Beat Kuşağı'nın Kuzeybatılılar kolunun son temsilcilerinden Richard Brautigan’ın İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde kendi iç savaşını veren, zamanda oradan oraya savrulan bir adamın hikâyesini anlattığı Yani Rüzgâr Her Şeyi Alıp Götürmeyecek kitabı üzerine bir yazı.
Richard Brautigan’ın intihar etmeden önce kaleme aldığı son romanı Yani Rüzgâr Her şeyi Alıp Götürmeyecek, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Amerika’da yaşanan gündelik hayata mercek tutan bir kitap. Bu sarsıcı kitap benim yazarla tanışma kitabım oldu. Ölüme farklı gözlerle bakmaya başladığımız şu günlerde, belki de bizi üzerek kendimize getirecek kitaplardan biri. Kitabın asıl odak noktası henüz beş yaşında olan karakterimizin dünyayı, ölümle çok erken tanıması üzerine, aslında tüm kitap ölüme yakın durmakla ilgili.
Beş yaşındaysanız ve bir cenaze levazımatçısının komşusuysanız ölüme bakışınız farklılaşır, tabutlar, törenler, ölenin yakınlarını izleme fırsatı bulursunuz ve hatta bazen camdan kimsenin bilmediği, uyanık olmadığı saatlerde süreci seyretmek istersiniz ama karakterimizin başına bundan biraz daha fazlası geliyor; kendisi gibi beş yaşında olduğunu tahmin ettiği bir tabutla karşılaşıyor. Bu karşılaşma sonucunda ölüm kaçınılacak bir şey olmaktan çok öte, daha gerçek bir hâl alıyor. Ölüm insanı her an yakalayabilir; fakat kahramanı sarsan şey bu beş yaşındaki mevtanın yalnızlığı, hiç arkadaşının olmayışı. Cenazede arkasından ağlayan hiç arkadaşı yok.
Sonra oturdukları yerden taşınsalar da, bu karakter ölümle arasına mesafe koymayı başaramıyor, savaşın devam eden etkileri hâlâ her gün hissediliyor. Şimdiki gibi ölüm çok travmatik bir olay değil, her gün, her an bir yerlerde birinin ölmesinin sıradanlaştığı bir ortam. Savaş ya da Covid- 19. Bu kadar sık ölümün görülmesi biraz ölüm olgusunu sıradanlaştırıyor olabilir. Yine de öyle olmadığını bu kitapla anlayacağınızdan eminim. Tabii ek olarak ailenin yaşadığı zorluklar da var; sosyal hizmetlerden alınan yardımlar ve ona rağmen yaşanılan berbat evler, gaz sızıntısından ölesiye korkan, bu yüzden yemek yapmaktan çekinen bir anne ile tüm yemeklerin bir işkenceye dönüştüğü kaotik bir ortam hâkim roman boyunca.
Richard Brautigan’ın kaleminin karşısında saygıyla eğilmek gerekir, aslında her bir pasajda yaşanan zorluğu, hayatı, okurun zihnine fark edilemeyen bir gaz sızıntısı gibi sızdırıyor ve sonra sağlam bir çivi gibi çakıyor ama bunu dramatikleştirmeden, dümdüz bir dille anlatıyor, tıpkı karakterinin yapacağı gibi. Aradan geçen zaman, değişen evler, bisikletler ve bozulan radyo arasında geçen hikâyede ailesi tarafından çok sevilen, bir abi rolü biçtiği başka bir çocuğun ölümü de ekleniyor, ailenin bu ölümden sonra bir ölü kadar sessiz olması ve buna tahammül edemeyip taşınması, tüm bu olanlar çok etkileyici. Hiç sevilmemenin ya da bazen zoraki önemseniyormuş gibi yapılmanın etkilerinin analiziyle beraber arkadaşlığın öneminden de bahsediyor kitap. Baş karakterin kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bir ihtiyarla kurduğu arkadaşlık yaşamını biraz ilginç kılsa da yaşadığı fakirlik onun popüler olmasını sağlamıyor ve bu aslında gençler için oldukça önemli. Karakterin hayatta tutunmaya çalıştığı her şeyin ölümle bağlantısı ise oldukça sıradan ama bu sıradanlık yaşam gibi değil, bir anda kendinizi bir tokat yemiş gibi hissediyorsunuz.
Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek fazlasıyla sarsıcı, özellikle bittikten sonra anlatıcının sürekli etrafında geziniyor. Ölüm ve yaşananlar hakkındaki bu kitap inceliğine rağmen boğazında koca bir yumru ile bırakıyor okuru. Çocuk dünyasına bakışınızın da değişeceğinin garantisini veriyorum.
Başlıktaki fotoğraflar Tom Kondrat'a aittir. Projesi: Taiwanese Typhoon Blues