Caner Almaz’ın yalnızlığın ağırlığından kurtulamayan, bugünün ilacını geçmişte arayan karakterleriyle sonunda hep kendine kalanların hikâyesini anlattığı ilk romanı Yaşamaklar üzerine bir yazı.
“Ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
İnsan olmuştum ilk o zaman.
Ya da bozmuşlardı beni yenidoğandan.
Kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.”
Yaşamaklar kitabı Birhan Keskin’in bu dizeleriyle hikâyesine başlıyor. Öyle bir hikâye ki bu, dönüp de kaderin işleyişine söyleyecek sözlerimiz olsun istiyorum. Fakat olmuyor, olmayacak da. Kader, mürekkebini sadece kendisi için üreten, içine tükürsek de izleri geçmeyen, avaz avaz bağırdığımız zamanlarda bizi duyamayacak sessizlikte kendini koruyan biri gibi yaşamaya devam ediyor. Yıkılanlar, ezilenler, ağlayanlar ve arkalarına bakmadan kaçanlara inat yaşamak isteği bu. Üstelik tüm bunlara rağmen bir de alıngan. Ona inanmadığımızı söylediğimizde alınıyor ve hayatımızı başımıza yıkıyor. Tüm bu dağınıklık içerisinde farkına vardıklarımız ise felaketten kazandığımız kıymetler oluyor.
Caner Almaz’ın öykülerinin derlemesinden oluşan ilk kitabı Kırgın Anlatıcı, 2017 yılında Alakarga Yayınları’ndan çıkmıştı. Aradan geçen dört yılın sonunda kederin ve kaderin çarkında umarsızca dönen insanların hayatlarına ortak eden romanı Yaşamaklar, eylül ayında Everest Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı.
Yaşamaklar, Kenan’ın bölümüyle başlayarak Füsun, Halil ve Birgül’ün hayatlarına yer veriyor. Bu dört insanın ortak bir kader içerisinde hayatlarından çok kederlerine ışık tuttuğu aşikâr. Böyle kitapların empati yeteneğini geliştirmek isteyen ya da empati yeteneğinden yoksun olduğunu hisseden insanlar için adeta bir başucu kitabı olabileceğine inanıyorum. Çünkü yaşanan olay değişmiyor, sadece insanlar değişiyor ve böylece bir olayın başka insanlarca nasıl görüldüğü net bir şekilde anlatılıyor. Karakterlerin yaşamlarına ortak olurken, kafamızda kendi düşüncelerimiz belirlenirken diğer karakterlerin söylediklerini okuduğumuzda o düşüncelerin nasıl değiştiğini fark ediyor olmak empatiyi öğreten en iyi yol oluyor.
Kenan, konuşmayı başka dillerde veya müzik aletlerinde denemek isteyen suskun bir genç adam. Kaderin kendisine yazdığı hayat çizgisinin dışına çıkamadığını fark edince kendi adına verdiği kararlarla acil toplanma yeri inşa eder. Türkçe anlatamadığı dertlerini Korece anlatmak ister ya da bağırarak çatallaşacak o sesini klarnet temsil etsin ister belki. Kenan’ın hayatı bana çocukluğumda karşılaştığım bir televizyon kadar büyük radyolarda avucuma sığan düğmesini çevire çevire dans edebileceğim şarkıyı aradığım o ana götürdü. Düğmeyi çevirdikçe hep hüzünlü bir şarkı çalıyor olurdu. Arada bir hüzünlü şarkılara salonda oturan akrabalarımın iç geçirme sesleri eşlik ederdi. Hangi ağrılı yerlere dokunurdu şarkılar bilinmez ama ağrıları geçirmediği kesindi. Nitekim, o gün ben dans edecek şarkı bulamamıştım. Kenan da kendi hayatının keyifli yanını bulamamıştı. Ama Füsun’u bulmuştu. Bir kafede klarnet provası ve Korece tekrarı yapası geldiği bir anda hem de. Yani kendisini korumak için çizdiği çemberin içerisindeyken Füsun kapıyı çalmış ve “Kimse var mı?” demişti.
