Norveç edebiyatının çağdaş yazarlarından Matias Faldbakken’in modern zamana ait bir vahşi çocuk hikâyesi anlattığı romanı Zavallı Şey üzerine bir yazı.
Matias Faldbakken, Zavallı Şey’de henüz ilk cümlesinden bizi bir bilinmezliğin içine hapsediyor. Hikâyeye bir yabancı giriyor. Sürünerek.
Bir söyleşisinde sorulan soruya şöyle cevap veriyor Matias Faldbakken: “Sözde vahşi çocuklar hakkında şu hikâyeleri duymuştum: Eski Avrupa hikâyeleri, vahşi çocukların - hem vahşi hem de hayvanların - derin ormanlardan nasıl aniden çıktığına dair. Zavallı Şey’i yazmam için bana ilham veren bu hikâyelerdi. Ben sadece kendi vahşi çocuk hikâyemi yazmak istedim.”
Günümüzde geçen bir vahşi çocuk hikâyesi kaleme almak… Modernitenin yapay zekâya kadar sızdığı bir dünyada, oldukça eski miti yine eski sayılabilecek bir yöntemle, bir hikâye biçiminde, bir roman formunda kaleme almaya çalışmak, mevcut şartları düşündüğümüzde yani günümüz dünyasının uyarıcılarıyla sarılı gerçekliğini göz önüne aldığımızda çok zor bir iş. Eski Ahit’te denildiği gibi bu gökyüzünün altında anlatılmamış bir hikâyenin olmadığını da düşünürsek, günümüz müelliflerinin yeni bir şey üretemeyeceğini de düşünebilir miyiz? Aynı konular, aynı temalar, aynı hikâyeler… Düz mantıkla elimizdeki doneleri kolaylıkla bu şekilde sonuca götürebiliriz. Ancak bu durumda gözden kaçırdığımız bir şey olur: Deneyimlediğimiz dünyanın bize kazandırdığı kıymetli bir yeti, kendi perspektifimizden ve kendi havsalamızdan bir şeyleri anlatma güdüsü, çabası. Eski hikâyeler her zaman yeni bir şeyler anlatmaya olanak tanır. Biraz düşündüğümüzde, eski hikâyelerin neden bunca yeni versiyonunun, uyarlamasının yapıldığını anlayabiliriz.
Matias Faldbakken, Zavallı Şey’de henüz ilk cümlesinden bizi bir bilinmezliğin içine hapsediyor. Hikâyeye bir yabancı giriyor. Sürünerek. Vahşi, yabani, yürüyemeyen, dört ayak üzerinde hareket eden, tuzakla yakalanan ve ehlileştirilme sürecinde vahşi hayvanlar gibi davranan bir çocuk. İnce bedeni, kopmak üzere olan uzuvları, vücuduyla bütünleşmiş paçavra hâlindeki sarılı bez. Uzamış tırnaklarını jilet gibi kullanıyor. Yanına kimseyi yaklaştırmıyor. Atları sakinleştirmek için icat edilen bir başlıkla sakinleşebiliyor. Neresinden bakarsanız bakın zavallı bir şey.
Oskar, 12 yaşından bu yana bir çiftlikte karın tokluğuna ve üç beş kuruşa çalışmaktadır. Bunu severek yapar çünkü yaşamda başka bir amacı yoktur. Sabah uyanır ve çiftliğin arazisinde canı çıkana kadar çalışmaya yollanır. Akşam yemeklerinde çiftliğin sahipleri ve diğer üyeleriyle tanışırız. Olav Blum ve eşi Aud. Onların ikiz kızları. Mitolojik bir karaktermiş gibi görünen yaşlı Annar. Kitapta bir yerde; bir keresinde 1700'lerden birinin gözlerine bakan bir kişinin gözlerine baktığını ve bu sayede iki yüzyıl öncesini gördüğünü söylüyor. Zengin bir kitaplığı var ve Oskar’ın bu kitaplarla arası iyi.
İşte Oskar bu zavallı şeyi çalışırken fark ediyor. Tedirgin oluyor çünkü ne olduğunu anlamıyor. Ertesi gün avlamak için bir tuzak kuruyor. Bunun için tarihi kitaplardan faydalanıyor. Tuzak işe yarıyor. Yabani çocuğu yakalıyor. Neredeyse yok denecek kadar ufak vücudunu sırtlayıp eve götürüyor. Ev ahalisini konudan haberdar ediyor ve hep beraber bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünmeye başlıyorlar. Gel zaman git zaman, zavallı şeyimiz ehlileşmeye ve vücudunu normal bir şekilde kullanmaya başlıyor. Boyu hızla uzuyor. Uzuvları güçleniyor. Bir tek Oskar’la iletişim kurabiliyor, ona güveniyor. Diğer ev sakinleriyle hiç geçinemiyor. Olağanüstü gelişimini anlamak için bir doktor çağırıyorlar. Doktor onun bir kız olduğunu içinde yetiştiği şartlar nedeniyle büyümesinin hiç gerçekleşmediğini, uygun şartları kazandığında da birden büyümeye başladığını izah ediyor. Böyle bir şey görmediğini de dile getirerek.
Annar kütüphanesinde onu eğitmeye çalışıyor. Yavaş yavaş konuşmayı, iletişim kurmayı, dünyayı keşfetmeyi öğreniyor. Henüz bir adı yok. Hevesli, istekli, dünyayı öğreniyor. Adeta yutuyor. Hâlâ yalnızca Oskar’a güveniyor. Çığrından çıkması için ufacık bir şey yetiyor. Oskar da ona alışıyor. Daha çok katlanıyor ancak bir bağ kurduklarının bilincinde. Vahşi kızımız, insan görünümüne günden güne kavuşuyor.
Eve gelip zil zurna sarhoş olan misafirlere gösterilince büyük bir sinir krizi geçiriyor. Sarhoş misafirler, herkesten saklanan bu zavallı kızı dış dünyaya bildiriyor. Çiftliğe resmi görevliler baskın yapıyor. Oskar kızı kaçırmaya karar veriyor: Biraz yemek, biriktirdiği çok az para ve Annar’ın cebine koyduğu adresle beraber ormana dalıyorlar. Hikâyenin başladığı yere.
Hikâyemiz, buraya kadar moderniteden uzak bir orta çağ anlatısı tınısı taşımakta. Buradan sonra ses değişiyor. Modern dünyaya giden bir trende Oslo’ya ulaşıyor kahramanlarımız. Başka bir dünyaya, yabani olarak giriyorlar. Ve metin burada bize anlatmak istediğini göstermeye başlıyor. Şimdiye kadar okuduklarımız sadece bir açılıştır, hikâyemiz buradan sonra başlamaktadır.
Matias Faldbakken, Zavallı Şey’de çok az tasvir kullanıyor. Karakterleri çok az tanıyoruz. Onların dünyasını çok az görüyoruz. Buradaki çaba ilk başta söylediğim eski bir hikâye okutma hissiyatını yakalama isteği. Eski bir hikâyeyi, yeni bir şeye dönüştürme girişimi. Faldbakken metnin dinamik ritmini hayal gücünden, geçmişten, kültürel miraslardan doğuruyor. Bunu da güncele, günümüze, dünyaya yabancılaşmaya ulaştırmayı çok iyi beceriyor.