10 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2024

Görememe İhtimalinin Romanı: “Mona’nın Gözleri”

Sanat tarihçisi Thomas Schlesser’in kaleme aldığı, dünya sanat tarihinin en önemli eserlerini okuyarak gördüğümüz bir sanat tarihi romanı olan Mona'nın Gözleri üzerine bir yazı.

Görememe İhtimalinin Romanı: “Mona’nın Gözleri”

Birlikte bundan birkaç sene öncesine gidelim, hadi. Dünyanın eve hapsolduğu bir yıldı 2020. 21. yüzyılı yaşarken böylesine büyük bir pandeminin ortasında kalacağımız kimin aklına gelirdi ki? Korku ve panik içerisinde, ellerimizi yıpranana kadar köpürte köpürte yıkıyorduk. Sadece ellerimiz olsa iyi… Çıkabildiğimizde yaptığımız alışverişte aldığımız yiyeceklerin paketlerini dezenfekte ettik. Böylesine bir gerçekliğin içindeydik. Bir poşete konmuş ekmekle mahalle mahalle dolaşan insanlar haber bültenlerine düştü, hatırlayın. Sokağa çıkma yasakları, kapanan iş yerleri, hayatımıza giriveren maskeler. Burnumuzu ve ağzımızı kapatan bir maske olmadan sokağa çıkamıyorduk. Unuttuğumuzda, sanki cep telefonu, evin anahtarı ya da cüzdan unutmuş gibi panikle eve dönüyorduk. Eyvah, maskem yok! Bu cümleyi herkes en az bir kere söylemiş ya da içinden geçirmiştir.

​Henüz dört sene öncesinin gerçekliğini ve hiç bilmediğimiz bir hastalığın bize ölüm korkusuyla neler yaptırdığını hatırlamak yaşamın kıymetini bizlere kanıtlamıyor mu? Üstelik çoğumuz için bu anlattıklarım çok uzak bir zaman dilimindenmiş gibi gelebilir. Halbuki dediğim gibi üzerinden sadece birkaç yıl geçti. Bu yazıyı on yıllar, belki de yüzyıl sonrasında okuyan birisi neyden bahsettiğimi bile ansımayabilir. Tüm insanlık bir sene boyunca ölmemek için kendini izole etti. Her şeye gözlerini kapattı, evinin penceresinden, bilgisayar başından olanı biteni seyretti. Televizyonlar, telefonlarımız, internetimiz bizim gözlerimiz oldu.

Ve hatırlarsınız, o dönemde hepimiz okuyamayacağımız kadar kitap indirdik, stokladık. Gitmediğimiz, bizden yüz kilometrelerce uzaklıktaki müzeleri çevrim içi olarak ziyaret ettik. Kim bilir, belki de bu çabanın altında yatan sebep bir daha sokağa çıkamamak, görebileceğimiz, okuyabileceğimiz kadar şeye kendimizi maruz bırakmaktı. Şimdi hepsi bir maziymiş gibi ardımızda duruyor.

Sanat tarihçisi Thomas Schlesser’in kaleme aldığı ve Timaş Yayınları etiketiyle yayımlanan Mona’nın Gözleri, henüz 10 yaşındaki bir kız çocuğunun aniden kör olmasıyla açılıyor. Bu yeti kaybı bana yukarıdaki geçmiş günleri hatırlattı. Bizler de yaşama yetimizi, hayatta kalma yetimizi kaybetmiş gibi değil miydik? Bu yitirdiğimiz özgürlük hissi bize daha fazla şeye ulaşma, sahip olma çabasını vermemiş miydi?

Mona, tam altmış iki dakika görme yetisini kaybediyor. Anne ve babası panikle hastaneye götürüyor onu. Hastane yolunda görme yetisi geri dönüyor ama çocuklarının durup dururken görme yeteneğini kaybetmesinin nedenini merak ediyorlar. Hastanede yapılan tetkikler, tahliller bunun sebebini açıklasın istiyorlar. Ancak böyle olmuyor. Üstelik bu durumun yeniden tekrarlama ihtimali de önlerinde duruyor. Bu sebeple henüz on yaşındaki Mona’nın gözetim altında tutulması, düzenli olarak tedavi edilmesi, ayrıca yaşadığı bu travmatik durumun psikolojisine olan etkisinin kontrol altında tutulabilmesi için psikoloğa gitmesi öneriliyor.

