Amerikalı yazar ve senarist Christopher Farnsworth ile insanların zihinlerini okuma lütfuna ve lanetine sahip bir ajanın hikâyesini anlattığı romanı Ne Düşündüğünü Biliyorum üzerine konuştuk.
April Yayıncılık yıla dikkat çekici bir macera romanıyla başladı: Ne Düşündüğünü Biliyorum. Amerikalı yazar ve senarist Christopher Farnsworth imzalı romanın başrolünde insanların zihinlerini okuma lütfuna ve lanetine sahip bir ajan ve onun soluk kesen hikâyesi var. Bilimsel altyapısı ve düşmeyen temposuyla yoğun bir okuma deneyimi sunan romanın çevirmeni Mehmet Deniz Öcal. Bu kez yazarıyla çevirmeni bir sohbete girişsin, kitabın zorlukları ve temasına dair bir söyleşi olsun dedik. Söz yazar Farnsworth ile çevirmeninde.
Basit bir soruyla başlayalım, akıl okuyan dedektif hikâyesi aklınıza nereden esti?
Soğuk Savaş’ta yürütülen sözde “psişik asker” programları yıllardır karşıma çıkıyordu. ABD ve SSCB de zihinsel güçleri askeri bir kuvvet hâline getirmeye çalışmış. Böyle bir askerin orduyla işi bitince neler yapacağını merak ettim. Yeteneklerini en çok parayı veren kimse onun için kullanır herhâlde. Milyonerler eski özel kuvvetler askerlerini, donanma subaylarını koruma diye tutabiliyorsa milyarderler de akıl okuyan birini tutabilir. Sonra da böyle birinin karşılaşabileceği en ilginç zorluklar ne olur diye düşündüm.
Killfile biz çevirmenler için sıkıntılı bir başlık, editörlerimle Ne Düşündüğünü Biliyorum adını seçmemiz gerekti. Siz ne dersiniz? Romanınıza düşündüğünüz başka isim var mıydı?
Sıkıntıyı çok iyi anlıyorum. “Killfile” internetin ilk günlerinden bir terim. E-posta gelen kutularındaki çöp kutusunun ilkel bir versiyonuydu, yakaladığı belgeyi doğrudan çöpe yolluyordu. Kulağa güzel geliyor ama kitapta olan bitenle çok alakası yok. Başta kitabın adını “OKUR” koyacaktım ama ilk yayıncım çok özelliksiz buldu. Ben hâlâ keşke Okur olsaydı diyorum. John bir Okur, spesifik bir psişik. İşi bu, yaptığı bu. “Ne Düşündüğünü Biliyorum” da güzel, John’un her mücadeledeki avantajını söylüyor.
Romancılık kariyerinize bakınca Ne Düşündüğünü Biliyorum’un en ayakları gerçeğe basan eseriniz olduğunu görüyoruz. Ana karakteriniz akıl okuyor ama bunu bile ABD tarihinden gerçek bir olaya bağlıyorsunuz. Bu geçiş hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kitaplarım ne kadar fantastiğe kaçarsa kaçsın gerçek dünyaya ya da tarihe bir yerden bağlamaya çalışıyorum. Vampir romanlarım da gerçek bir tarihi olaya dayanıyor. John Smith gerçek hükümet programlarını bitirmiş biri. Gördüklerimizin ötesinde bir dünya olduğunu düşünmeyi seviyorum. Sahne arkasında haberimiz olmayan şeyler döndüğünü düşünmek bana eğlenceli geliyor.
Ne Düşündüğünü Biliyorum’un bir uyarlanabilirlik derdi var gibi geliyor, katılır mısınız?
Birkaç televizyon uyarlaması girişimi oldu ama sonunu getiremedik. Ben hâlâ umutluyum, bence güzel dizi olur.
Yazarlığa araştırmacı gazeteci olarak başlamışsınız. Gazetecilikten edindiğiniz hangi özellikler kurgu yazarlığınıza yardımcı oluyor? Ya bastırmanız gereken gazeteci içgüdüleriniz oluyor mu?
Araştırmacı gazeteci olarak başladım, evet. O yıllarda araştırma yapmak, insanlardan bilgi almak, bir grup bilgiden bir anlatı oluşturmak hakkında çok şey öğrendim. Kitaplarım için hâlâ birileriyle görüşüyorum, sorular soruyorum. Ne Düşündüğünü Biliyorum için yatırım bankacılarıyla, algoritma simsarlarıyla, bilgisayar korsanlarıyla, siber güvenlik uzmanlarıyla görüştüm. Bazen bir şeyleri uydurabileceğimi kendime hatırlatmam gerekiyor. Roman yazıyoruz; her şeyin doğru ya da mantıklı olması gerekmiyor.
Ne Düşündüğünü Biliyorum’u çevirirken soranlara “24 dizisi var ya, onun akıl okumalısı gibi,” diyordum. 24: Legacy- Rules of Engagement grafik romanını sizin yazdığınızı öğrenince nasıl şaşırmadığımı varın siz tahmin edin. Grafik roman yazmak nasıl bir tecrübe? Sizce John Smith 24 evrenine iyi bir katkı olur muydu?
