Öykülerini, şiirlerini, romanlarını aşacak şekilde Büyük Argo Sözlüğü'yle tanınan Hulki Aktunç'un, yazdığı her bir sözcüğe leksikolog titizliğiyle yaklaştığını gösteren kitapların belki de başlıcasıdır Ten ve Gölge. Şiirin sesini, romanın kurgusunu, öykünün çoğul okumalara açık yanını bir arada barındıran kitaptaki öyküler okuyucu varla yok arası bir oyunun içine çeker.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nün “hayali” maddesi şu şekilde: “1. sf. Hayal niteliğinde veya hayal ürünü olan, sanal, fantastik. 2. a. Karagözcü.” Kurum'un Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü ise sözcüğü şöyle karşılıyor: “Gölge oyunu ustası.” Gölge oyununun üçüncü sınıf Ramazan eğlencesine dönüştürülmediği dönemi göz önünde bulundurarak konuşulursa, bir çeşit fantastik anlatının usta anlatıcısıdır hayalî. Gölgelere devinim, ses, ten verir. Hulki Aktunç'un Ten ve Gölge'de (1985) yaptığı da tastamam budur.
Doğan Yarıcı'nın, “Sait Faik ve Sabahattin Ali arasında durup düşünen Yeni Hikayeciler'den Hulki Aktunç'un, öykü yazarlarına ve eleştirmenlerine onca yıl sonra tekrar durup düşünülmesi gerektiğini söyleyen ve bunu sağlayan, yazarlığındaki en önemli öykü kitabıdır” dediği (Istanbul Art News Edebiyat, Kasım 2015) Ten ve Gölge, Aktunç'u her iki anlamda da hayalî kılan bir yapıt. Dar -ama derin- bir okur kitlesi dışında tanınmayan, varlığı Türkçe edebiyat bakımından neredeyse hayali (düşsel) bir yazar Aktunç. Sunulan gerçekliğin ötesine geçip yarattığı dünyayla fantastik. Gölgelere can vermesiyle gölge oyunu ustası.
Kitap, adını içerideki bir öyküden almaz. Hatta hiçbir öykünün başlığında “ten” veya “gölge” sözcüğü geçmez. Ancak öykülerin çoğu, özellikle “Üç Kanat” adlı ilk bölümdekiler ikiliklere, gölge ile gölgeyi sağlayan (ten) arasındaki ayrışma, birleşme, çatışma türünden kurulan ikiliklere dayanır.
“Adını Yok Eden Hikaye”, başlığıyla kitabın yapısı hakkında ipucu verir. Metinde sıkça gölge metaforuna başvurulması; kuş ve gölgesi üzerinden Simurg söylenine, görüntünün çokluğu-özün birliği düşüncesine gönderme yapılması; anlatıcı ile hikayesi anlatılanın aynı kişi olabileceğinin ima edilmesi, gölgeyi özel olarak ele almaya çağırır. Öykünün çizdiği, daha sonraki öykülerde pekişecek güzergah, gölgenin varolmayan kategorisinde değerlendirilmesine olanak tanır. Platon Sofist diyaloğunda (256d ve devamı) 'varolmayan'ı hiçlik'ten ayırır: “Varolmayan'dan söz ettiğimizde varolan'ın bir karşıtını değil, yalnızca ondan ayrı-olan bir şeyi anlıyoruz. (...) [Varolmayan], varolan'ın kendisi kadar varlığa sahiptir.” Gölge, 'varolan' kategorisindeki ten'le böyle bir ilişki içindedir: Karşıtı değil, ondan 'ayrı' bir varolan. Ancak bunu irdelemek için Platon'un “üst türler” olarak adlandırdığı “varlık”, “devinim”, “dinginlik”, aynı” ve “ayrı” (255e) kavramlarından “ayrı”ya başvurmak; yani konu üzerinde özel bir çaba harcamak gerekir. Aktunç'un okuru çağırdığı gölgeler alanı en çok bu yüzden zorludur. Hikayenin adını yok etmesi, başka bir türde kendini -yeniden - var etmesidir. Metindeki “Ah, şu biçim denemeleri ve bunların niteliğini açıklamaya çabalayan yazarlar!” tümcesi, Aktunç'un oyuna öyküleri dışarıdan bakarak, içinde kaybolmayarak okumaya daveti şeklinde okunabilir. Böylece hem ten hem gölge görülecektir.
“Fortuna ya da Kırk Kanatlı Bir Arayışın Anlatımı”ndaki ben ile sen, “Kıyısız”daki Şef ile çocuk, “Madam”daki Madam ile anlatıcı, “Kayıplara Karışmış İstanbul”daki Saime Hanım ile anlatıcı, “Damacı Ohannes Usta'nın 'Mahzun' Açmazı”ndaki usta ile çırak Ten ve Gölge'nin öne çıkan ikilileridir. Tıpkı gölge oyununun ikilisi Karagöz ile Hacivat gibi. “Binbirdirek Batakhanesi-Yeni Bir Söylenti” adlı öykü ise kitabı gölge oyunu bağlamında ele almaya izin veren ayrıntılar barındırır. Metinde “Suyolculardan söz ederken, suyolcular da bendim” diyen Aktunç, hayalînin aynı anda hem oynattığı karakterlerin her biri hem de -kaçınılmazcasına- kendisi olması hakikatini dile getirir. Bu durum Brechtyen anlamda epik olduğu kadar, iki olumlu durumdan birini feda etmek (Karagöz'ü oynatırken görünmemek, göründüğü zaman Karagöz oynatamamak) anlamında trajiktir. Aynı öyküdeki “Homo homini mimus” (İnsan insanın taklitçisi/oyuncusudur) ifadesi oyun kavramını iyice belirginleştirir. Birkaç paragraf sonra gelen “Homo homini res” ise hem “İnsan insanın kutsalıdır” anlamındaki “Homo homini res sacra”nın eksiltili hali, hem de kullanıldığı biçimiyle “İnsan insanın konusu/derdi/işidir” anlamlarına gelecek ucu açık bir önermedir. İkisini yan yana koyunca insanın işinin oyun olduğu sonucuna varılır. Aktunç'un bu Latince sözleri kullandığı bölümde adını vermeden, parodi biçiminde İsa'yı öykülemesi ise Nâsıralı'nın ölüp dirilen teni ile dünyada bıraktığı gölge-etkisine gidilecek bir patika açar. Karagöz'ün yaşayıp yaşamamasının perdede can bulan gölge karşısında önemi olmaması gibi. “Tarihlerin bütün tarihçileri, o büyük ve kanlı harmaniyeye sarılıp gizlendiler. Görmedikleri için anlatmayacaklardı. Gizlenmek, onlar için gebermek, bizler için yaşamak oldu.” cümleleri hem İsa ile havarilerine hem de Karagöz'e uyar. Gizlenerek, 'ayrı' türde varolanlar!
Başlı başına bir öyküye konu olan Ohannes Usta'nın kitapta daha önce gelen bir metinde (“Kayıplara Karışmış İstanbul”) öldüğü bilgisiyle “Damacı Ohannes Usta'nın 'Mahzun' Açmazı”nı okumaya girişen okuru bir şaşırtı bekler. Beklenti, bu öyküde, önceki öyküde bahsedilen olayların eskisinde kalmış bir zaman diliminden söz edileceğidir. Oysa Ohannes Usta öldüğünün farkında olarak konuşur. Teni bu dünyada değildir ancak gölgesi varlığını sürdürür.
Hulki Aktunç gizlenme konusunu yalnızca öykülere konu ederek değil, kitabın biçimine yedirerek olağanüstü bir yapıt koyar ortaya. Yazarın varlığı kimi yerlerde ten, kimi yerlerde gölge olarak belirir. Ten ve Gölge, metnin hazzını yaşamak, ten ile gölge arasındaki ilişkiyi izlemek için öyküleri farklı dizilimlerle tekrar tekrar okumaya çağırır.
Kapakta kullanılan görsel Hitanshu Bhatt'a, başlıkta kullanılan görsel: Balázs István Balázs'a aittir.