19 HAZİRAN, PAZAR, 2016

Gerçekle Kurgu Arasında Küba Devrimi: "Buluşma"

Latin Amerika edebiyatının usta yazarı Julio Cortázar’ın kaleme aldığı Che ve Castro'nun Küba Devrimi'ne uzanan yolculuklarını anlattığı Buluşma ilk kez Türkçe'de yayımlandı. Küba Devrimi'ne doğru yürüyüşü Ernesto Che Guevara’nın ağzından dinliyoruz...

Gerçekle Kurgu Arasında Küba Devrimi:

Ahbaplıktan değildir diye umuyorum ama sevgili Altuğ Akın'ın son iki yılda çevirdiği üç kitap da, diğerlerinin arasında özel bir yerde duruyor; hem kitaplığımda hem dimağımda...

İlk olarak 2014'te, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Eduardo Galeano'nun rüya gibi kitabı Helena'nın Rüyaları geçti elime.  Isidro Ferrer'in hayaller ötesinde görselleriyle ("illüstrasyon" kelimesi tanımlamıyor eserleri) tamamlanan bu rüyayı, Karaköy'den Üsküdar'a kısa bir motor yolculuğunda bitirsem de kitap uzunca bir zaman yatağımın başucunda durdu. Ara ara herhangi bir sayfasını açıp Helena'nın bir rüyasını okudum, bir sayfadaki bir resme uzun uzun baktım. 

Geçtiğimiz yıl ise Gabo'yu, yine bir solukta bitirdiğim o enfes çizgi romanı, ara ara tekrar ziyaret ederim diye bir süre çantamda gittiğim her yere götürdüm. Oscar Pantoja'nın kaleme aldığı ve dört usta çizerin, kendilerine has çizgilerle, birbirinden özel ve cesur anlatım teknikleriyle betimlediği bu resimli öykü, Gabriel Garcia Márquez'in hayatının önemli bir kesitini, karmaşık bir kurguyla anlatıyor. Yine her sayfası özenle oluşturulmuş bir sanat eseri...

Geçenlerde edindiğim Buluşma ise, 14 Haziran'da 88'inci doğum gününde anılan devrimci lider Ernesto "Che" Guevara'nın ağzından, ünlü Sierra Maestra buluşmasına giden ölümcül yolu epeyce kurgusal olarak betimliyor. Latin Amerika'nın en büyük yazarlarından Julio Cortázar'ın (hani Neruda'nın kendisi için "Onu okumamış insan kader kurbanıdır... Hayatında hiç şeftali tatmamış bir insanın durumu gibi" dediği...) yine kurguyu bir var kılıp bir yok eden, heyecan ve durgunluğu aynı kelimelere sıkıştırabilen gelgitli kalemi ve bu kez zamanımızın en özgün sanatçılarından Enrique Breccia'nın çizgileriyle. 

Anlatılan öykünün özü, gerçeğe yaslanıyor: 25 Kasım 56'da Meksika'nın Tuxpan limanından, Küba'nın güneydoğusuna doğru sefere başlayan Granma adlı teknede bulunan, aralarında Fidel ve Raul Castro kardeşlerin de olduğu 82 kişi içinde Kübalı olmayan tek gerillaydı Guevara. Amaçları, Sierra Maestra dağında kendilerini bekleyen gruplarla buluşmak, oradan batıya doğru başlayacak devrim seferine katılmak olan bu 82 kişiden yalnız 12'si, devrimin işaret fişeği olan o toplantıya sağ varabildi.

Buluşma, bu 82 kişinin tekneden indiği andan itibaren yaşadıklarına dair bir betimleme gibi anlaşılsa da, öyle değil aslında. Hem zaten tarihsel olarak doğru da değil anlatılan... Daha çok, anlatıcının ağzından dile getirilen bir içebakış ve tabii bu içebakışa eşlik eden kısa ve zorlu bir sürecin hikâyesi; Che'nin Savaş Anıları'ndan alınmış kimi bilgilerin, Cortázar'ın hayal dünyasında yeniden vücut bulmuş, kurguyla karışmış canlı resmi...

Devrim öykülerinin zihnimde bıraktığı iki buruk iz var: Erkek devrim "kahraman"larının kutsallaştırıldığı genel bir devrimci anlatı türüne olan tepkim, Che gibi tartışılası figürlerin ikonlaştırılmasına karşı çıkma nedenlerimden yalnızca biri. Öte yandan; devrimin, devrimci için taşıdığı romantik anlamların ve hayallerin ötesindeki gerçeklerinin görmezden gelindiğini düşünüyorum -ki devrimin temelindeki diyalektiğe tezat olmasına rağmen yaygın olan durum bu. Nazım Hikmet'in "mutluluğun resmi" olarak romantize ettiği 61 Küba'sına giden yol, hiç de ışıklı bir yol değildi, biliyoruz. 

