Perg Efsaneleri isimli roman serisiyle adından sıkça söz ettiren, Türk bilimkurgu ve fantazya edebiyatının başlıca isimlerinden olan Barış Müstecaplıoğlu ile son kitabı Gerçekler Kırıldı, Türkçe bilimkurgu, FABİSAD, eserleri ve son öyküleri üzerine konuştuk.
Barış Müstecaplıoğlu, son kitabı Gerçekler Kırıldı’da kimisi yıllar evvel yazılmış kimisi yakın geçmişte kaleme alınmış çeşitli öykülerini bir araya getiriyor. Kitap gerek Türkçe bilimkurgu ve fantazya edebiyatına katkısı, gerekse barındırdığı birbirinden oldukça farklı masalsı dünyalarla okura yepyeni pencereler açıyor. İşte bu yeni dünyaların içinde Müstecaplıoğlu okurunu bir kez daha selamlıyor ve serüven başlıyor.
Hayali zamanlar, mekânlar ve yaşamlar arasında dolaşırken bir yerde kendimi kaybettim hep. Aslında başka edebiyatlarda ve özellikle de sinemada karşılığını bulduğumuz fantastik ögelere, bilimkurgu anlatılara kendi içimizde, sokaklarımızda, evimizde rastlamak... İstanbul’un uzaylılar tarafından istila edilmesi... (Neredeyse, sonunda uzaylılar İstanbul’u da istila ettiler, hep New York’tan, Los Angeles’tan sıkılmıştık, diyesim geldi!) Bu oldukça önemli bir nokta. Siz de Türk edebiyatında fantastik, bilimkurgu edebiyatın önemli temsilcilerindensiniz. Bize biraz bu serüvenlerin kaynağından, Gerçekler Kırıldı’nın oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Hayal kurmak ve bunları öykülere dönüştürmek benim için bir tutku. 20 yılı aşkın sürede 11 roman kaleme alırken, yüzlerce sıra dışı karakter, fantastik mekân ve hayali diyar düşledim. Bunların bir bölümünü romanlarımda kullandım ama o an kurguladığım öyküye uymadıkları için kullanamadıklarım da oldu. Onları da kağıda dökmek ve kendi gerçekliklerine kavuşturmak için bu kitabı yazmaya karar verdim. Seneler önce çeşitli öykü seçkilerinde yer almış bazı hikâyelerimi de yeni okurlarıma ulaşmaları için bu kitaba dâhil ettim. Gerçekler Kırıldı’nın, şehir fantazyasından bilimkurguya, diyar fantazyasından büyülü gerçekçiliğe, fantazyanın her rengini görebileceğiniz, her lezzetini tadabileceğiniz, farklı ve özel bir kitap olmasını arzuladım. Romanlarım bu kitaba ilham verdi, bu kitaptaki öyküler de sanırım bir sonraki romanıma ilham verecek.
Fantastik edebiyat ve bilimkurgunun ülkemizde özellikle son yıllarda önemli bir mesafe katettiği düşüncesindeyim. Özellikle Filibeli Ahmet Hilmi’den günümüze dek aslında gittikçe genişleyen ve değer kazanan bir serüvenden bahsedebiliriz bu bağlamda. Siz de gerek eserleriniz gerekse FABİSAD’daki çalışmalarınızla bu alanda önde gelen isimler arasındasınız. Bize biraz Türkçe bilimkurgu edebiyattan bahsedebilir misiniz? Sizce günümüzdeki karşılığı nedir, son yıllarda öne çıkan yazarlarımız kimlerdir?
