Tokorode
(Bu arada!)
Türk şairlerinin Haiku’ya ilgisinden, 1930’lardan başlayarak söz edeceğim. Ancak, önce zamanı ileriye alarak, 1990’lı yılların sonunda Enis Batur, Issız Dönme Dolap İçbükeyler adlı kitabında: “… kişinin iyi bir Haiku yazabilmesi için, oturduğu evden dinlediği müziğe, kullandığı silahtan yüzyılların doğurduğu ekonomiye kadar nerdeyse Japon olması gerektiğini” söyleyecektir. Enis Batur’un bu düşüncesinden demir alarak Haiku’nun vatanına; Japon kültürünün köklerini anlama, şiirini anlamlandırma bağlamında, kültür sanat tarihine Haiku rüzgârlarını da yanımıza alarak yelken açalım istiyorum.
Konnichiwa Dai Nihon
(Merhaba Büyük Doğan Güneş)
Roland Barthes Japonya için: “Göstergeler İmparatorluğu” diyor. Feodal geleneğiyle Japonya tarihine gözucuyla baktığımızda M.Ö. 300 yıllarının izlerini buluruz. M.S. 500’lerde Budizm’in gelmesi; yüzyıllar ırmağında Nara, Heian, Kamakura dönemleri ve Zen mezhebiyle tanışılması; Muromachi döneminde Portekizlilerin Japonlara ateşli silahları ve Hristiyanlığı tanıtması; Edo dönemiyle boy veren Şogun hareketi ve Japonya’nın dünyadan izolasyonu; 1800’lerin ikinci yarısıyla başlayan Meiji restorasyonuyla Batılılaşma hareketi; 1989’lara kadar süren Showa dönemi… Ve günümüz. (…) Hiroşima, Nagazaki’de yaşanan felaket! Nazım’ın çığlığıyla: “kapıları çalan benim / kapıları birer birer…” Kendi küllerinden yeniden doğan, doğarken de içindeki nefreti bastıran, birlikteliği önceleyen, uyumlu, itaatkâr, saygılı, yepyeni bir ülke kimliğiyle 21. yy. Japonya’sı.
Meiji Restorasyonu / Seppuku
Yazı ırmağındaki amaç: Japonya tarihini dert edinmek değilse de kınından çekilen Samurai ruhunu, kültür-sanat, edebiyat, şiir izlerini ” Hokku - Haiku - Haikai ” tadında anlamamıza, anlamlandırmamıza yardımcı olmaktır. Zamanın sağaltıcı kollarından izlediğimizde Çin uygarlığını ve dilini eksen alan Japonya, Meiji restorasyonuyla bir yandan “Batılılaşma” eylemini sürdürürken diğer yandan kendi
gelenek ve kültürlerini koruma ve geliştirme duyarlılığını da ortaya koyar. Japon toplumunun Batı unsurlarıyla güncelleştirilmesi sürecinde tematik bağlamda: Değişen toplum, kültür çatışmaları, insan ilişkilerindeki yabancılaşma vb. çağdaş Japon edebiyatının gelişmesinde özel bir yer tutar. Sanayileşme ve emperyalist bir güçle çalışma çatısı altında Batılılaşan Doğulu öznede, II.
Dünya Savaşı sonuna kadar 20.yy.ın önemli imparatorluklarından biri olma hayalinin yarattığı milliyetçi militarist tutum ve yayılmacılıkla parlamenter demokrasinin çatışması, sanayileşmenin getirdiği sosyal maliyet, savaş ve atom bombasının etkileri: Japon edebiyatının arka planını belirginleştirmiştir. Anılan süreç ve sonraları, Batı restorasyonuna, “Modernite” sorunları tartışan bir kimlik çerçevesiyle birey üzerinde yaratacağı derin kültür yaralarına, eleştirel şüpheyle yaklaşan düşünür ve edebiyatçılar da olmuştur. Batılılaşmanın bireyde yarattığı özgürlüğün anlık sevinci, sonraları, bedel olarak ödenmesi gereken büyük bir yalnızlığa dönüşebilirdi! Bu şüpheyle, Japonya’nın 1970 yılının Kasım ayını gösteren yakın geçmişine baktığımızda: Yukio Mişima ve dört arkadaşının gerçekleştirdikleri, başkent Tokyo yakınındaki “Ichigaya” askeri kamp baskını, Japon ruhunu korumak; Batılı değerler ölçeğinde silahlanmayı yasaklayan anayasayı suçlayan konuşması; bir Batılı için yabanıl sayılacak Seppuku; (Samuray tarafından uygulanan harakiri) geleneğe uygun olarak da yoldaşı tarafından kafasının oracıkta kesilmesi, Batılı gözüyle anlaşılması zor bir durumdu. Kimliği, edebi duruşu ve itirazıyla Mişima, bir yandan tanıdığı “Batı kültürü ve Batılılaşmış Japon Değerleri” diğer yandan sıkı sıkıya bağlı olduğu Japonya’nın “Samurai Geleneği” arasındaki gelgitlerle savrulmuştu. Bir Maskenin İtirafları, Bereket Denizi, Yaz Ortasında Ölüm, Dalgaların Sesi, Denizi Yitiren Denizci gibi yapıtlarında Batılılaşma ile Japonya’nın geleneksel değerlerinin çatışmasını işlemiş, ülkesinin geleneksel değerlerine karşın Batılılaşma hareketine duyduğu tepki onu yalnızlığa, yapıtlarındaki inceliğin aksine Seppuku gibi Batılı gözüyle yabanıl bir sona götürmüştü. Mişima’nın, bir tür politik bildiri taşıyan Seppuku ya da yabanıl sonu: Uğruna başını koyduğu Japonya’nın, onurlu “Samurai” ruhunu taşıyan halkının, önemli bir geçmişe sahip olan savaş sanatları alanındaki tarihi ve kültürüdür.
Daito-Katana ve Dişil Japonya
Hande Öğüt’ün, “Samurai” ruhunu, tarihi ve kültürünü göz önünde tutarak izini sürdüğü ve anlattığı Japon edebiyatı, sahne sanatları ve sinematografik yapıda: Sadizm, işkence, intihar, mazoşizm sıkça göze çarpmaktadır. Gündelik pratikte kibar, saygılı ve itaatkâr olan, grup ideallerini, uyumu önceleyen Japon halkının perde arkasındaki şiddet ilişkileri: Batılılaşmanın ötesine geçmek ve geleneksel değerleriyle Öz’e ulaşmak, bu yolla Japon olmanın anlamını bireysel anlamda vurgulamak, öz değerlerin devamlılığı alanında iletişim kurmak şeklindedir. Ölümü bir arınma ritüeli çerçevesine oturtan düşünce, Batılılaşmanın bireyde yarattığı özgürlük ve anlık sevincin, sonraları bedel olarak ödenmesi gereken “Yalnızlığa” dönüşmesiyle artan kirliliğin, Samurai ruhundan arındırılması, saflaştırılmasıdır da. Daito-Katana’nın (Samuray Kılıcı) gölgesinde böylesine kanlı, savaşçı, feodal yapıya karşın, ülkenin dişil yanını simgeleyen İkebana, Geyşalık Kurumu, Haiku, Seramik ve Çay Töreni sanatlarının, Batılılaşma değerleriyle bireyin ötekileştiği yalnızlığında ikincil plana sıkıştırıldığı da ileri sürülen görüşler arasındadır.
Feodal Ruhun Şiir İzleri
Arkaik dönem olarak söz edilebilecek Yamato döneminden başlayarak tarihsel süreç içinde günümüze iz bırakan şiir hareketleriyle yazı ırmağında yol alırsak, bu dönemde komşu Kore’den gelen “Çin Yazını” ve aynı yoldan etkilendiği “Budizm” dışa kapalı bir yaşam süren Japon halkına, Çin uygarlığından tutulan yol gösterici bir ışık gibidir. Şiirin altın çağı olarak kabul edilen Nara dönemindeyse Japon Şiiri estetik çaba, duru bir dil, ince ve içten sezişlerle kendini yaratmıştır. Man’yo-shu klasik şiirde altın devir sayılan bu dönemin eseridir. Heian dönemine ilerlediğimizde
saray ve saraya yakın ailelerin sakin ve lüks bir yaşam varlığı hissedilmektedir. Devrin önemli sanatçıları da onlar arasından yükselmekteydi. Kyoto, o günkü adıyla Heiankyo’da Ortaçağ Avrupası’nda düşlenemeyecek boyuttaki bu sanatsal yükselişle şiir daha gerçekçi ve çağını, içtenlik, güzelliğin çizgileriyle sarmaktadır. Bu ince ve ustalıklı yazında Kadın ruhunun üstün egemenliği görülürken (saray kadınları, nedimeler ve yakınları.) aynı zamanda onların elinde ve kaleminde Japon dilinin gelişmesine de tanık oluruz. Feodal ruhun gezindiği topraklarda erkekler, bilim dili olarak Çinceyi kullanırlarken, sözü edilen saray kadınları da şiir dilinin işlevselliğini geliştirerek saygın bir ruha ulaştırmışlardır. Bu arada, Heian devri son bulmadan hemen önce ressam Toba Sojo da tüm dünyaya “Karikatür” sanatını tanıtmaktadır. En az çizgiyle en çok şeyi, en az sözcükle yüklü anlam ve etkiyi yakalama çabaları Çin’de olduğu gibi Japon resim ve şiir sanatlarının da kardeşlik bağlarıdır. Kamakura devrinin Güneş İmparatorluğu’nda kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle, Heian döneminde, özellikle Japon edebi dilinde önemli gelişmelere aracılık eden kadınlar egemenliği, Şogun hareketinin gölgesinde kalır. Savaşçı orta sınıfın ülke idaresindeki etkinliği, askerin yetki gücünün artması, imparatorun hizmetinde görünen Şogunların ülke idaresindeki etkin varlığı, aydın sınıfın içe dönük, gerçekçi ve üniformayabağlı bir yaşam sürmesine neden olmuş; edebi alandaysa edebiyat ve onun şiir disiplini, taklitçi, öğretici, öğütleyici bir noktaya çekilmiştir. Elbette ki izini sürdüğümüz konuda farklı bir pencereyi aralarsak, yukarıda anılan dönemin etkisiyle sanat ve edebiyat ürünleri, döneme damgasını vuran militarist toplumun duygu ve düşüncelerine tanıklık etmesi bağlamında önemli örnekler oluşturmuşlardır. Sonraları, imparatorluk ailesinin ikiye bölüneceği Muromachi devrinde, resim sanatındaki ilerleme ve “No Tiyatrosu” nun doğuşundan başka kültür-sanat yaşamında durgunluk ve karanlık bir dönem, tarihteki yerini alacaktır.