Buluşma ise, anlattığı kısa zamanın "mutlu son"una rağmen bize pek romantik olmayan bir devrim başlangıcını tasvir ediyor. Okuduğum devrim hikâyelerinden hiçbiri şöyle bir cümleyle başlamıyordu örneğin: "Bundan daha kötüsü olamazdı, ama en azından artık o kahrolası teknede değildik ve denizden savrulan dalgalarla kusmuk, ıslanmış kraker parçaları, makineli tüfek ve salyalar arasında, pislik içinde yuvarlanmaktan ve fırsat bulduğumuzda kendimizi, Luis teneke kutuya koymayı akıl edebildiği için kuru kalabilmiş azıcık tütünle teselli etmeye çalışmaktan kurtulmuştuk." Düşünsenize, o "kahrolası tekne", Küba'da bir eyalete ve devrimin halen yayınlanıyor olan gazetesine adını veren, 76'dan bu yana Havana'daki Devrim Müzesi'nin yanında sergilenen Granma!

Kolektif aşkınlığa dayanan devrim düşüncesi, kişiselliğe pek yer bırakmaz; devrimcinin "ben" diyeni de pek makbul sayılmaz. Oysa Buluşma baştan sonra anlatıcının kendisine, içinde bulunduğu duruma, yanı başında yitip giden yoldaşlarına dönük bireysel, psikolojik izlenimlerine dayanan bir kurmaca. Bu açıdan çok özel...

Bu kurmacada; içinde silahlarla, mühimmatla, yiyeceklerle sürünülmeye başlanan bataklıktan, Batista ordusunun uçaklarının bombalarından kurtulmak için sığınılan mağaralara kadar hemen her köşede Mozart'ın Av adıyla meşhur 17 numaralı kuarteti eşlik ediyor Che'ye: "Çocuğumu düşünüyorum ama o uzaklarda, kilometrelerce uzakta, hâlâ güne yataklarda uyanılan bir ülkede; imgesi bana gerçek değilmiş gibi geliyor, gittikçe silikleşiyor ve ağacın yaprakları arasında kayboluyor ve bana her zaman eşlik eden bir Mozart ezgisini anımsatıyor, Av kuartetinin ilk bölümü, kemanların huzurlu sesinin çağrıştırdığı av borusu; vahşi bir merasimin, berrak ve dalgın bir haza dönüşümü." Nihayetinde Av, bir biçime, o an içinde bulunulan bir doğaya ve pek tabii, devrimcilerin "avlandığı" bir av seremonisinin melodik imgesine karşılık geliyor. Ama devrim, bir gerçeklik umudu olarak adagio'yu takip eden allegro'ya dönüşebilir, "aydınlığa kavuşma gibi olabilir"! Bir melodinin yeniden inşası...

Buluşma, devrimci romantizmin pek görmek istemediği "liderlik" mücadelesine, daha doğrusu devrimcide olmadığı varsayılan egoya da psikanalitik bir yorumla eğiliyor. Rüyasında anlatıcı, devrimin Castro olduğu aşikar "Luis" kod adlı liderinin, yüzünü bir maske olarak elinde tuttuğu ve kime vereceğine bir türlü karar veremediği bir sahne görüyor. Bu sahne, anlatıcının ağzından, İskender'in ölümünün ardından iktidar mücadelesine girişen komutanlarına verilen isim olan "Diadokhlar" ile özdeşleştiriliyor. "Castro, devrimden önce ya da hemen sonra ölseydi ne olurdu?" sorusunu, ister istemez okura sorduran, dahası bu sorunun olası cevaplarıyla yüzleşmemizi sağlayan bir rüya...

Enrique Breccia'nın illüstrasyonları ise bu karşıtlıklar silsilesini okur için daha da belirgin kılıyor. Sert, karmaşık, figürlerin çirkinleştirildiği bir teknikle Breccia, anlatılanın idealize edilmiş bir devrim öyküsü değil; zor, ölüm ve kusmuk kokan, kurşun, korku ve melankoli dolu bir yol hikâyesi olduğunu gösteriyor bizlere. 

0
7709
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage