Endonezyalı yazar Intan Paramaditha ile “kendi maceranı kendin yarat” tekniğiyle kaleme aldığı ve ilk romanı olan Serseri’yi, yolun ve yolculuğun anlamını konuştuk.
Intan Paramaditha’nın özellikle 80’li yıllarda doğanların iyi bildiği ve pek çok örneğini okuduğu “kendi maceranı kendin yarat” tekniğiyle kaleme aldığı, ilk romanı Serseri, April Yayıncılık tarafından Deniz Erkaradağ çevirisiyle yayımlandı. Kullanılan teknik eğlenceli görünse de yazar yakıcı konuları işlemekten geri durmuyor: Baskı altında yaşamaktan bunalan, kendini ve dünyayı keşfetmek isteyen başrolümüz, İblis Aşık ile Faustvari bir anlaşma yapar, İblis’in bir çift kırmızı topuklu ayakkabı hediyesini mutlulukla kabul eder. Artık istediği her yere bu ayakkabılarla gidebilecektir, tabii çıktığı yolda uğradığı her durak pek çok meseleyi de tartışmaya açacak, kapitalizme, sömürgeciliğe, öteki olmaya, ayrıcalıklıların karşısında taşınan “sıradan” kimliklere dair çok şeyi sorgulamasına yol açacaktır.
Serseri’yi yazmaya nasıl karar verdiniz?
Uzun zamandır yetişkinler için “kendi maceranı yarat” tarzında bir roman yazmak istiyordum. Ancak uzun süre, bu formatın yüzeysel çekiciliği ötesinde kavramsal olarak uyumlu bir anlatı bulmakta zorlandım. Bu fikri rafa kaldırmaya karar verdim. Sonra, 2008’de, seyahat edenlerin çeşitli deneyimlerini ele alan bir kitap fikri aklımda dolaşmaya başladı: Turistler, öğrenciler, uluslararası öğrenciler, göçmen işçiler ve mülteciler... Seyahatin politikalarına ve ayrıcalıklarına eleştirel bir şekilde bakan bir kitap yazmaya karar verdim. Başlangıçta bir dizi kısa hikâye yazmayı düşündüm, ancak bu hikâyelerin kırmızı ayakkabı temasına bağlı olduğunu fark ettim. Sonunda, ilk fikrime geri döndüm, “kendi maceranı yarat” tarzı bir romana. “Kendi maceranı kendin yarat” tarzı bir romanda okurken genellikle seçmediğimiz yolları merak ederiz ve bu durum, seyahat etme deneyimine de yansıtır. Uzun zamandır kullanmayı arzuladığım format ile seyahat teması etrafında dönen hikâyeler arasında güçlü bir bağ olduğunu fark ettim.
Romanınızın ismini nasıl seçtiniz, Endonezcede “Gentayangan” ne anlama geliyor?
Gentayangan, Endonezce dilinde incelikli bir anlam taşır; hem “gezginlik” anlamına gelir hem de hayaletlerle ilişkilendirilir. Hayaletler bir tür belirsizlikte var olurlar—yaşayanların bir parçası değildirler ve yine de bir tür geçmişe bağlı kalarak gerçekten geçmemişlerdir. Arada kalan alanları mesken tutarlar ve bu yüzden gentayangan olurlar. Benim romanımda, gentayangan fikri, yerinden edilme veya yer değiştirme deneyimi yaşamış bireylerin deneyimleriyle rezonans sağlayan bir metafor olarak işlev görür. Yeni bir yere taşınmak genellikle iki veya daha fazla kültür arasında yaşama hissi getirir, ki bu da kişinin kendini bir yere ait hissetmeme, hiçbir yere ait olmama şeklinde karmaşık bir kimlik yaratır. İşte gentayangan da tam olarak bununla ilgili: Farklı evler arasında gidip geliyoruz, ama asıl ev neresi? Her zaman elimizden kaçıp gidiyor gibi.
Sizinle, kökenlerinizle ilgili daha fazla bilgi edinebilir miyiz? Nasıl bir eğitim aldınız, nerede yaşadınız ve şu anda hayatınızı nerede geçiriyorsunuz?
Gençliğimi Cakarta’da geçirdim ve lisans eğitimimi Endonezya Üniversitesi’nde tamamladım. 25 yaşında Fulbright bursu kazandım ve bu burs sayesinde İngilizce alanında yüksek lisansımı yapmak için California Üniversitesi, San Diego’ya gittim. Daha sonra NYU’dan Sinema Çalışmaları alanında doktora yapmak üzere bir burs aldım. ABD’de yaklaşık on yıl yaşadım. Ardından öğretmenlik işi için Avustralya’ya taşındım. Şu anda 2016’dan beri Medya Çalışmaları dersleri verdiğim Sydney merkezli Macquarie Üniversitesi'nde yaşıyorum.
Onizm kavramı sizin için ne anlama geliyor?
Onizm, birinin anlık çevresinde sıkışmış hissetme durumuna atıfta bulunur ancak bu tekil varoluşun ötesinde gerçekleşen birçok başka olayın farkında olduğumuzu ifade eder. Matthew Janney'nin The Guardian’da yayımlanan röportajında bu terimi kullanana kadar bu olguyu açıkça düşünmemiş ya da adlandırmamıştım. Bu kavramı seyahat ettiğimizde başka bir yerde olma isteği veya bir şeyleri kaçırma hissi olarak tanımlıyorum.
Hikâyenizi anlatmak için neden “kendi maceranı kendin seç” tekniğini seçtiniz?
Seyahat ettiğimizde, alternatif yolların sorusu genellikle düşüncelerimizi çeker—genellikle “seçilmemiş o yol” üzerine düşünürüz. “Ya şu olsaydı” soruları, kendi maceranı seç formatında bir yankı bulur. Bu anlatı yapısı, okuyuculara birden fazla benlikte yaşama ve çeşitli yolları kat etme fırsatı sunarak çeşitli hikâyelere bir bakış açısı sunuyor. Bu yapı bize bir tür özgür seçim imajı da veriyor. Ancak daha yakından incelendiğinde aslında özgür değiliz. Küreselleşmiş, kapitalist dünyada sunulan seçenekler, arka planlarımızın ve sosyo-politik koşullarımızın dokusuna işlenmiştir. Seçeneklerimiz içinde bulunduğumuz yapılar tarafından çoktan belirlenmiştir.
Kendi maceranı seç kitaplarıyla nasıl tanıştınız?
Henüz genç bir okurken okudum, muhtemelen 1980’lerin sonlarındaki ilkokul günlerimde. O zamanlar, o hikâyeler gerçekten eğlenceli, etkileşimli ve ilgi çekiciydi benim için. Egzotik yerlere maceralara atılabilir ya da uzaylılarla karşılaşabilirdim. Seçtiğim yol beni ölüme götürdüğünde bile, okuma deneyimini keyifle yaşardım.
Serseri, kadınlar için ilham verici bir kitap olmasının yanı sıra seyahat etme ve yaşamla ilgili her adımda vize, Schengen gibi yardıma ihtiyaç duyanlar için de ilham verici. Dünyayı eşit şekilde dolaşabileceğimiz bir zamanın geleceğine dair herhangi bir umudunuz var mı, öyle bir gün gelecek mi sizce?
O dünyada yaşamak güzel olurdu ama bence seyahat etme nedenimizi daha derinden düşünmek daha önemli. Seyahat etme eylemi, görünüşte kişisel ve özgürleştirici olsa da genellikle sömürgeci ve kapitalist motivasyonlarla iç içe geçmiştir ve bu nedenle ziyaret ettiğimiz yerler için sonuçları vardır. Genellikle Kuzey’den insanların hareketliliği, Güney’deki insanların emeğiyle desteklenir, dünyanın temizlik işçileri iyi bir örnek. Evet, seyahatte eşitlik önemlidir, ancak sosyal, siyasal ve çevresel olarak seyahatimizin sonuçları nelerdir sorusunu sormak da önemlidir ve bu soruyu sormaya devam etmek gerekir.
