Koray Avcı Çakman’ın hikâyeler ve oyunlarla kendi hayatlarını neşeli kılan bir aileyi anlatan, Çağla Yiğit’in resimleriyle renklenen öykü kitabı Ay Tavşanı, Dedem ve Ben üzerine bir yazı.
Hayatı tekdüze ve sıkıcı olmaktan çıkaran veya yaşamaya artı bir tat ve renk katan tılsım nedir? Bir çorbayı baharatlarla tatlandırabilir, bir salonu çiçeklerle canlandırabilir, okulun koridorlarını resimlerle renklendirebiliriz. Hayatı daha keyifli kılacak şey ise, bütün zincirlerinden kurtulmuş sınırsız bir hayal gücüyle hikâyeler ve oyunlar düşlemek olsa gerek. Evet, hayatı bir gökkuşağı kadar rengarenk kılmanın yolu, yepyeni hikâyeler ve oyunlar düşlemekten geçiyor olmalı.
Koray Avcı Çakman’ın kaleme aldığı, Çağla Yiğit’in desenleriyle renk verdiği Ay Tavşanı, Dedem ve Ben (Can Çocuk), özgür bir hayal gücünden fışkırıp taşan hikâyeler ve oyunlarla kendi hayatlarını çok daha keyifli ve neşeli kılan bir ailenin birbirinden bağımsız on iki hikâyesinden oluşan enfes bir öykü kitabı.
Bu ailede herkes oyunbaz ve aynı zamanda iyi bir hikâye anlatıcısı. Bütün hikâyelerin anlatıcısı bazen arkadaşlarının dayısı, babası, dedesi gibi ilginç tanıdıkları olmadığına ve çok sıkıcı bir hayatı olmasına hayıflanırken hem biraz abartıyor hem de basbayağı yanılıyor. Çünkü ona çok sevdiği tatlıyı yapan anneannesi, meselâ deyimler ve “sabırlı hindistancevizleri” gibi masalsı hikâyeler uydurmakta çok mahir. Yahut genç anlatıcımızı ve annesini bir hafta sonu İstanbul’u gezmeye çıkaran babası da kendisinin aslında Fransız bir turist olduğunu söyleyerek bu şehir turunu hemen bir oyuna çevirmekte ve Kız Kulesi’ne dair tarihî bir masal anlatmakta gayet yetenekli. Keza torununa Ay’da bir Ay tavşanının yaşadığını ve Ay’ın yüzeyinin çok sevdiği havuçlarla dolu olduğunu anlatacak kadar zengin bir hayal gücüne sahip dede de çok oyunbaz biri.
Eğer sizler de benim gibi arada bir çamaşır makinesinden çıkmayan çorabınızın tekinin nereye gittiğini merak ediyorsanız, bu kitaptaki “Kayıp Çorap Gezegeni” adlı öyküyü mutlaka okumalısınız. Bir sınıf dolu öğrencinin müşterek muhayyileriyle bir çorabın başına gelenlere dair ne kadar eğlenceli bir hikâye uydurabildiklerine hayran kalacak ve hikâyelerin dünyayı güzelleştirebilecek güçteki sihrine saygı duyacaksınız.
Koray Avcı Çakman’ın ayrıca çok mizahî bir anlatımı var. Anlattığı her şeyi öyle bir dille anlatıyor ki biz bütün okurlar kendi yüzlerimizde oluşan o hınzır tebessümün yazarın yüzünü de kapladığından zerre kuşku duymuyoruz. Meselâ son zamanlarda hep kötü görüntülerle aklımıza kazınan sokak köpeklerinin içler acısı hâllerine daha ilk hikâyede öyle incelikli temas ediyor ki! Haberlerde köpeklerin sürekli havlamasından şikâyet eden Şevki Filanca’ya sinirlenen televizyon karşısındaki anlatıcımız “Köpekler koro olup hep bir ağızdan havlasa, şu Filanca’nın uzun havası bir daha duyulmasa...” dediğinde, beş köpeğiyle yaşayan bendeniz bile gürültülü bir kahkahayı basmış bulundum.
Kitaba ismini veren hikâye ise belki de kitabın en içli ve hüzünlü hikâyesi. Çakman, mizahı ne kadar incelikli icra ediyorsa, duygulara da o kadar zarif dokunuyor. Hiç abartmadan, çok sade bir dokunuşla, ihtiyarladığı için hafıza problemleri yaşamaya başlayan bir dede ile dedesinin kendisine ismine sorduğunda yeni bir oyun icat ettiğini düşünen torununun dokunaklı vedalaşmasını anlatıyor. Belki de Bahaeddin Özkişi’nin “Göç Zamanı” hikâyesinden sonra Türk edebiyatında okuduğum en zarif ve kırık dede-torun hikâyesi Çakman’ın Ay Tavşanı, Dedem ve Ben'idir.
Oyunun bütün tarafları ve hikâyenin bütün paydaşları olarak bizler de keşke Çakman’ın kahramanları kadar oyunbaz ve istekli, haylaz ve arzulu olabilsek. Belki o vakit her şeyin kıymetini daha çok bilir ve tadını da daha fazla çıkarabilirdik.