“Bazen onunla yürürken düşünürüm; gerçekten var mı, var olabilir mi? Anlatsalar (hoş, kim anlatacaktı ki; hiç arkadaşım olmadığını söylemedim size) inanmazdım. Kenan, adımının eşini bulduk. Kenan, gölgenin kopyasını bulduk. Kenan, ağrının ilacını bulduk. Gülerdim.” (Sayfa 26)
Babasız büyümüş Kenan artık annesi ve babası tarafından terk edilmiş Füsun ile iki eksiği bir tam etmeye çabalar. Fazlalıklar atılarak tamamlanır ya da paylaşılır fakat eksikleri tam etmenin sırrı nedir bilinmez. İsviçreli bilim insanları henüz çare bulamamış demek ki. O sırada sevdiği adam tarafından terk edilmenin ağrısını yıllarca oğlu Kenan ile büyüten Birgül, hastanede ölüm ile yaşam arasında ip atlıyordur. Bir yaşama, bir ölüme atlayan bu yaralı kadın yazdığı 347 günlüğü içerisinde her bir ağrısını kendisinden sonrakilere devrediyordur bir nevi. Kanadı kırık bir kuş olduğunu söyleyen çocuk Kenan, büyüdükçe kanadını hiç iyileştiremez. Kendisinin de söylediği gibi: “Hayatta herkesin yerini dolduramadığı şeyler vardır.”
Halil; Birgül’ün hâlâ kaynamamış kırık kaburgası, Kenan’ın ise açık yarasıdır. Bilinmezlik öyle illet bir şeydir ki tatlı tatlı kaşınan yara gibi içine çeker. Aslında hiçbir şeyi bilmiyor olmak büyük nimet iken bilinmezliğin içine çekilerek “ama neden bilmiyorum, belki bilsem daha mutlu olurum” düşüncesiyle irdelemeye başlanır. Kenan bu bilinmezliğe kapılanlardan birisidir. Elinde annesinin babasına uzun uzun dert yandığı günlüklerden birisi ile babasını aramaya çıkar. Halil ise 80’li yılların yakışıklı genci iken hamile bıraktığı ve kendi çocuğunu taşıdığını bildiği Birgül’ü bırakarak isyanlarda omuz omuza durduğu ve kıyamette bile beraber olacaklarını düşündüğü Aysel’e gider. Aysel ile insanlardan kaçtıkları bir hayat yaşarken kendi çocuğuna babalık etmekten de kaçtığının farkında değildir. Kader ise ona gerçek babası dahi olmadığı bir kız çocuğuna babalık etme sorumluluğu yazmıştır. Şimdilerde pencere önü çiçeği gibi sessizce salınan suskun Aysel, geçmişte tanıdığı güçlülüğünü akıtan bir musluk gibi damla damla kaybetmiştir. Halil yine de yanında olmak için çabalar. Keşke Aysel de Birgül gibi yazsaydı. Belki o zaman kurtulurdu.
“Ben haddimi o ufak yaşlarda bildim. O yaşlarda bununla baş etmeyi öğrenemezsiniz. Büyüdükçe baş ettiğinizi zannedersiniz; yanıldığınızı keşfettiğiniz güne kadar sizi teselli eder bu. İçinizdeki boşluk büyür, büyür, büyür. Ta ki o boşluğa düşmekte olduğunuzu fark edene kadar. Şanslıysanız, zemine şiddetli bir çarpma öncesinde uyanırsınız. Ben uyanamayanlardanım.” (Sayfa 103)
Her duygunun olağan sürecini tamamlaması gerektiğine inananlardanım. Ağlamak istiyorsam rahatlayana kadar bir metro istasyonunda dahi ağlamalıydım. Bağırmak istiyorsam kalabalık bir yerde bile olsa bağırmalıydım. Mutsuzsam ve konuşmak istiyorsam yüzüme bakmayan gözlere rağmen konuşmalıydım. Mutsuzsam ve konuşmak istemiyorsam pencere önü çiçeği gibi sadece rüzgârın hareketiyle salınmalıydım. Ama Yaşamaklar sayesinde biriktire biriktire bir Kenan olmayı öğrendim. Bırakıp kaçtılar diye bırakıp kaçan Füsun olmayı öğrendim. İki kadını sevip ikisi arasından seçim yapan Halil olmayı öğrendim. Yazarak ağlayan Birgül olmayı öğrendim. Yaşamanın çoğulu Yaşamaklar ile birden fazla hayatı yaşamayı öğrendim. Hüzünlü ve bir hayat ağacının farklı dallarına konacağınız kırık bir kuş olmak isterseniz Yaşamaklar kitabı tam da aradığınız kitap olacaktır. İyi okumalar.
Tasarımda kullanılan fotoğraflar Lee Chee Wai'ya aittir.