Romanınızda Masumiyet Müzesi’ne atıfta bulunuluyor. Orhan Pamuk okur musunuz?
Evet, kütüphanemde birkaç Orhan Pamuk kitabı var. Romanımda “museum kebodohan” terimini kullanıyorum, bu “cehalet müzesi” olarak çevrilebilir, ancak kelimenin tam anlamıyla “aptallık müzesi” anlamına gelir. Tabii ki, bu terim Orhan Pamuk'un “masumiyet müzesi”nden ilham aldım. Ben, geçmişte daha büyük sosyo-politik bağlamları ve sonuçları dikkate almadan yaptığımız tüm aptalca eylemlerin kayıtlarını tutan bir müze hayal ediyorum. Masumiyet Müzesi bir özlem ve nostalji duygusu uyandırırken, Aptallık Müzesi aslında utanç ve pişmanlıkla ilgili. Sadece cehalet ve bencillikten dolayı yaptığımız şeyleri hatırlatıyor.
Kitabınızda farklı dünyaların ve kültürlerin mitoloji, edebiyat ve politikasını okuyoruz. İyi bir okur musunuz, farklı ülkelerden farklı dillerde kitaplar okur musunuz?
Farklı edebiyatları, hikâyeleri ve isimleri içeren geniş bir okuma çabasına girdim ancak yine de bilgim sınırlı. Akademik geçmişim, İngiliz edebiyatı alanında lisans ve yüksek lisans derecelerini içeriyor; bu da beni doğal olarak İngilizce edebiyat eserlerini okumaya yönlendirdi. Ancak son on yılda edebi ufkumu genişletmeye çabalıyorum. Bu genişlemeyi kolaylaştıran önemli bir faktör, yayıncıların edebi çevirilere odaklanarak kitaplarını tanıtmak için daha aktif çabalar göstermesi oldu. Bu durum, İngiliz edebiyatının sınırlarının ötesinde daha geniş bir perspektif ve anlatı yelpazesi keşfetmemi sağladı.
Türk edebiyatı ve siyasetine ilginizi merak ediyorum.
Genel haberleri takip ediyorum. Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi önde gelen yazarların eserlerini okudum ama dürüst olmak gerekirse etkileşimim biraz sınırlı oldu. Şimdi eserlerim Türkçeye çevrildiği için Türk politikası, kültürü ve edebiyatı hakkında daha derin bir anlayış geliştirmek ve Türk edebiyatını daha yakından tanımak istiyorum.
Türkiye’yi ziyaret ettiniz mi? Türk okuyucularınıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Türkiye’yi ziyaret etme fırsatım olmadı ama gelecekte Türkiye’ye gelmeyi çok isterim. Türk okuyuculara kucak dolusu teşekkürlerimi iletiyorum. Kitabım yeni bir okuyucu kitlesi bulduğu için son derece minnettarım. Umuyorum ki bu bazı yeni hikâyelerin başlangıcı olur.
Farklı dillere çevrilmek nasıl bir his? Çevirmenler aracılığıyla kitabınızın dünyayı dolaşması, kitabınızda anlattığınız gibi şeytanla yapılmış bir anlaşma gibi geliyor mu size?
Doğrusu ilginç bir bakış açısı. Eserimin çevirisinden derin bir onur ve minnet duyuyorum. Bu onur, bence belirli bir sorumluluk da beraberinde getiriyor. Çevrilmek, yeni okuyucularla bir diyalog kurma fırsatı demek; eserimi oluştururken başlangıçta düşünmediğim bir kitle ile iletişim kurma şansı demek. Örneğin, geçen ay Polonya’daydım ve birçok Polonyalı okuyucu bana anlamlı sorular sorduğunda Polonya kültürü ve siyaseti hakkındaki anlayışımı derinleştirmek için kendimi geliştirmek için yeni adımlar atmaya karar verdim. Yazmak ve okumak, birbirimizi öğrenmenin ve anlamanın yollarıdır. Bununla birlikte, umarım bir gün Türk kültürü hakkında daha fazla bilgi edinirim ve Türk okuyucularla tanışma fırsatım olur.