuklara sunamadığı şeyler nelerdir?

Şehirlerde çocuklara sonsuz olanak sunulabilir elbette. Ama günümüzün büyük şehirleri ne yazık ki çocuk dostu değiller. Çocukların rahatça sokağa çıkamadığı, okullara yürüyerek gidip gelemediği, evlerinin önünde oynayamadığı bir şehir, şehir olma özelliğini kaybetmiştir kanımca. Büyük şehirlerde “Yoksun bırakılmış” hissiyle yaşıyor çocuklar. İnsanları doğadan yoksun bırakıp, sonra onu parayla satmak, büyük şehir ekonomisinde önemli bir yer tutuyor ne yazık ki. Deniz gören, hatta ağaç gören evlerin kirası hemen iki misline katlanıveriyor. Bu yüzden çocuk da tüm doğal ihtiyaçlarının karşılanması için önemli bir “tüketici “ hâline dönüştürülüyor. Daha önce sokakta oynadığı oyunlar ve benzerleri bile, paralı kreş ya da kulüplerde çocuğa “satılıyor”. Çocukların sosyalleşme ihtiyacının karşılanması bile satılıyor. Bu yüzden “Dikkat şehirde çocuk var!” çok şey ifade etmeli. Bu uyarı hepimize. Çocuklar yokmuş gibi tasarlanan ya da geliştirilen şehirlerin, şehir olma özelliğini kaybettiğini bize hatırlatıyor. Sokakta yürürken, araba kullanırken, bir binayı tasarlarken ve onu kullanırken, çocukları düşünmemiz gerektiğini de tabii.

Karikatürleriniz hem çocuklara ve hem de yetişkinlere yönelik aslında. Kitapta pek çok evrensel soruna dair eleştiri var. Bu bağlamda yetişkinleri ve çocukları ortaklaştıran nedir?

Yetişkinlerle çocuklar arasında en temel ortak yan ikisinin de giderilerek yitirilen bir doğada yaşamaya çalışan canlılar olması. Çocukların farkı, bu inanılmaz değişimden çok daha fazla etkilenmeleri. 21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, sorunların artarak birikmesi geçmişe daha eleştirel bakmamızı zorunlu kılıyor. Geçmiş dönemde bize çok masum gibi görünen kavramları bile eleştiri süzgecinden geçirmenin zamanı geldi, geçiyor. İlerleme, geri dönüşüm, sürdürülebilirlik, farkındalık yaratmak, yaratıcılık, iletişim çağı, teknolojik gelişme vb. pozitif anlamlarla yüklü 20. yüzyıl klişelerinin yaşamımızı kolaylaştırıyormuş gibi yaparak, aşırı büyümeyi ve üretimi meşrulaştırmasını eleştirmek zorundayız. Daha eşitlikçi ve adil bir dünya insanlığın gelişmesini sağlayacaktır. Daha gelişmiş teknolojilerin kullanıldığı ama insanlar arasındaki eşitsizliğin ve adaletsizliğin arttığı bir dünya değil. Teknolojik gelişme ve insanın gelişmesi arasında paralellik kurma yanılgısından vazgeçmeliyiz. Çok ileri teknoloji kullanan ama insan olma vasıflarını yitirmiş özne olmaktan ziyade teknolojinin yönlendirdiği nesnelere dönüşmüş gibi duran tek hücrelilerden olmamalıyız.

Romanlarınızı ve karikatürlerinizi birbirinden ayıran şey anlatım biçiminiz mi? Bu noktada çizimi ve yazıyı birbirinden ayıran nedir?

Karikatür kendini mükemmel zanneden, iktidar sahiplerinin altındaki sandalyeyi çekiveriyor. Gündelik hayatın gizlediği gerçeğe ulaşmaya çalışıyor. Bir tür şifre kırıcı. Gerçeği en iyi gizleyen şey, yaşadığımız hayatın soyut gerçekliği. Çözmek gerektiğimiz çelişkileri doğanın olmazsa olmaz çelişkileri gibi algılıyoruz. Bu şifreler içinde boğuluyoruz çoğu zaman. Mizahın şifre kırıcı yanı, o yüzden özgürleştirici. Yeldeğirmenlerinin un üretmesi güzel ama birinin de “Don Kişot’u olmayan bir yeldeğirmeni ne işe yarar ki?” diye sorması lazım. “İnsansız hava araçları yapmak ilerleme olabilir.” ama işi “insansız insan” yapmaya kadar götürüyor, insanlar. Bu bir ilerleme sayılır mı? Mizah bu soruları sorma cesaretine sahip olduğu için dünyayı güzelleştiriyor.

​Hikâye ya da romanlar, günümüzde hayatı “hikâyesizleşmiş” insanların sığındıkları alanlar. Hatta roman ve tiyatro bile hikâyeden arındırıldı günümüzde. Bir tür “anlatı”ya dönüştürüldü. Bitirilmemiş, doktora tezi gibi duran, hikâyeden çok “bilimselcilik” kokan, referanslarla donatılmış anlatılar, hikâyesiz romanları “meşrulaştırdılar”.


Neyse ki çocuk romanları ve hikâyeleri bu bozulmayı yaşamadı. Hikâye hâlâ çocuk yazınında en meşru tür. Biz hikâyecilerin de çocuklara sığınmamızın arkasında böyle bir sosyoloji var belki de.

Karikatürlerinizde, pandemiyle birlikte artan günlük sorunlara değiniyorsunuz. Pandeminin insanlığa bırakacağı kalıcı etkiler sizce nelerdir?

Pandemi, insanlığın çok uzun bir süredir yaşadığı yalnızlaşma, ev içi kuşağı olma, ilişki yerine iletişim kurma gibi gerçeklerle donatılmış hayatı ortaya çıkardı. Bir anlamda bu hayatı karikatürize etti. Yani dijital pandemiye yakalanmış olan insanlar, biyolojik pandemiyle deşifre oldular adeta. Kalıcı etkilerinin olumsuz olacağını düşünmüyorum. Tam tersi, her şeyi ekrandan çözmenin bir ilerleme değil, sıkıcı bir esaret olduğunu gösterdi bizlere. Pandemisiz bir dünyada en önemli değer, arkadaş toplantıları, sosyalleşmeler olacaktır kanımca.

Son olarak, yakınlarda yazmayı planladığınız yeni bir çocuk romanı var mı?

Evet. Çok severek bir çocuk romanı yazdım. Ekim ayında çıkacak.

0
3048
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage