JD Salinger’ın Holden Caulfield’i bir zamanlar ergenlik sıkıntılarının uluslararası sesi olarak görülüyordu, fakat şimdilerde gençler için fazla antika olarak görülüyor. The Guardian yazarlarından Dana Czapnik ise “onu tekrar sevmeyi öğrenebilir miyiz?” diye soruyor.
Ergenlik sıkıntıları bir zamanlar inatla genel geçer sanılıyordu ama aslında o sıkıntılar her bir bireyin cinsiyet, ırk, sosyal sınıf, yaşadığı dönem gibi özel durumların ürünüdür. Sıkıntılar evrenseldir fakat nedenleri bireyseldir.
Bu durum, bir zamanların evrensel ergeni kabul edilen Holden Caulfield’in geçmişin gençlerine hitap ettiği şekilde neden bu jenerasyon adına konuşmadığını açıklayabilir. Eclectric Literature, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın “antika” olarak görülmesinin nedenini şu şekilde açıklıyor: “Siz eğer beyaz, göreceli olarak varlıklı, sürekli huysuz gerçek hiçbir problemi olmayan genç bir adamsanız, kitapta kendinizden kolaylıkla bir parça bulabilirsiniz. Eğer bu özelliklerden hiçbirine sahip değilseniz, o zaman problem başlar. Çok genç olmayan, beyaz olmayan ve erkek olmayan, Holden Caulfield’in kendisine acımasını dinlemeye tahammül edebilecek okur kitlesi nerede?”
Bir yandan baktığımızda, Evet! Diğer yandan baktığımızda, Of!
Verdiğim yaratıcı yazın derslerinde lisans öğrencileriyle Çavdar Tarlasında Çocuklar hakkında sohbet ettiğimde hepsi Holden’ı sevmedikleri konusunda şikâyet ettiler. Tanıdığım kısıtlı genç çevrem arasında kitap artık herkesin göz bebeği olmayı bırak daha da trajik bir durumda: Havalı değil.
Fakat Eclectric Literature gibi beyaz, ayrıcalıklı ya da erkek değilseniz kendinizi Holden yerinde görmek zor şeklinde bir varsayımda bulunmak bu kadar kolay mı? Ne de olsa bu roman benim 1990’ların başında New York’ta yaşayan bir kadın gözünden anlatılan The Falconer adlı coming-of-age (kendini bulma) romanımı yazmamın kısmi nedenlerinden biri. Belki de Holden’dan nefret etmek bir nevi kendi ergenlik isyanını oluşturdu. Çavdar Tarlasında Çocuklar ilk yayımlandığında ortaya bir bomba gibi düşmüştü ve pek çok okulda yasaklanmıştı. Onu okumak bir zamanlar “yıkıcı” olarak algılanıyordu fakat şimdi pek çok ders programında yer alıyor. Tabii bir de yetişkinler sana bir şeyin iyi olduğunu söylediğinde ondan nefret etmen gerekmez mi?
Fakat Holden’dan hoşlanmayan sadece kızlar ya da farklı ırklardan çocuklar değil, kendi beyaz ve erkek öğrencilerimin de ondan hoşlanmadıklarını öğrendim.
New York’ta bulunan pek çok edebiyat öğretmeniyle konuştum ve onlar da benim gibi Holden’ın gençlere hitap etmemesinin tek nedenin kişiliğinin değil, bunun sadece nedenlerden biri olduğunu düşünüyorlar.
Kültür içindeki büyük dönüşümler, Holden’ın keyifsizliğini insanlar için yankı yapan bir durumdan çok rahatsız edici bir durum hâline getirdi. Mesela, kitabın ana noktası olan Holden’ın yetişkin dünyasından tamamen izole olması, özel ve değerli olduğu bir toplumda büyüyen çocuklar için lanetli sayılabilecek bir konsepttir.
Salinger’ın döneminde depresyonlu, mücadele hâlinde bir ergenin bir adam olmak için kendi ayakları üzerinde durmayı bilmesi gerekiyordu. Holden’ın New York sokaklarında birkaç gün boyunca “kayıp bir şekilde” herhangi bir yetişkinle iletişim kurmadan dolaşabilmesi fikri sıkı gözlem altında tutulan günümüz gençleri için tamamen yabancı bir durum gibi gözükebilir. Ebeveynlerin telefonlarından çocuklarının tam koordinatlarını bile takip edebildiği günümüze göre Holden çok daha özgürdü, tabii bu özgürlükle ihmalkârlık da geliyordu.
Günümüz gençleri çok daha dikkatli izlenmelerine rağmen yetişkin dünyasına da bakıyorlar ve ne kadar delice bir dünya olduğunu açıkça görebiliyorlar. Aynı günün sabahında sınıfta oyun oynayan biri “yapmacık” bir sınıf arkadaşı ya da kendini Hollywood’a satmış bir erkek kardeş yüzünden nasıl bu kadar öfkelenebilir ki? Ya da mesela dünya senin yaşam sürende yaşanamaz hâle gelecek ve yetişkinler bu durum için hiçbir şey yapmayacak? Holden’ın sorunları günümüz gençlerinin karşılaştığı problemlerin yanında oldukça “antika” kalıyor.
Ben Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı hayatımın üç farklı döneminde okudum ve her defasında kitabın anlamı benim için değişti. Kitabı ilk olarak 13 yaşımda New York’ta yaşayan Yukarı Batı Yakası’nda (Holden’ın dolaştığı yerlerle arasında sadece Central Park bulunan) özel okula giden bir çocuk olarak okudum, daha sonra 17 yaşımda genel bir can sıkıntısı hâlinde insanların ne kadar hayal kırıklığına uğratıcı olduğunu fark ettiğimde yeniden okudum ve doğal olarak kitaba âşık oldum.
21 yaşımda üniversiteden mezun olmak üzereyken, gençliğe vedaya eşlik eden nostalji özlemine düştüm ve eski bir arkadaşı bulmak umuduyla kitabı yeniden okudum. Fakat o zaman Holden’ın çekiciliği yok olup gitmişti. Hassas ve öfkeli genç adamların hassasiyetlerini sadece kendileri için ayırdıklarının farkına çoktan varmıştım. Kitabı yeniden okumak eskiden hoşlandığın birine rastlamak ve onda hoşlandığın her şeyin kendinden bir yansıma olduğunu fark etmek gibi bir şeydi. Son sayfayı çevirdikten sonra “Bu çocukta ne görmüşüm ki?” diye düşündüm. Hayatta pek çok şey de olduğu gibi Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okumak da tamamen zamanlamayla alakalı.
Şimdi 40 yaşıma, 17 yaşıma olduğundan daha yakınım. Artık bir arkadaş bulmak için kitap okumuyorum, yazmak için okuyorum. Dolayısıyla kitabı geçenlerde dördüncü kez okuduğumda yepyeni bir şey gördüm ve bence bu şey Salinger’ın yazma niyetine çok daha yakın: Mükemmel olmayan bir karakterin mükemmel bir şekilde yazılmış portresi. Her bir kelime şarkı söylüyor adeta… Dördüncü okuyuşumda gördüğüm çoğu şeyi daha önce fark etmemiştim.
Bu durum kitabı bir nevi Joseph Heller’ın Madde 22’sinin yerine koyuyor. Bir kitaba âşık olmak için okuyan gençler artık kendilerini Holden’la özdeşleştirmiyorlar ve işçiliği takdir edebilecek yetişkinler de kitaptan duygusal olarak etkilenmek için fazla yaşlılar.
Dolayısıyla Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı ilk kez okuyacaklara tavsiyem şu: Hayatınızın mümkün olan en erken döneminde okuyun. Onu Ralph Ellison, Sylvia Plath, James Baldwin, Junot Díaz, Toni Morrison, André Aciman ve Chimamanda Ngozi Adichie ile birlikte okuyun. Gerekirse nefret edin. Holden’dan şikâyet edin. Şımartılmış bir velet deyin ki çarçur ettiği para ve olanaklara baktığınızda gerçekten de öyle biri! 20 yılın geçmesine izin verin. Bırakın dünya üzerinizden geçsin ve sonra kitabı tekrar okuyun. Holden’ın gerçekte kim olduğunu belki görebilirsiniz; dünyadan geçmiş her bir ergeni temsil eden bir karakter olarak değil, dünyanın adaletsizliklerini tahammül edilemez bulan yalnız bir birey olarak.
Bu yazı Dana Czapnik’in The Guardian’da yer alan “From everyteen to annoying: are today's young readers turning on The Catcher in the Rye?” yazısının çevirisidir.
Çeviren: Helin Çakır