Çizgi romanları oldum olası severim, okumayı çizgi romanlarla öğrendim. Dolayısıyla grafik roman yazarak bir hayalimi gerçekleştirdim diyebilirim. Roman hatta senaryo yazmaktan bile çok farklı, insana bir sahneyi nasıl çerçeveleyeceğini ve aksiyonun hızını ayarlamayı öğretiyor. 24: Legacy ile çok eğlendim. 24 dünyasındaki tek kural sürekli bir terslik olması. Karakterleri daha ne kadar zorlayabileceğimi gördüm, bu da beni az zorlamadı. Bence John Smith 24’e çok yakışırdı ama aksini kanıtlayana kadar bir sürü insan onu deli zannederdi.
Bu aralar haberlerde gördüğümüz insanlarla “teknoligark” karakteri hakkındaki fikirlerimizin epey değiştiğini düşünüyorum. Everett Sloan’ı bugün yazsanız ne değişiklikler yapardınız?
Everett Sloan ile Eli Preston’ı ilk yazdığımda insanlar teknoligarkların akıllı, mantıklı düşünen, dünyayı daha iyi bir yer yapmaya çalışan kişiler olduğunu düşünüyordu. Elon Musk, Donald Trump’a kucak açtığından, sosyal medyanın yol açabildiği zararı görmemizden beri bu durum değişti. İnceyi uzaktan ben görmüşüm demek istemiyorum ama bir insan bu kadar güç ve nüfuzu kendine toplayınca büyük bir tehlike beliriyor. Yazar John Rogers bir insanın bir milyar doları olmasını sahipsiz bir nükleer silaha benzetiyor, aklı başında bir toplumda ikisinin de olmaması gerektiğini söylüyor. En iyi niyetli insanların bile dürtülerini tutacak bir korkuluk gerek.
Ne Düşündüğünü Biliyorum’a pulp fiction derdim, siz de hak verir misiniz? Neredeyse klişeler üzerine kurulu bir türde yazarken eserinizi öne çıkarmak için ne yapmak gerekiyor?
Pulp fiction’a bayılırım, kendime de seve seve pulp yazarı derim. Bence tür kurgusu dünyasında oynamanın eğlenceli kısmı, beklentilere meydan okumaya çalışmak ve okur hikâyenin başka versiyonlarını daha önce görmüş olsa bile onu şaşırtmanın yollarını bulmak. Klişelerden kaçış yok; baktığınız zaman John Smith, bazı açılardan, korkunç bir şekilde yanlış giden bir işte çalışan bir özel dedektif. Bu dedektiflerin bini bir para ama asıl meziyet onları kullanmanın yeni bir yolunu bulmak.
Kimlerden ilham alıyorsunuz? “Daha önce okusaydım Ne Düşündüğünü Biliyorum’u da daha erken yazardım,” dediğiniz biri/bir kitap var mı?
Denizde kum, bende ilham kaynağı. Çok farklı şeyler okurum ve her zaman okurum. Trevanian’ın Shibumi’sini bana bir casus romanının nasıl yazılacağını gösteren kitap olarak ve John Connolly’nin Charlie Parker serisini de bana harika bir polisiye serisinin neye benzediğini gösteren kitaplar olarak sayıyorum. John Smith’i daha önce yazabilir miydim bilmiyorum. Sanırım tüm karakterlerim gibi o da tam yazmaya hazır olduğum anda ortaya çıktı.
Bence Ne Düşündüğünü Biliyorum’un en güçlü yanlarından biri zaman zaman tahmin edilebilir olmasını kendi avantajına kullanması. Siz ne dersiniz?
Klişeler bir olay örgüsüne yardımcı olabiliyor, çünkü yol gösterici görevi görebiliyorlar. Size takip edebileceğiniz bir yol sunuyorlar ve siz de okuyucuyu bu yol boyunca yönlendiriyorsunuz. Ancak bu aynı zamanda okuyucuyu şaşırtmayı da kolaylaştırıyor, çünkü o zaman yoldan çıkıp karanlığa doğru koştuğunuzda hazırlıksız yakalanıyorlar.
Psişik askerler ve zihin savaşı gibi paranormal mevzularla uğraşırken olay örgüsünde tanınabilir unsurlara (yalnız kurt, zor durumdaki genç kız, gizemli milyarder) yer vermenin de yardımcı olduğuna inanıyorum. Okura tüm bu tuhaflıkların ötesine geçmesini sağlayacak tanıdık bir şeyler vermek önemli.
Okurlarım/nızı Ne Düşündüğünü Biliyorum’un ikinci kitabı Flashmob için heyecanlandırmak isteseniz ne söylersiniz?
Ne Düşündüğünü Biliyorum’da insanları John Smith ile tanıştırdık, dünyayı ve kurallarını belirledik. Çoğu açıdan başlangıç hikâyesi diyebiliriz. Flashmob’da ise ipi koparıyoruz. Daha ilk sayfada John’un kafasına silah dayalı başlıyoruz, o hızdan aşağısına hiç inmiyoruz. İnternette gizemli bir varlık sosyal medyayı kullanarak insanları şiddete ve cinayete yönlendiriyor, sebebini bulmak da John’a düşüyor. Yapabildiği her şeyi sergiliyor ve ilk defa kendisiyle aynı yeteneklere sahip biriyle karşılaşıyor. Bu kitapta John’a acımadım, nasıl kurtulacağını benim bile merak ettiğim oldu.