Yirmi sene önce, ilk romanım yayımlandığında, yerli fantazya ve bilimkurgu ülkemizde oldukça hor görülüyordu. Yayınevleri bu türlerde Türk yazar basmaktan çekiniyor, okurlar Türkiye’den bir yazarın dünyadaki iyi örneklerle boy ölçülebilecek eserler yaratabileceğine inanmıyorlardı. Bu önyargıları kırmak için zorlu bir mücadele vermem gerekti. Bu mücadeleyi verirken benim gibi bu türlere tutkun genç yazarlarla, çizerlerle, sinemacılarla Fantazya ve Bilim Kurgu Sanatları Derneği’ni, yani FABİSAD’ı kurduk. Senelerdir bu dernek çatısı altında fantazyanın doğru anlaşılması, bu türlerde eser vermek isteyen genç sanatçıların desteklenmesi adına çalışmalar yapıyoruz. Eserlerime karşı önyargıların kırılmasında en önemli adımlardan biri, romanlarımın yabancı dillerde yayımlanması oldu. Son yıllarda, Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin kitaplarımı keşfetmeleri, okudukça sevmeleri ve birbirlerine önermeleri ile eserlerim okullarda da ciddi bir tanınırlığa ulaştı. Her sene 20’yi aşkın kolejde kitaplarım edebiyat derslerinde okutuluyor, öğrencilerle buluşup hayal gücü, fantazya ve roman sanatı üzerine söyleşiler yapıyorum. Hakan Bıçakcı, Doğu Yücel, Murat Başekim, Mehmet Berk Yaltırık, Yurdagül Şahin gibi genç yazarlarımızın da son yıllarda bu türü zenginleştiren eserler veriyor olmaları beni mutlu ediyor.
Dünya edebiyatı bağlamında Türkçe bilimkurguyu nereye konumlandırırsınız?
Türkçe fantazya ve bilimkurgu edebiyatını henüz sadece kişisel başarı öyküleriyle tanımlayabiliriz. Bir ülkede hayal gücü ve yaratıcılık yalnızca tek bir alanda gelişemez. Bu türlerde köklü bir edebi kültürü olan ülkelere, örneğin Amerika’ya, İngiltere’ye, Japonya’ya baktığımızda, Facebook – Google gibi yaratıcı iş fikirlerinin, teknolojideki yeni gelişmelerin, bilimde çığır açan buluşların, “Kaizen” ya da “Yalın Yönetim” gibi yeni yönetim felsefelerinin, yani hayatta fark yaratan neredeyse tüm keşiflerin ve yeniliklerin aynı coğrafyalardan çıktığını görüyoruz. Bu bir tesadüf değil. Bir ülke, gençlerin hayal gücünün ve yaratıcılığının gelişmesine imkân sağlayacak bir ortam yaratırsa, bu gençler ileride iş insanı da olsalar, sanatla da ilgilenseler, bilim insanı da olsalar, yaptıkları her ne olursa olsun o işe yaratıcılıklarını katarlar. Dünya çapında ses getirecek bir fantazya ve bilimkurgu edebiyatı külliyatını da ancak böyle yaratıcı toplumlarda görebiliriz. Şu an ülkemizdeki iyi örnekler, istisnai ve kişisel çabaların eseri.
Öykülerinizde öne çıkan “Perg” diyarı daha önceden var ettiğiniz ve romanlarınızda işlediğiniz bir yer. Tekrar oraya dönüş yapıp kurguluyorsunuz. Bu sefer tabii öykünün kalıpları içerisinde. Böylesi bir serüveni/diyarı devam ettirmek nasıl bir duygu? Zira oldukça uzun soluklu bir roman serisinin ardından kısa bir öyküyle bu evrene dönmek oldukça farklı olmalı.
Gerçekler Kırıldı’daki öykülerin yarısından çoğu tamamen kendi özel evrenlerine sahip olan öyküler. Perg diyarında ve Osmanlı Cadısı romanım için yarattığım distopik İstanbul Şehir Cumhuriyeti’nde geçen öykülerin ise, aynı evrende ve zamanda geçmeleri dışında romanlarımla bir bağı bulunmuyor. Romanlarımı hiçbirini okumamış olsanız bile bu öykülerle bağ kurmakta sıkıntı yaşamazsınız. Perg Efsaneleri’ni ya da Osmanlı Cadısı’nı okumuş kişiler ise, bu öykülerde eski dostlarla ya da romanlara bazı göndermelerle karşılaşacakları için ayrı bir keyif alacaktır. Kısa öykünün gereksinimleri elbette romandan farklı. Hele hele yedi romanlık bir seri ile kıyaslamak hiç anlamlı olmaz. Romanlarımda karakterlerimin gelişimini ve değişimini, eş zamanlı yaşanan ve birbirini etkileyen, bazen de tetikleyen pek çok olay anlatıyorum. Gerçekler Kırıldı’daki öyküler ise daha çok belli bir duruma ya da tek bir olaya odaklanıyor. Sadece kitaptaki ilk öykü olan “Empatan”, uzunluğu ve bölümlere ayrılması nedeniyle, öykü ile roman arasında bir yerde duruyor.
Öykülerinize aslında diğer romanlarınızla birlikte bakmak mümkün. Birçok kitaba yayılmış oldukça köklü bir fantastik evrenininizin olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla okurlarınız metinlerinize yabancılık çekmiyor ve kendi kitlenizi de böylelikle oluşturmuş oluyorsunuz. Bu metinlerarası düzeni nasıl oluşturdunuz? Genel olarak metinlerinizi birbirinden ayrı olarak mı yoksa hep birlikte mi değerlendirirsiniz? Bana öyle geliyor ki bir kere edebi bir evren yarattınız mı ondan kopmak mümkün olmuyor, özellikle bilimkurgu gibi hayal gücünün daha da ön plana çıktığı türlerde. Siz ne dersiniz?
Perg Efsaneleri dört romandan oluşan bir seri. Sonrasında yazdığım Şamanlar Diyarı serisi de ikinci kitaptan itibaren Perg’le bütünleştiği için, aslında toplam yedi romana yayılan bir kurgudan bahsediyoruz. Bu seriler ayrı ayrı okunabilseler de birlikte 2000 sayfadan fazla hayali mekân, karakter, hayvan ya da ülke içeriyorlar. Bu efsunlu evren yeni öyküler ve karakterler yaratmak için çok zengin bir kaynak. Perg dünyasını sevdiğim pek çok unsurla donattım, denizi ve gemi yolculuklarını, korsan hikâyelerini, deniz canavarlarını sevdiğim için büyük bölümü adalardan oluşan bir diyar düşledim. İçini kendi hayal gücümle kurguladığım fantastik ırklarla, yeni canlı türleriyle, sıra dışı bitkilerle doldurdum. Orası tamamen bana ait ve okurlarımla paylaşmaktan mutlu olduğum bir evren. Zaman zaman oraya dönmek ve yeni öyküler, yeni maceralar düşlemek beni her zaman mutlu edecek.
Aslında edebi serüveninize bakıldığında genel olarak büyük projeler üzerinde çalıştığınız görülüyor. Dört romanlık bir seri olan ve Gerçekler Kırıldı’ya da taşan Perg Efsaneleri bunların başlıcası, kökünü başka kitaplardan alıp daha sonra kendini yaratan eserleriniz de var. Tam da bu noktada yazma temponuzun nasıl olduğunu ve yazmanın sizin için ne ifade ettiğini sormak istiyorum.
Belirli bir yazma tempom yok, her gün yazarım ya da gün aşırı yazarım şeklinde bir standardım bulunmuyor. O gün aklımda yazacak bir şey varsa, sabaha kadar da çalışabilirim, zihnimde henüz fikirler olgunlaşmadıysa günlerce yazmadığım da olur. Fakat bir romana ya da öyküye başladığım zaman, son noktayı koyana kadar her gün onunla yaşarım. O gün yazmasam bile öykümü, karakterlerimi sürekli düşünürüm, zihnimde sahneler kurgularım, notlar alırım, yazdığım ya da yazacağım bölümü zenginleştirebilecek unsurlar araştırır, ihtiyaç duyarsam okumalar yaparım. Roman yazmak, sadece bilgisayarın başına geçince yaptığım bir eylem değil, uyanık olduğum her an yaptığım bir eylem benim için. Zihnimde tasarladıklarımı kağıda dökmek işin son aşaması.
Aslında bir önceki soruyla da bağlantılı olarak bunca romanın ardından öykü yazmak nasıl bir his? Kitabın ortaya çıkma sürecinde anlatıların öyküye mi yoksa romana mı dönüşeceğine siz mi karar verdiniz yoksa her metin kendini mi meydana getirdi? Metinleriniz üzerinde siz ne kadar söz sahibisiniz, onlar kendilerini ne denli yarattı? (Zira kimi yazarlar metinlerini olduğu gibi tamamen kendilerinin kontrol edip oluşturduğu, kimileriyse metnin kendini ürettiğini, yazarın sadece onu yazıya geçiren bir aracı olduğunu söyler.)
Metnin kendini üretmesi gibi ifadeler, yazarlığa gizemli, mistik, hatta ilahi bir boyut katmaya yönelik, çok ciddiye almadığım yaklaşımlar. Hepimiz eserlerimizi etrafımızda ve dünyada gördüğümüz, etkilendiğimiz, önemsediğimiz, bizi mutlu eden ya da öfkelendiren olaylar ya da kişilerden ilham alarak yazıyoruz. Bazılarımız bunu bilinçli yapıyor, bazılarımız ise bilinçaltına yerleşen gözlemlerin ve duyguların etkisiyle yapıyor, tek fark bu. Ben yazarken bilinçli tarafta kalmaya özen gösteriyorum. Yazmak istediğim konuları, işleyeceğim temaları, o anki duygularım, hassasiyetlerim belirliyor ama bu konuları ve temaları bir başka insanın keyif alarak okuyacağı etkileyici bir kurguya dönüştürmek, ancak özenli ve disiplinli bir çalışmayla mümkün.
Bir başka pencereden sormak istediğim şöyle bir soru var. Bu bence özellikle hayal gücünü böylesine derinlikli kullanan bilimkurguda ayrıca önemli. Merak ettiğim, metinleriniz oluşurken onları baştan sona kurgulayıp her şeyi tamamlar mısınız yoksa her şey metnin yazılış sürecinde kendiliğinden ve önceden planlanmadan mı ortaya çıkıp gelişir? Bilimkurguda olay örgüsü nasıl oluşur? Bu soru özellikle beni heyecanlandırıyor ve merakımı kamçılıyor zira benim için hoş bir karmaşa söz konusu. Bir yanda sıkça hatırlattığım gibi Perg Efsaneleri’nde olduğu hâliyle oluşumunu tamamlayıp nihayete erdirmiş bir anlatı var. Ancak öbür tarafta bir de buradaki öykülere sıçrayan küçük genişlemeler, ilaveler var. Dolayısıyla üretim bunca yıl sonra bile devam ediyor. Bu açıdan da cevabınızı merak ediyorum.
Önce birkaç ay boyunca sadece ne yazmak istediğimi ve onu nasıl yazmak istediğimi düşünüyorum. Romanın ya da öykünün teması ne olacak, bu temayı nasıl bir evrende ve ne tür karakterlerle işleyeceğim, bu soruların yanıtlarını arıyorum. Sonra aklımdaki kurguyu iki üç sayfalık bir özet halinde yazıyorum, karakterler öyküye nasıl dâhil olacaklar, hikâye nasıl başlayacak, nasıl sona erecek. Bu özetin son halini alması da genelde bir iki ay sürüyor. Ardından elimdeki yol haritasıyla 30, 40 sayfalık bir roman özeti hazırlıyorum. Kurguyu bölümlere ayırıyorum, yan karakterleri yaratıyorum, olay akışını tasarlıyorum. Ardından romanı bir taslak halinde çalakalem yazıyorum. Defalarca üzerinden geçip son halini verdikten sonra, bu taslağı diyaloglar, tasvirler, akıcı ve güzel bir Türkçe gibi edebi boyutlarıyla ele alıp kusursuz hale getirmeye odaklanıyorum. Bazen sadece bir iki kelime ya da bir cümle değiştirmek için onlarca sayfayı defalarca okuduğum oluyor. İçime sinmeyen şeyin ne olduğunu bulana kadar aramaktan vazgeçmem.
Eserlerinizi aydınlatması bakımından da öne çıkacak genel bir soru sormak istiyorum. Hayal gücünüz kaynağını nereden alıyor? Ne tür okumalar yaparsınız ve kendinize öncü olarak kabul ettiğiniz yazarlar/eserler nelerdir?
Bakmasını bilirseniz hayatın her anını bir ilham kaynağı olarak kullanabilirsiniz. Otobüste yanınıza oturan tanımadığınız bir insanla yaptığınız sohbetten yolda yürürken bir ağaç dalında gördüğünüz sıra dışı bir böceğe, izlediğiniz bir filmde başkalarının son derece sıradan bulduğu ve dikkat etmediği bir sahneden bir ansiklopedide okuduğunuz tek bir cümleye, etrafınızdaki her şey ve her gözleminiz hayal gücünüzü tetikleyebilir. Yeter ki gördüklerimizi öykümüzde ve kurgumuzda nasıl kullanabileceğimizi fark edebilme yeteneğine sahip olalım.
O kadar çok ve birbirinden farklı yazarın eserlerini okuyorum ki burada isimlerini tek tek saymam mümkün olmaz. Hepsinin farklı yanlarından besleniyorum, kimi tasvir yapmakta, kimi diyalog yazmakta, kimi karakterlerin duygularını iç seslerle aktarmakta, kimi sürükleyici ve merak uyandırıcı olaylar kurgulamakta usta. Gene de Ursula K. LeGuin, Ray Bradbury, Paul Auster, Yaşar Kemal ve Murathan Mungan gibi birkaç yazarın okuma serüvenimde biraz daha özel bir yerde olduklarını söyleyebilirim.
Türkçede bilimkurgu edebiyat giderek büyüyor. Bu alanda özellikle İthaki, Doğan Kitap gibi yayınevlerinin teşvikleri de ön plana çıkıyor. FABİSAD da bu bağlamda önemli. Bize biraz Türkçe bilimkurgu edebiyatın günümüzdeki karşılığından ve önümüzdeki yıllar için öngörülerinizden bahsedebilir misiniz? Okur olarak bizi gerek sizin eserleriniz gerekse diğer yazarlar bağlamında neler bekliyor? Üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz/eserleriniz (başlamış veya başlayacak) var mı?
Ülkemizde hayal gücü ve yaratıcılığa daha fazla önem verildikçe, fantazya ve bilimkurgunun da daha fazla ve daha kaliteli yazılacağına inanıyorum. Bu açıdan son yıllarda okullarda açık fikirli ve yürekli öğretmenlerin bireysel çabalarını çok anlamlı buluyorum. Fantazya ve bilimkurguyu gençlerle buluşturmak için yaptıkları etkinlikler ve çalışmalar, gelecekte hem bu türlerin edebiyatımıza daha fazla renk katmasına hem de hayatın tüm alanlarında daha yaratıcı ve yenilikçi bir toplum olmamıza katkı sağlayacak. Bu dönüşümün ne kadar hızlı olacağı ise, bu konuya ne kadar çok insanın, özellikle de toplum üzerinde etkisi büyük olan insanların, ne derecede destek vereceğine bağlı.
Kullanılan görseller Max Löffler'e aittir.