Anne ve baba, doktorlar ne derse yapma niyetindedir. Çünkü biricik kızlarının yaşadığı bu talihsiz vaka onları da etkilemiştir. Bir antika dükkanı işleten babanın işleri kötü gitmektedir, batmaya yüz tutmuş bir işi vardır. Anneyse hem Mona’nın durumuyla yıpranmakta hem de kocasının içinde bulunduğu durum nedeniyle yaşadığı çöküntüyle mücadele etmektedir. Baba çok içmekte, kendisine ve geleceğine tüm inancını kaybetmek üzeredir.

​Neyse ki Mona’nın dedesi Henry, ilerlemiş yaşına rağmen tüm bu süreçlerin kontrolünü eline alır. Henry, janti bir abimizdir; güzel giyinir, gündelik hayata dair ritüelleri, geçmişten günümüze taşıdığı alışkanlıkları ve sanat tarihine dair derin bir tutkusu vardır. Mona’yı çok sevmekte, onun gelişimiyle birebir alakadar olmasa bile hayatında yeri olacak kadar değer vermektedir. Mona’nın yaşadığı görme kaybı ve sonrasındaki süreçten haberdar olunca, dizginleri eline almaz, ancak sürece bizzat müdahil olur. Doktorun önerdiği psikolog tavsiyesi için aileye yardımcı olmaya karar verir ancak burada dede-torun arasında gizli anlaşmaya dayanan bir kaçamak söz konusudur.

Henry, on yaşındaki torununun yeniden görememe ihtimaline karşı göreceği son şeylerin bir doktor odası, bir hastane koridoru ve diğer can sıkıcı şeyler olmasını istemez. Eğer Mona bir daha görmeyecekse, hatırlayacağı şeyler dünyanın tarihi boyunca ortaya koyduğu harika sanat eserleri olmalıdır. Torununu Paris’in müzelerinde, bu eserlerin önünde zaman geçirmesini ister. Bununla beraber, o eserlerin hikâyesini hayatın gerçekleri ve amaçlarıyla beraber torununa aktaracaktır.

Böylelikle, her hafta çarşamba günü dede-torun kendilerini müzede bulurlar. Leonardo da Vinci, Rembrandt, Johannes Vermeer, Francisco Goya, Frida Kahlo, William Turner, Gustave Courbet, Édouard Manet, Claude Monet, Edgar Degas, Paul Cézanne, Vincent Van Gogh, Gustave Klimt, Raphaël, Camille Claudel, Marcel Duchamp, René Magritte, Pablo Picasso, Marina Abramovic ve çok daha fazlası bu yolculukta Mona’yı beklemektedir. Mona’nın gözleri hayatı ve dünyayı sanat yoluyla görmeye başlar.

Biz de bu dede-torunun yanında meraklı bir dinleyici olarak müzeleri gezeriz. Gezeriz diyorum çünkü metnin dili, yazarımızın sanat tarihçisi olmasıyla beraber bize bunu sağlar. Ayrıca kitabın özenli tasarımı, bölümler boyunca gezilen eserlerin, tabloların yer aldığı şömizle hazırlanmış büyük posterle elimizin altındadır. Kitap yazınsal olarak değil görsel olarak da okuma serüvenimiz boyunca rehber gibi bize eşlik eder.

Thomas Schlesser’in bize karakteri boyunca aktardığı detaylar aslında her sanat kitabında okuyacağımız şeyler de değildir. Kaldı ki sanat kitaplarında böyle sıcak bir hikâye bizi beklemez. Onlar sanatın muhteviyatı gereği soyut ve somut doneler üzerinden çıkarımlar sunar. Mona’nın Gözleri bir yanıyla bunu da kırar. Sanata, sanatçıya ve eserlerine bakarken, karakterlerimizin hayatlarına ve yaşamı algılayışlarına, sanatın değiştirici ve dönüştürücü gücüne de bakarız. Mona’nın gözleri, bizim de gözlerimiz olur. Onunla beraber biz de kendimize ve hayatımıza bakarız.

Mona’nın Gözleri, kitaba eşlik eden sanat eserleriyle ayrı, o eserlerin konulara bağlanması ve karakterin gelişimini görmemiz açısından ayrı bir lezzet sunan bir kitap. Üstelik yazarın ilk romanı olması, bu duyguyu idrakimizi daha da etkili kılıyor. İyi niyetle öneririm.

0
2076
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage